Sami Kohen

Sami Kohen

skohen@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları

Suriye’de 14 aydan beri süren şiddet ortamında dehşet verici birçok olay yaşandı. Kara ve hava bombardımanı sonucunda kent ve kasabalar harabeye döndü, binlerce insan can verdi, on binlerce tutuklu, zulüm ve işkenceye uğradı...


Geçen cuma günü Humus’a bağlı Hule ilçesindeki olay gibi bir vahşet şimdiye kadar görülmedi. Bir ara direnişçilerin eline düşen bu kasaba, Suriye kuvvetlerinin top ve tank ateşine hedef oldu. Ardından Suriye milislerinden oluştuğu iddia edilen birlikler mahallelere dalıp geniş bir “temizlik” operasyonuna girişti. İşte esas vahşet o zaman yaşandı. Çocuklar, kadınlar katledildi. Amansızca canlarına kıyılan 108 kişiden 34’ü kadın, 49’u çocuk. Çocuklar arasında ağzında emzik olduğu halde vurulan bir bebek bile var...

Haberin Devamı


Bunlar, olay yerinde soruşturmayı yürüten BM gözlemcilerinin tespitleri.
Ama buna rağmen Esad yönetimi bu vahşetin sorumluluğunu, her zamanki gibi, “teröristler”e yüklüyor ve Şam’a karşı yapılan suçlamaları bir “yalanlar tsunamisi” diye nitelendiriyor...
Birçok çevre Şam yönetiminin iddialarını inandırıcı bulmuyor. Nitekim Güvenlik Konseyi’nin önceki gece olağanüstü toplantısından sonra yayınladığı bildirideki ifadeler de bunu gösteriyor. Rusya ve Çin’in de imzasını taşıyan bu bildiride son şiddet olayları kınanıyor, bu arada Suriye’nin halkına karşı kullandığı şiddet kınanıyor, Suriye ordusunun kentlerden çekilmesi isteniyor, Esad’ın kullandığı yöntemlerin “uluslararası hukuka aykırı” olduğu belirtiliyor...


“Dur” demekle bitmiyor
Dünya örgütünün bu tepkisi neyi değiştirecek? Esad’ı halkına karşı giriştiği amansız saldırıları sürdürmekten vazgeçirecek mi?
Hiç sanmıyoruz. Kaldı ki, Güvenlik Konseyi’nin bildirisi bağlayıcı bir karar değil, sadece bir deklarasyon niteliğinde...


Peki, Hule’deki tüyler ürpertici vahşetten sonra dahi, kim bu duruma “dur” diyecek?
Bir an için Suriye ordusunun bombardımanlarına, direniş gruplarının eylemlerinin sebep olduğunu kabul edelim. Ama Suriye ordusu daha silahlı direniş ortada yokken bile kent veya kasaba mahallelerini karadan ve havadan ağır bombardımana tabi tutuyordu. Esad’ın komutanları, böyle orantısız güç kullanımını, bir strateji olarak benimsemişler.

Haberin Devamı


Kısacası, Suriye’deki olay bir “yalanlar tsunamisi” değil, Şam’ın inatçı ve amansız politikasından kaynaklanan bir “şiddet tsunamisi”dir...


Esad şimdiye kadar bu politikayı içte ordusuna, kontrolündeki devlet teşkilatına ve etrafındaki yandaşlarına dayanarak, dışta da kendisine destek olan Rusya’ya ve İran’a güvenerek yürütmüştür.
Bu destek varken, Şam diktatörünün geri adım atması ihtimali yok...


Yeni çözüm arayışı
İç etkenlerde tek değişiklik, muhalefet ve direniş cephesinin güçlenmesi ve genişlemesi olabilir. Ne var ki, Ulusal Konsey içinde toplanan muhalif gruplar tam bir birlik içinde değiller. Direnişçilerin elinde de ordu ile başa çıkacak silahları yok. Ama bu haliyle de direnişçiler eylemlerini tırmandırıyorlar...


Dış etkene gelince, Suriye’ye karşı “Libya modeli” bir askeri müdahale söz konusu değil. Batılı ülkelerin böyle bir niyeti yok. ABD seçim, Avrupa geçim derdinde...

Haberin Devamı


Dolayısıyla iş daha çok diplomasiye kalıyor. Kofi Annan’ın misyonu açıkçası bir fiyasko. Şimdiye kadar Annan Planı tek çare olarak görülüyordu. Şimdi başka yollar araştırılıyor. Örneğin, ABD’nin üzerinde çalıştığı “Yemen modeli” gibi. Yani Esad gidecek, geçici bir yönetim kurulacak, seçimler yapılacak...


Güzel ama, bu “model”in hayata geçirilmesi için de, bir yandan Rusya’nın, diğer yandan muhalefet cephesinin “evet” demesi gerek.
Bu yönde şimdi diplomatik çabalar sürüyor. ABD Rusya’yı, Türkiye de Suriyeli muhalifleri ikna etmeye çalışıyor.
Suriye’de etraf sakinleşse belki bir şeyler olur, ama şiddet ve vahşet devam ederse, “tsunami” zor durur.