Sami Kohen

Sami Kohen

skohen@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları
Haberin Devamı

DÜNKÜ "Milliyet"in manşeti, Türkiye'nin askeri stratejisindeki önemli bir gelişmeye ışık tuttu: Türkiye Çin'le füze yapımı konusunda anlaştı...
İlk bakışta bu "damdan düşen" bir haber gibi gelebilir. Gerçekte ise bu, Türkiye'nin, kendi iç ve dış güvenliği açısından büyük ihtiyaç duyduğu silahların temini için yeni arayışlar içinde olduğunu, bu yönde de yeni adımlar attığını gösteriyor.
Türkiye Soğuk Savaş döneminde dış politikası kadar savunma sistemini de NATO'ya (ve özellikle ABD'ye) bağlamıştı. Bu çerçevede Türkiye silahlarını tek kaynaktan sağlıyordu... Arada şartlar değişti: Türkiye PKK ile savaşmak zorunda kaldı, Batı'daki ve Güneydoğu'daki komşuları ile de ciddi güvenlik sorunlarıyla karşılaştı. Bu sırada Türkiye askeri gereksinimlerini ABD'den sağlamakta - siyasal nedenlerden - zorluk çekmeye başladı...
İşte bütün bu faktörler, Türkiye'yi silah alımı ve ortak yapımı alanında başka kaynaklara yöneltiyor. Bugün Türkiye - Rusya dahil - birçok ülkelerden modern silahlar alıyor, - İsrail dahil - birçok ülkelerle savunma teknolojisinde işbirliği yapıyor.
* * *
ÇİN, askeri alanda dünyanın iddialı ülkeleri arasındadır. Komşularımızın bir kısmı zaten Çin'den füze ve benzeri modern silahlar alıyor. Türkiye'nin de Çin'le böyle bir partnerlik kurması doğaldır ve yukarda belirttiğimiz ihtiyacın bir sonucudur. Daha açık bir ifade ile, Türkiye ABD'den her istediğini alamayacağına göre, elbet başka kaynaklara başvuracaktır.
Ancak bir süredir uygulanan bu politikanın, duygusal veya ideolojik mülahazalarla saptırılmaması gerekir.
Son günlerde sözü geçen İran'la ortak savunma anlaşması fikri bu yönde kaygı yaratmış bulunuyor. İran'la kurulacak böyle bir işbirliğinin teknolojik, mali, pratik değerinin yanı sıra, yaratacağı siyasal sonuçlar da iyice hesaba katılmalı. Doğrusu, İran bu hesapta "aranan yeni kaynaklar" arasında yer almıyor...

RESMİ ziyaretlerin ardından basında yapılan değerlendirmeler, genelde sonucu ya tam bir başarı, ya da bir fiyasko olarak göstermek eğilimindedir.
Dışişleri Bakanı Tansu Çiller'in Rusya'ya yaptığı gezi için de öyle oldu. Kimi, Çiller'in masaya yumruğunu vura vura, Rus mutahaplarını dize getirdiğini öne sürdü. Kimi de, Rus Başbakanı Çernomirdin'in iltifatlarına mazhar olan sarışın - güzel bakanın Moskova seferinden somut bir sonuç çıkmadığını iddia etti!..
Bu iki değerlendirme de yanlış.
Çiller'in gezisi ne mucizeler yarattı, ne de boşa gitti.
Beklendiği ölçüde, bazı mütevazı sonuçlar alındı. Moskova'da bir Türk Ticaret Merkezi'nin kurulması kararlaştırıldı ki, bu önemli bir gelişme. Ayrıca Rus doğal gaz ithalatı artırılacak. Bu amaçla yeni boru hatlarının yapımı projeleri de hazırlanacak.
Siyasal alanda, iki taraf da iyi ilişkilere önem veriyor. Ne de olsa, Soğuk Savaş geride kaldı. Ama eski güvensizlik tam ortadan kalkmış değil. Bu güvensizliği yenmek de ortaya çıkan bazı yeni sorunlar yüzünden kolay olmuyor.
Bu sorunların başında Rusya'nın PKK, Türkiye'nin de Çeçen sorunu karşısındaki tavrı geliyor. Aslında Ankara'nın ve Moskova'nın resmi tutumları, tartışma konusu değil. Nitekim Moskova'daki görüşmelerde iki taraf da birbirini rahatsız edecek faaliyetlere karşı olduklarını vurguladılar.
Bu kez Moskova'da terörle mücadele için bir protokol de imzalandı. Bu, iki hükümetin, bu alandaki siyasi iradesini ortaya koyuyor. Ancak bu anlaşma ile Rusya'nın Kürtlere, Türkiye'nin Çeçenlere karşı davranışında köklü bir değişiklik olacağını tahmin etmek fazla iyimserlik olur.
Moskova'da görüşülen Kıbrıs Rum kesimine Rus silah satışı meselesinde de, Çernomirdin'in verdiği sözün pratik değeri sorulmaya değer.
Rus lideri Rusya'nın Rumlara sadece "savunma silahları" sattığını söyledi. Hangi silahların saldırı veya savunma cinsine girdiği her zaman tartışma konusudur. Bakalım, Çiller'in uyarısına rağmen, Ruslar S - 300 füzelerini hangi kategoriye alacaklar...
Boğazların statüsünden Bakü - Ceyhan boru hattına kadar daha birçok mesele var ki, Türk - Rus yakınlaşmasına gölge düşürüyor. Üst düzey resmi görüşmelerde diplomatik dille söylenenler, olumlu karşılanıyor ve bir taahhüt olarak algılanıyor. Ama daha sonra uygulanan politikaların bu söylenenlere pek uymadığı da ortaya çıkıyor.
Çiller'in ziyaretinde Moskova'da verilen sözler yerine getirilirse, Türk - Rus ilişkileri gerçekten güvene dayalı bir ortaklık dönemine girebilir. Bunun böyle olması, Türkiye'nin izlemek istediği "çok boyutlu dış politika" hedefine de uygun düşer.