Sami Kohen

Sami Kohen

skohen@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları
Haberin Devamı

Sami KOHEN

PRENSES Diana'nın feci ölüm haberini, Yunanistan'ın Adriyatik'teki Korfu adasında, "Demokrasi ve Basının Rolü" konulu uluslararası bir seminerdeyken öğrendik.
Çeşitli ülkelere mensup akademisyenler ve meslektaşlarla birlikte toplantıda bizim tartıştığımız konu, Balkanlar'da demokrasinin gelişmesinde medyanın payı ve etkinliği ile ilgili idi. Yani biz daha çok Türkiye'nin de içinde bulunduğu bölgede, basının iç ve dış politikadaki rolünü konuştuk.
Ancak Prenses Diana'nın trajik sonunun, peşine takılan paparazzilerin ve bunlara çanak tutan gazetelerin tavrı ile irtibatladırılması, demokrasilerde medyanın kişilerin özel yaşamları ile ilgili rolü ve de sorumluluğu konusunu gündeme getirmiş bulunuyor.
Daha önce de zaman zaman akademik ve profesyonel düzeyde tartışılan bu sorun, artık Prenses Diana olayından sonra, herhalde daha ciddi olarak ele alınacak ve medyanın şöhretine ve onuruna gölge düşüren davranışlara son verilmesi için etkin önlemler düşünülecektir.
Korfu'da toplantımız dışında çeşitli ülkelerden gelen meslektaş ve akademisyenlerle yaptığımız sohbetler, basının haber alma - verme özgürlüğüne daha disiplinli bir kavram getirme ihtiyacının şimdi daha çok hissedildiğini gösteriyor.
* * *
KUŞKUSUZ önemli olan, demokrasilerde basının öncelikli işlevi, yani haber toplama ve bildirme serbestisini zedelemeden, bu ölçüyü tutturabilmektir.
Bu konuda ötedenberi iki düşünce ekolü var: Biri, habercilikte hertürlü kısıtlamaya karşıdır. Bu görüşü savunanlar, sınırlamalar getirildiği anda, bunun eninde sonunda basının hareket serbestisini yok edeceği kanısında. Oysa ki ünlülerin özel yaşamı da - haber olduğu sürece - halkın merak edip öğrenmek istediği bir konudur. Örneğin Prenses Diana'nın son aşk serüvenleri, İngiltere'de ve dünyada büyük ilgi toplamıştır. Eğer öyle olmasaydı, gazeteler gizlice çekilen resimlere bu kadar büyük paralar öderler miydi? Demek ki, bu bir "arz - talep" işidir. Halk istedikçe,*** medya da sunacaktır. Bu görüşü savunanlara göre eğer, Prensesin paparazzilerden kaçışı ölümle sonuçlanmasa idi, basın şimdi öfkelenen kütlelerin suçlamalarına hedef olmayacak ve milyonlarca okur veya TV izleyicisi bu konu ile ilgili görüntülü haberleri gene merakla izleyecekti...
İkinci ekol, medyanın özgürlük adına insanların özel yaşamlarına girmesinin demokrasi ile ilgili olmadığını, bu tür yayınların insan haklarına aykırı düştüğünü savunuyor. Halkın buna ilgi gösterdiği argümanına karşı da bu ekolün verdiği karşılık şudur: Medyanın halkın ilgisini yönlendirmekte büyük olanakları vardır. Ancak basının insanların özel yaşamlarını, kendi itirazlarına rağmen teşhir etmesi, meslek ahlakı açısından doğru olmadığı gibi, kitleleri de aslında mahrem sayılan konularla boşuna meşgul etmiş oluyor. Prenses Diana'nın akibeti bu konudaki sorumsuzluğun ne dramatik boyutlar alabileceğini ve sonunda halkın da buna nasıl olumsuz bir tepki gösterdiğini ortaya koyuyor. O kadar ki, sansasyon seven İngiliz gazeteleri dahi, paparazzilerin çektiği son resimleri satın almaktan vazgeçtiler...
* * *
KUŞKUSUZ son olayın yarattığı şok, ikinci ekolü daha haklı ve güçlü kılıyor. Keşke medyanın başları, böyle bir olay meydana gelmeden önce, bugün gösterdikleri tavrı almış olsalardı.
Şimdi düşünülen önlemlerden biri, basında bir ahlak yasasının uygulanmasıdır. Böyle bir yasa Türkiye dahil bazı ülkelerde var. Ancak bunun her zaman yaşama geçirilemediği ve etkin yaptırımlara başvurulamadığı da bir gerçek. Açıkçası, özel yaşamla ilgili paparazzi türü yayınlar, (İngiltere'deki kadar olmasa bile) Türkiye'de de bir sorun...
Bu bizi, temel bir konuya, basının sorumluluğu kavramına götürüyor.
Medya elbet büyük bir güçtür ve bu gücünü ve rolünü ancak özgür bir ortamda kullanabilir. Ne var ki, bunu yaparken belirleyici faktör, sorumluluk duygusu olmalıdır. Bunun oluşması ve yaygınlaşması da hiç kolay değil.
Belki Prenses Diana'nın acıklı sonu, böyle bir bilincin ve sorumluluğun oluşmasına yardımcı olur.


Yazara Email S.Kohen@milliyet.com.tr