Sami Kohen

Sami Kohen

skohen@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları
Haberin Devamı

Kimileri, uluslararası camia Suriye’de olup bitenlere seyirci kaldığı ve müdahale etmediği için kızgın...
Kimileri ise dış güçlerin egemen bir ülke olan Suriye’ye hiçbir şekilde müdahale etmemesi için ısrarlı...
Bu birbirine ters tutumlar, Suriye krizinde yaşanmakta olan çelişkilerden sadece bir örnek. Meselenin ne kadar karmaşık olduğunu gösteren benzer başka birçok örnek var.
“Dış müdahale” ile ilgili Türkiye’deki iki örnekle başlayalım.
“El Cezire” televizyonunun haberine göre geçen hafta sonu, sınır bölgesindeki mülteci kampında bulunan Suriyeliler Esad rejimine karşı bir gösteri yapmışlar ve katliamlara son verilmesi için dış güçlerin bir an önce müdahale etmesi çağrısında bulunmuşlar. Buna karşılık Antakya’da bir grup Alevi düzenledikleri gösteride Esad’ı savunmuşlar ve dış müdahaleye karşı çıkmışlar...
Humus’ta çarpışmakta olan direnişçiler ve yurtdışında yaşayan “Suriye Ulusal Konseyi”ne mensup muhalifler, günlerden beri uluslararası camiaya “imdat” işaretini gönderiyorlar ve Libya gibi Suriye’ye de askeri bir müdahale yapılması için çağrıda bulunuyorlar.

Krize bulaşmayan yok!
Buna karşılık Batı’nın olası bir dış müdahalesine karşı sesler yükseliyor.
Özellikle Rusya ve İran, Esad rejimini devirmeye yönelik herhangi bir dış müdahalenin yapılmaması konusunda Batı’yı uyarıyor, bunun vahim sonuçlar yaratacağını öne sürüyor.
Aslında Suriye’ye müdahaleden neyin kastedildiğine açıklık getirmek gerek. Siyasi müdahaleden söz ediliyorsa, bu platformda pek çok aktörün bulunduğu açık. Batılılar ve Arap ülkeleri kadar, Rusya ve İran da bunlar arasında. Türkiye de buna dahil. Herkes kendi çıkarları doğrultusunda etkili olmaya çalışıyor.
Ama askeri müdahale başka bir konu. Esad karşıtı Suriyeli muhalifler, Batı’nın (ve Türkiye’nin) aktif askeri destek (silah dahil) vermesini arzu ediyorlar. Tıpkı Libya’da yaptıkları gibi...
Ancak bu aşamada ne Türkiye’nin, ne de Batı’nın böyle bir niyeti var. NATO Genel Sekreteri Rasmussen geçenlerde Ankara’da iken yaptığı açıklamada ittifakın Libya’dakine benzer bir askeri operasyona girişmeyeceğini vurguladı.
Aslında Suriye’deki şartlar, Libya’dakilerden farklıdır.
Suriye krizinin “askerileştirilmesi” tehlikeli durumlar yaratabilir; Batı ile Rusya’yı ve İran’ı karşı karşıya getirebilir. Bu seçim yılında Obama yönetimi de böyle bir maceraya atılmak istemez.
Dolayısıyla Suriye’ye karşı bir askeri müdahalenin yapılması ihtimali zayıf görünüyor. Ama buna karşılık siyasi ve diplomatik baskılar ve manevralar ile “dış müdahaleler” yoğunlaşacaktır. Dünkü Tunus Konferansı’nda alınan kararlar da bunu gösteriyor.

Gelen gideni aratıyor
Yukarda sözünü ettiğimiz çelişki örneklerinden bir diğeri de, Arap Birliği’nin Esad’ın çekilmesi için kullandığı gerekçe ile ilgili: Esad diktatördür, zalimdir; Suriye halkı özgürlük, adalet ve demokrasi istiyor. Dolayısıyla rejimin değişmesi zamanı gelmiştir... Doğru ama, Arap Birliği içindeki ülkelerin çoğunda durum aynı değil mi? Bazısında başlayan halk hareketi şiddetle bastırılmadı mı?
Libya örneğinde, Kaddafi’yi devirenler halen eski rejim mensuplarından intikam almak, onları ezmek peşindeler. Bir kesim için bu “gelen gideni aratıyor” anlamına gelmiyor mu?
Mısır’da dahi, Mübarek’ten sonra demokrasiye geçişin sancıları çekiliyor. Askeri vesayet devam ediyor. Şeriat düzeni kurulmak isteniyor...
Kısacası Arap dünyasında baştaki amaçlar ve umutlar ile sonradan ortaya çıkan gerçekler tezat oluşturuyor...