Sami Kohen

Sami Kohen

skohen@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları
Haberin Devamı

Dünkü yazımızda bir süreden beri Suriye’den Mısır’a, Irak’tan Lübnan’a kadar Ortadoğu politikasında birtakım aksamaların ve sıkıntıların yaşanmakta olduğunu belirtmiştik.
Hükümetin başta büyük umutlarla yürüttüğü bu politikada son zamanlarda karşılaşılan sorunlar ve başarısızlıklar, bu yeni durumun nedenlerinin iyice incelenmesini gerektiriyor.
Hemen belirtelim ki, bu olumsuzlukların tüm kabahatini Türkiye’ye yüklemek haksızlık olur. Tabii ki bölgesel ve küresel konjonktürün de Türkiye’nin karşılaştığı sıkıntılarda payı var.
Örneğin Arap Baharı’na kadar Türkiye’nin Suriye ile ilişkileri “stratejik ortaklık” noktasına ulaşmışken, bu ülkedeki ayaklanmadan sonra Esad yönetimi ile bir çatışma aşamasına girilmiştir.
Aynı şekilde son dönemde Mısır dahil, diğer bölge ülkeleriyle de iyi giden ilişkiler bozulmuştur.
İlk bakışta bu değişiklik, Arap Baharı ile ilintili görülebilir. Ancak bunda önemli olan, Türk Hükümeti’nin bu yeni gelişmeler karşısında nasıl bir tavır aldığı, tercihlerini ne yönde kullandığıdır.

Değerler ve gerçekler
İlişkilerde sıkıntı yaratan başlıca faktörleri kısaca şöyle özetleyebiliriz:

1) Hükümet Ortadoğu’daki olaylar karşısında “ilkesel bir tavır” almayı, “ahlaki” bir politikanın temeli sayıyor. Bu bağlamda Türkiye, diktatörlüklere karşı çıkıyor, demokrasiden yana bir duruş sergiliyor. Bu dürüst bir tutumdur. Ancak “değerler”e dayalı politika, gerçeklere veya ulusal çıkarlara uymadığı hallerde ters tepebiliyor.

2) Ankara “ilkesel tutum”u, bölgedeki ihtilaflarda “dengeli” davranmak yerine “taraf tutma ve hatta taraf olma” noktasına kadar götürdü. Örneğin, Esad’ın zulmüne karşı bir duruş sergilemekle yetinmedi, onu devirmeye yönelik aktif çabalar harcadı, muhalefeti ve direniş güçlerini organize etti. Sonuçta Suriye krizinin bir parçası haline geldi.
Aynı şekilde Mısır örneğinde de hükümet, yakınlık duyduğu Müslüman Kardeşler’in aktif destekçisi rolünü üstlendi. Bunda AK Parti’nin ideolojik eğiliminin payı var elbet... Bu, pratikte, Türkiye’yi tarafları uzlaştırmaya yönelik bir “arabulucu rolü” oynamak ve “nüfuzunu” kullanmak imkânından mahrum etti. Ayrıca onu -Suriye olayında olduğu gibi- büyük güçler ve hatta birçok Arap ülkesi karşısında ters duruma düşürdü.

3) Hükümetin izlediği politika, bölgede Sünni yanlısı bir yönlendirme stratejisi olarak algılandı. Türkiye bölgedeki mezhepsel çatışmalarda da bir “taraf” muamelesi görüyor. Irak’ta ve halen Lübnan’da olduğu gibi...

Yeni ayar gerek
4) Bugünkü hükümet iktidara geldiği andan itibaren Ortadoğu’da proaktif bir politika izlemeyi ve bölgesel bir güç olarak buranın “yeni düzeni”ni dizayn etmeyi hedeflemiştir. Bu iddialı tutum son zamanlarda her olayda yer alma ve hatta müdahale etme noktasına gelmiştir. Hükümet bu politikayı güçlenen bir Türkiye imajı ve büyük bir özgüven ile -ve de “sivri beyanlarla”- yürütmeye çalışmıştır.
Ne var ki -Suriye’de de açıkça görüldüğü gibi- yapılan tahminler ve hesaplar tutmamış, bu da ciddi komplikasyonlara ve sıkıntılara neden olmuştur.
Şimdi Türk diplomasisinin nerede hata yapıldığını araştırması ve bundan sonra izlenecek stratejilerde bir ince ayar yapması lazım.