Sami Kohen

Sami Kohen

skohen@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları

1960’ta Kıbrıs’ın bağımsızlığı ilan edildikten kısa bir süre sonra Türk ve Rum liderlerinin ve halkın nabzını yoklamak için adaya gitmiştim. Makarios ve Dr. Fazıl Küçük’ten sokaktaki adama kadar herkes mutlu ve umutlu idi. Tek bir kişi hariç: O da Rauf Denktaş.
O dönemde Türk Cemaat Meclisi Başkanı olan Denktaş bağımsızlığa yol açan anlaşmaların hayata geçirilemeyeceğini düşünüyordu. “Göreceksiniz, bu yürümeyecek” diyordu.
Neden herkese ters düşen bir düşünce taşıdığını sorduğumda yanıtı şöyle olmuştu: “Rumlar ekonomik ve siyasal bakımdan bizden çok güçlü. Papaz’ın (Makarios’un) ihtirası adaya hâkim olmak. Rumlar bizi yutmaya çalışacaklar...”
O günlerin coşkulu havası içinde, Denktaş’ın söylediklerinin kısa zamanda gerçekleşecek bir kehanet olduğunu kim tahmin edebilirdi?
Nitekim üç yıl sonrası patlak veren kanlı olaylar, zaten çatırdayan ortak yönetimi yıkıverdi. Daha sonraki yıllarda iki toplum arasındaki uçurum daha da derinleşti. 1967’de Boğaziçi ve Geçitkale köylerine karşı Rumların giriştiği saldırılardan sonra adada Türkler ile Rumların iç içe yaşama şansı tamamen yok oldu...

Gönlünde yatan: Bağımsızlık
Rauf Denktaş mesleği olan avukatlığı bir yana bırakıp kendisini Kıbrıs davasına adadığı ve siyasi mücadelesini sürdürdüğü yaşamı boyunca, hep 1690’da ifade ettiği o düşünceyi ve inancı korudu: Yani ona göre Türklerle Rumların bu adada birlikte yaşamaları imkânsız. Türkler buna teşebbüs ederlerse ezilirler, ikinci sınıf bir azınlık durumuna düşerler.
Uzun yıllar boyunca kendisini çeşitli merkezlerde yapılan müzakerelerde izlemiş olan bir gazeteci olarak diyebilirim ki, Denktaş’ın gönlü hep bağımsızlıktan yana olmuştur. Çeşitli çözüm formüllerini müzakere ettiği zamanlarda dahi, bu hissiyatı değişmemiştir. Zaten özel konuşmalarda Kıbrıs Türk varlığının ayrı bir devlet olarak devam etmesinden başka çözüm olamayacağını söylüyordu.
Denktaş KKTC’yi de işte bu düşünce ve umutla kurmuştu.

KKTC: Oldu-bitti
Denktaş, dillere destan olan kişiliğini, iradesini, kıvrak zekâsını ve mücadele yeteneğini, 15 Kasım 1983’te KKTC’yi ilan ettiği zaman bir kez daha gösterdi.
Türk tarafı üzerindeki sonu gelmeyen baskılardan bıkan Denktaş, KKTC’nin ilanına karar verdiği zaman, gerekirse bunu Ankara’sız, kendi başına yapmayı da göze almıştı. Özal hükümeti Denktaş’ın böyle bir niyet beslediğinin farkındaydı, ama Türkiye’nin dış ilişkileri açısından bunu uygun görmüyordu.
Denktaş, o zamanki Federe Devlet Meclisi’ni olağanüstü toplantıya çağırdığı o sabah, Kuzey Kıbrıs’ın Ankara dahil, bütün dünya ile iletişimini kesti. Denktaş Meclis kürsüsünden Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’ni ilan ettiğini açıkladı.
Ankara bu oldu-bitti karşısında şaşırdı kaldı. Özal dahi Denktaş’ı engelleyememişti. Ama artık KKTC bir gerçekti. Türkiye bunu tanımak ve desteklemek durumundaydı.
Bundan sonra Kıbrıs’ta çözüm arayışları bu yeni gerçek bazında yapılacak, uluslararası camia KKTC’yi tanımasa da, onun fiili durumunu dikkate almak zorunda kalacaktı...
KKTC’nin ilanı gününde görüştüğüm Denktaş, hayatının en mutlu ve gururlu günlerinden birini yaşadığını söylüyordu. “Artık bunun gerisinde bir çözümü kimse boşuna aramasın” diyordu.
Onun hayatındaki diğer en mutlu gün, kuşkusuz 1974 harekâtının gerçekleştiği sabahtı. Türkiye’nin müdahalesi ve askeri güvencesi Denktaş’ın yıllardan beri arzuladığı ve beklediği bir gelişmeydi.

“Bekledim de gelmedin”
Türkiye’nin daha önce de müdahale etmek istediği, ama şartlar el vermediği için gerçekleştiremediği haller de olmuştu. Örneğin 1967’deki Rum saldırılarından sonra Türk jetlerinin ada üzerinde güç gösterisi yapması böyle bir umut yaratmıştı. O sıralarda Denktaş, Türk askerinin adaya çıkmasını dört gözle bekliyordu. Bunun gerçekleşmeyeceğini anladığı gün ise “Bekledim de gelmedin” şarkısını mırıldanıyordu!
1970’lerin başında ada BM Barış Gücü’nün denetiminde fiilen bölünmüş durumdaydı. Türkler belirli bölgelerde veya “cep”lerde izole edilmiş olarak yaşıyordu. Türklerin Rum kontrolündeki yerlere gitmesi imkânsız veya çok zordu.
Girne, Rum denetimindeki kentlerden biriydi. Sıcak bir pazar günü Denktaş beni Beşparmak dağlarının bulunduğu bir tepeye götürdü. Oradan Girne ve sahil, tabak gibi görünüyordu. Denktaş içini çekerek şöyle dedi: “Ben Girne’yi ancak uzaktan seyredebiliyorum. Allah bana oraya gitmeyi ve oranın denizine girmeyi ne zaman nasip edecek?”
Fazla değil, 1974’ten sonra bu hayali gerçekleşti. Girne’de deniz kenarındaki evi, onun büyük saadet yuvasıydı. Tabii çok sevdiği eşi Aydın hanımla...

Çetin ceviz
Denktaş Kıbrıs davasında katı, müzakerelerde sertti. Eski BM Genel Sekreteri Kurt Waldheim onun için “çetin ceviz” anlamında “hard nut” derdi. Gerçekten müzakerelerde karşısındakilere -özellikle Rum liderlerine- kök söktürürdü. Onun gençlik arkadaşı ve avukat meslektaşı Glafkos Klerides ile iyi bir diyalogu vardı; ama onu köşeye sürmekten de çekinmezdi. Örneğin 1976’da Viyana’daki müzakerelerde Klerides’i Güney’de yaşayan Türklerin Kuzey’e taşınmasını öngören bir anlaşmaya razı etmişti. Bunun adanın iki bölgeye bölünmesi demek olacağını sezen Makarios, Klerides’i böyle bir tuzağa düştüğü için müzakereci görevinden atmıştı...

İnsancıl yanı
Denktaş’ın hayatı, Kıbrıs davasıydı, bağımsızlık mücadelesiydi, politikaydı... Ama onun güçlü insancıl ve duygusal tarafları da vardı.
Nüktedandı ve ciddi müzakereler sırasında dahi onun deyişiyle “yerinde bir fıkra patlatmak”tan çekinmezdi.
En büyük hobisi fotoğraf çekmekti. Bu konuda da çok yetenekli ve ustaydı.
Bir halk adamı idi. Fırsat buldukça halkın arasında dolaşır, sıradan vatandaşlarla sohbet ederdi.
Bir kere, yol kenarında vasıta bekleyen bir çocuğu arabasına aldığına tanık oldum. Özel yaşamında makam arabasına binmek yerine kendi otomobilini bizzat kullanmayı tercih ederdi.
Kuşkusuz Kıbrıs Türk halkı içinde onun siyasi düşüncelerini ve duruşunu benimsemeyen ve eleştiren çok kimse vardı. Ama rahatlıkla büyük çoğunluk onu sever ve sayardı diyebiliriz.
Rauf Denktaş, bütün özellikleri ile Kıbrıs Türklerinin “ata”sı olarak anılacaktır...

Haberin Devamı

KIBRIS TÜRKLERİ ‘ATA’SINI KAYBETTİ

Haberin Devamı

Sami Kohen, 1984’te Rauf Denktaş’la röportaj yaparken böyle görüntülenmişti.