Sami Kohen

Sami Kohen

skohen@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları
Haberin Devamı

Sami KOHEN

AVRUPA Birliği'nin minik üyesi Lüksemburg'un Türkiye - AB ilişkileri konusundaki tutumu, şu sırada kendisinden kat kat geniş ülkelerin tavrından daha önemli. Çünkü 400 bin nüfuslu Lüksemburg, halen bu dev topluluğun dönem başkanıdır ve bu sıfatla da, önümüzdeki Aralık ayında, AB'nin hangi aday ülkelerle müzakereye oturacağı kararının verileceği zirveye ev sahipliği yapacaktır.
Lüksemburg'un şimdiye kadar Türkiye'nin üyelik başvurusuna pek sıcak bakmadığı bir gerçek. Dışişleri Bakanı Jacques Poos'un geçmişteki demeçleri de Türkiye'nin pek lehinde olmamıştır.
Bu tutumu nedeni ile, Türkiye'de Poos'a "Türk düşmanı" damgasını vuranlar olmuştur. Kuşkusuz yabancı devlet adamlarını, hoşa giden veya gitmeyen bazı konuşmalarına dayanıp "Türk dostu" veya "Türk düşmanı" ilan etmek, yüzeysel ve hatalı bir davranıştır. Bundan rahatsız olan Poos da önceki gün Ankara'ya gelir gelmez ilk demecinde, "ben kesinlikle Türklere düşman değilim" demek zorunda kalmıştır.
* * *
LÜKSEMBURGLU Bakanın, dönem başkanı olarak, Türk yetkilileri ile yaptığı görüşmelerde söyledikleri aslında ilk kez, olumlu bazı sinyaller içeriyor.
Poos'un verdiği şu iki mesaj önemli:
1) "Türkiye AB genişleme sürecinin bir parçasıdır. Türkiye'nin AB'ye tam üye olarak seçilebilirliğini destekliyoruz"...
Bu ifadelerle, şimdiki dönem Başkanı, Türkiye'nin istediği "AB perspektifi"ni veriyor.
Bu sözler, aynı zamanda, AB Komisyonu'nun Türkiye'ye adaylar arasında yer vermeyen tavsiyelerine rağmen, Bakanlar Konseyi'nin farklı bir tavır sergileyebileceği umudunu veriyor.
2) "Türkiye, AB kriterlerine ve koşullarına uyduğu takdirde, AB ile tam üyelik müzakereleri başlatılabilir. Bu şartlar yerine getirilmedikçe de görüşmeler başlayamaz".
İlk bakışta Poos'un bu sözleri, AB'nin zaten bilinen tavrını yansıtıyor. Ancak Türk yetkililer bu ifadeden cesaretlenmiş görünüyorlar. Çünkü onların ifadesi ile, Türkiye AB ölçeklerine uyma konusunda mesafe katediyor.
Poos'un sözünü ettiği kriterler, insan hakları, Kürt sorunu, Türk - Yunan ilişkileri ve Kıbrıs meselesini kapsıyor. Türk yetkililer, Ankara'nın bütün bu konularda yapıcı çabalar harcadığını ve bunu AB'li dostlarına anlatmaya çalıştığını söylüyorlar.
Tabii önemli olan, AB'li dostların Türkiye'nin - ve bugünkü Türk hükümetinin - bu konularda izlediği politikaları aynı şekilde algılayıp algılamadığı, atılan adımları yeterli sayıp saymadığıdır...
* * *
POOS'un "içerde" yani resmi görüşmelerde söyledikleri Dışişleri Bakanı Cem ve bakanlık yetkililerini memnun etmiş görünüyor. Bu arada şunu belirtelim ki, Poos ve Cem, Lozan Üniversitesi'nin iki eski mezunu olarak da, dostça bir diyalog ve yakınlık kurmak fırsatını buldular...
Ancak Poos'un "dışarda" yani basına söyledikleri, AB'nin "kriterleri" veya "koşulları" konusunda, farklı yorumların yapıldığını ortaya koydu.
Örneğin Poos, Kürtlere kültürel özerklik verilmesini ve Kürtlerle diyalog kurulmasını AB'nin koşulları arasında saydı. Bu ise Türk hükümetinin görüşleri ile hiç uyuşmuyor.
Türkiye, Kıbrıs ve Yunanistan'la ilişkiler konusunda da, çözüm için çaba harcadığını belirtiyor. Ancak bunun da AB'yi ne kadar tatmin ettiği sorulabilir. Poos ve diğer birçok AB yetkilisi, Güney Kıbrıs'la üyelik müzakerelerinin mutlaka zamanında (yani 1998 başında) gerçekleşeceğini söylüyor. Oysa Ankara - ve Denktaş - bu şartlarla Kıbrıs toplumlararası görüşmelerinin kesileceği ve KKTC'nin Türkiye ile bütünleşeceği uyarısında bulunuyor ki, Poos da bunun büyük bir hata olacağını açıkça söylüyor.
Belli ki, "AB kıstaslarına veya koşullarına uyma" konusunda Avrupalıların ve Ankara'nın bakış açısı ve değerlendirme tarzı arasında, hala bir uçurum var.
Türk yetkililer, bu uçurumun daha etkin bir anlatım (ve lobicilik) ile giderilebileceğini umuyor. AB yetkilileri ise, objektif kıstaslara uyulduğuna ilişkin somut belirtiler bekliyor.
Poos'un Ankara'daki sözleri - umut verici yönlerinin yanısıra - bu beklentilerin "AB perspektifi"nin gerçekleşmesinde hala esas sayıldığını hatırlatıyor...

Yazara Email S.Kohen@milliyet.com.tr