Sami Kohen

Sami Kohen

skohen@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları
Haberin Devamı

İLK bakışta Türkiye ve Pakistan’daki siyasi gelişmelerde bazı benzerlikler görmek mümkün. Örneğin şu anda Pakistan, Türkiye gibi, siyasetçilerle yargı arasında bir mücadeleye sahne oluyor.
Ama bu benzerliklerin özünde, büyük farklar da var. Pakistan’da yargı ile ilgili krizin nedenleri, özellikle ve de cereyan şekli, Türkiye’dekinden çok farklı.
Unutmamalı ki, Pakistan hâlâ askeri rejimden demokrasiye geçiş sürecinin sarsıntılarını yaşıyor. Yönetimin başında henüz üniformasını yeni çıkarmış olan eski bir komutan -Pervez Müşerref- var. Siyasal sistem henüz tam oturmuş değil. Taliban başta olmak üzere, radikal İslamcı güçler giderek nüfuzlarını artırıyor. Terörün yaygınlaşması karşısında, ülkenin güvenliği, bütün siyasal tercihlerin önünde tutuluyor...
Yargı alanında da Pakistan’ın yaşadığı sıkıntının kendine özgü nedenleri  var. Üstelik Pakistanlılar bu sorunu ilk kez yaşamıyorlar. 1958’de General Eyüp Han’ın gerçekleştirdiği darbeden bu yana, bu ülkede yargı ile iktidar arasında çok kez sürtüşmeler oldu. Halen de bu kavga devam ediyor.

Krizin nedeni
Şimdiki kriz geçen kasım ayında Devlet Başkanı Pervez Müşerref’in, Yüksek Mahkeme Başkanı’nı görevden atmasıyla patlak vermişti.
Başkan ile yargı arasındaki sürtüşmenin nedeni, Yüksek Mahkeme Başkanı’nın, Müşerref’in yeni bir dönem daha seçilmek için (anayasa buna izin vermediği halde) harekete geçmesiydi. General “yargı engeli”ni ortadan kaldırmak için Yüksek Yargıç Muhammed Çodri’yi azletti. Ayrıca üst düzeyli 66 yargıcın daha işine son verdi.
Aslında Müşerref yargıdan şikâyetçiydi. Ona göre, yargıçlar terörle mücadelede yönetime ve orduya destek olacaklarına, hukuki prosedürü ve anayasayı öne sürerek, köstek oluyorlardı. Oysa Müşerref için güvenlik, her şeyden önce geliyordu...
Müşerref’in bu davranışı daha o zaman on binlerce avukatın, hukukçunun ve aydının sokaklara dökülmesine yol açtı. Ancak, Müşerref, yargı ile mücadelenin o raundunu kazandı, askeri üniformasını çıkararak tekrar Devlet Başkanı koltuğuna oturdu.
Mart ayındaki genel seçimleri kazanan iki ana parti -suikasta uğrayan Benazir Butto’nun Halk Partisi ile, Navaz Şerif’in Müslüman Birliği- kampanya sırasında, iktidara geldikleri takdirde, ilk iş olarak yüksek yargıçları eski görevlerine getireceklerini vaat etmişlerdi.
İki parti bir koalisyon kurdu ve gündemine yargıçlar sorununu getirdi. Ancak bu konuda aralarında anlaşmazlık çıktı: Halk Partisi yargıçların görevlerine dönmesi meselesinde bir anayasa reformu çerçevesinde Meclis’in karar vermesini isterken - Müslüman Birliği yargıçların bir hükümet kararnamesiyle derhal görevlerine dönmelerini şart koştu.

Sürtüşmenin sonu
Bu anlaşmazlık yüzünden son günlerde kriz yeni boyutlar aldı: Avukatlar, aydınlar bu hafta “Uzun Yürüyüş” adını verdikleri protesto gösterilerini başlattılar. Hafta sonunda ülkenin çeşitli yerlerinden gelen yüz binlerce kişinin İslamabad’da toplanıp Müşerref’in istifasını ve yargıçlara haklarının iadesini istemesi bekleniyor...
Nedenleri ve özellikleri ne olursa olsun, Pakistan’daki bu olay, yargının bağımsızlığına ve yetkilerine müdahalenin nasıl bir sonuç yarattığını gösteriyor.
Pakistan’daki “Uzun Yürüyüş”ün başını çeken ülkenin saygın anayasa hukukçusu Aitzaz Ahsan’ın şu sözleri anlamlıdır: “Bağımsız yargı olmadan demokrasi yaşayamaz. Çöken bir yargının enkazı üzerinde de parlamenter sistem bina edilemez”...