Sami Kohen

Sami Kohen

skohen@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları
Haberin Devamı


       Yıllar boyunca Türkiye'de politikacıların tekrarladığı bir laf var: Biz gereken değişiklikleri "onlar" istediği için değil, halkımızın yararına olduğu için yaparız...
       "Onlar"dan kasıt, uluslararası camiadır, örneğin Avrupa Konseyi'dir, Avrupa Birliği'dir, AGİT'tir, hatta ekonomik alanda IMF'dir...
       Geçmişte güçlü ve kararlı hükümetlerin gerçekten bazı önemli değişiklikleri dış etkenler devreye girmeden önce kendi inisiyatifi ile yaptığı olmuştur. Fakat açıkçası, çoğu köklü değişiklikler veya reformlar, söylenen bütün hamasi laflara rağmen, ancak "dış dinamikler" sonucunda gerçekleşmiştir.
       Bazı çevereler dış müdahale veya baskılardan yakınabilirler. Ama gerçek şudur ki, Türkiye kendi iradesi ve gelişimi ile hareket etmediği zaman, bir ikilem karşısında kalmıştır. Sonunda, dış etkenlerin zoru ile de olsa, doğru olanı yaptığında da, kazançlı çıkmıştır...
       * * *
       BUNUN çok örneği var. Yakın tarihte, Türkiye'nin 1945'te Birleşmiş Milletler'in 50 kurucu üyesi arasına katılması, tek partiden çoğulcu sisteme geçmeyi kabul etmesi sayesinde mümkün olmuştur. Böylece Türkiye hem Dünya Örgütü'nün etkin bir üyesi olmuş, hem de çok partili demokrasiye geçişi sağlamıştır.
       Aynı şekilde eğer son yıllarda Türkiye hızla kurumlaşan ve bir dünya gücü haline gelen Avrupa'nın bir parçası olmayı hedeflerken, bu kurumların kurallarına ve statülerine uymayı kabul etmeseydi, herhalde bugün önemsediği değerlere sahip çıkmayacaktı...
       Şimdiye kadar duyulan lehteki ve aleyhteki argümanlar (bugün de, - örneğin AB adaylık süreci için - geçerlidir.
       Aleyhteki argüman şu: Biz egemen bir devletiz. Politikalarımızı kendimiz belirleriz. Dış baskılara boyun eğmeyiz...
       Lehteki argüman da şu: Nasıl ki bir kulübün üyesi olmak için belirli kurallara uymak şart ise bu camianın içinde yer alabilmek için de, onun kriterleri ve statüleri ile uyum sağlamak lazım. Çıkarımız onlarla bütünleşmek ise (ki öyledir) bu yükümlülükleri de yerine getirmeliyiz...
       * * *
       YUKARIDA belirttiğimiz gibi, Türkiye "muassır medeniyet seviyesi"ne ulaşmak ve dış dünya ile birlikte hareket etmek için, politikalarını ayarladığı hallerde, bundan kazançlı çıkmıştır.
       Şimdi AB adaylığının gerçekleşmesi ile varılan noktada, Türkiye'nin tam üyeliğe geçmek için atacağı adımlar da, Türk halkının lehine, kar hanesine işlenecektir.
       Bu adımlar ne kadar erken ve hızlı atılırsa, o kadar iyi olur. Örneğin eğer Türkiye, Avrupa Konseyi'nin kararı uyarınca kabul ettiği idam cezasının kaldırılması ile ilgili mevzuat değişikliğini zamanında gerçekleştirseydi, bugünkü zor ve kompleks sorunla karşı karşıya kalmazdı...
       Kabul etmeli ki, AB adaylığının kazandırdığı ivme Türkiye'yi, aslında halkın yararına yapması gereken değişiklikleri (insan haklarından çevreye, ekonomiden düşünce tarzına kadar) gerçekleştirmeye itecektir.
       Önemli olan sonuç olduğuna göre, bunu bir fırsat olarak görmeli ve bu momentumu sürdürmeli.
       Bugünkü hükümetin gerek politikada, gerekse ekonomide sergilediği kararlılık, bu fırsatın iyi değerlendirileceği umudunu veriyor.


Yazara E-Posta: skohen@milliyet.com.tr