Sami Kohen

Sami Kohen

skohen@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları
Haberin Devamı

DIŞ dünya, Kıbrıs sorununun başlangıç tarihini Barış Harekâtı’nın gerçekleştiği 1974 yılı olarak hesaplar. Nitekim yabancı basın da Kıbrıs meselesinden söz ederken bunun 35 yıllık bir geçmişi olduğunu belirtir.
Aslında bu hesap doğru değil. Kıbrıs meselesi çok daha gerilere gider. Kıbrıs’ta yaşayanlar ve adadaki olayları başından beri yakından izleyenler, esas sorunun 1963’te Rumların Türklere karşı giriştiği saldırılarla ortaya çıktığını anımsarlar.
O kanlı olaylar, 46 yıldır devam eden anlaşmazlığın ve ayrışmanın temelini oluşturur. Önceki gün 35. yıldönümü kutlanan Barış Harekâtı’nın bu bölünmeyi derinleştirdiği de bir gerçek.
Oysa 20 Temmuz ve 14 Ağustos’ta girişilen iki askeri harekâttan sonra, zamanın Başbakanı Bülent Ecevit’in de vurguladığı gibi, amaç adayı barışa kavuşturmak, yani iki toplumu ortak bir çözüm etrafında bir araya getirmekti.
Ama gerçek şu ki, Türk tarafının zafer coşkusu ve Rum tarafının rövanş hırsı içinde, uzlaşma ve barış yönünde hemen zamanında ciddi bir çaba harcanmadı. Açık konuşursak, Kıbrıs Türk liderliği ve Ankara elde edilen kazanımı pekiştirmeye, hatta gönüllerde yatan “Rumdan ayrı bir varlık oluşturma” gayretine öncelik verdi. Bu da Rumların “eski Kıbrıs’ı” yeniden kurma niyetleri ile çatıştı. Nitekim daha sonraki yıllarda yapılan sayısız görüşme ve konferanslarda iki tarafın bu temel eğilimi ve pozisyonu hep karşı karşıya geldi.
Günümüze dek süren uyuşmazlığın temelinde yatan duygu ve zihniyet de budur...

Son şans...
YAKLAŞIK 10 aydır devam eden Talat-Hristofyas görüşmelerinin arka planında da aynı hava seziliyor.
Türk tarafının istediği şey, Kıbrıs ortak çatısı altında KKTC’nin (bu isimle değil tabii), ayrı varlığını sürdürmektir. Daha önce kazanılan hakları, örneğin garanti anlaşması ile birlikte...
Rum tarafının arzuladığı çözüm ise, bağımsız devlet çerçevesinde, Rum çoğunluğun ağır basacağı, Türklere de kendi bölgelerinde özerklik tanıyacağı federal bir yapıdır.
Temel pozisyonlar bu iken, esas uyuşmazlık konularında anlaşmak çok zor, hatta imkânsız. Öylesine zıt stratejik amaçlar çerçevesinde, örneğin mülkiyet, toprak, garantiler, Türkiye’nin askeri varlığı gibi sorunlarda uzlaşma nasıl sağlanabilir?
Yıllar boyunca yapılan pek çok müzakerede belki de çözüme en müsait görünen fırsat, Annan Planı idi. Ama bu şans Rumların “Ohi”si ile yok edildi.
Şimdiki müzakereler, iki tarafın da “evet” diyeceği daha iyi ve uygulanabilir bir çözüm şekli üretebilecek mi? Bunu kimse kestiremiyor. Ama hemen hemen herkesin söylediği şey, bunun “son şans” olduğudur. Bunun anlamı da şudur: Artık ondan sonra yeni müzakereler ve ortak bir çözüm beklemeyin!

Sil baştan!
TAM bu noktada Türk tarafı gidişatı etkileyebilecek bir çıkış yapmış bulunuyor: Bu görüşmeler ilanihaye süremez. Bunun için bir mühlet koymak gerek. Bu da önümüzdeki aralık ayı olmalı...
Hristofyas böyle bir takvim istemiyor. “Türk tarafı uzlaşmaz tutumunu bırakmazsa, ne aralık, ne aralık sonrası bir tarihte anlaşma olur” diyor. Talat ise, asıl Rum tarafının uzlaşmaz olduğunu ve zamanla oynadığını söylüyor.
Bu gidişle aralıkta ne olacak? Takvim işleyecek mi? Görüşmeler kesilirse, hangi “alternatifler”e başvurulacak?
Gene yeni bir başlangıç noktasına dönüyoruz galiba...