Sami Kohen

Sami Kohen

skohen@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları
Haberin Devamı

Bir ara Türk diplomasisinin bölgemizdeki sorunlarla ilgili yaklaşımı, Ankara’nın arabulucu olarak devreye girmesini sağlıyordu. Gerçekten Türkiye birçok meselede (Suriye-İsrail, Irak-Suriye, İran-ABD, Afganistan-Pakistan, Irak’ta ve Lübnan’da Şii- Sünni gibi uyuşmazlıklarda) arabulucu veya “kolaylaştırıcı” rollerini üstlenmişti.
Bu yoğun faaliyeti nedeniyle biz o zaman arabuluculuğun Türk dışişlerinin adeta yeni bir “sektör”ü haline geldiğini ve bu sayede Türkiye’nin uluslararası diplomaside önemli bir yer aldığını yazmıştık.
Bölgedeki son olaylarda ne yazık ki bu şans kayboldu. Irak, Suriye ve şimdi de Mısır krizlerinde Hükümet’in izlediği politika, Ankara’nın arabulucu veya kolaylaştırıcı rolü oynamasına imkân bırakmadı.
İktidar, bu sorunlar karşısında “ilkeli” bir tavır almayı tercih etti ve bu kıstası benimserken de, sonuçta taraf tuttu, hatta bazı uyuşmazlıklarda bizzat taraf oldu.

“İlkeli duruş”
Kuşkusuz dış meseleler karşısında ahlâki değerleri, hukuku, meşruiyeti esas alan bir politika izlemek, doğrudur ve yerindedir. Ancak böyle “ilkeli bir duruş” sergilemek ile Türkiye’yi de “sorunun bir parçası” haline getiren angajmanlara girmek farklı şeylerdir.
Ankara son zamanlarda yukarıda saydığımız örneklerde, kendisini ihtilaflı taraflardan birine bağlayan beyan ve davranışlarıyla, daha önceki yıllarda üstlendiği rolleri oynamak ve nüfuzunu hissettirmek imkânını kaybetmiştir.
“Financial Times” gazetesi geçen haftaki bir yazısında, Mısır’daki krizde Türkiye’nin arabulucu olması ihtimalinin bulunup bulunmadığını soruyordu. Ne var ki böyle bir rol oynamak için, çatışan taraflar ile diyalog halinde olmak, onların güvenini kazanmış bulunmak şart. Mısır’da -daha önce Irak’ta ve Suriye’de olduğu gibi- Türkiye’nin ikna edilmesi gereken esas tarafla ilişkisi kopuk, üstelik o tarafla bizzat kavgalı durumda...
Tekrar edelim: Türkiye Mısır’da “ilkeli” bir duruş sergilemekle doğru olanı yaptı. Eğer hükümet o noktadan itibaren, özellikle Müslüman Kardeşler üzerinde sahip olduğu etkinliği de kullanarak, krizin çatışmasız, uzlaşma yolu ile halledilmesi yönünde bir girişimde bulunsaydı, çok daha yararlı bir sonuç alınabilirdi. Bu Türkiye’nin de şikâyet ettiği “uluslararası topluluğun hareketsizliği” karşısında, Türk diplomasisinin bir arabulucu olarak devreye girme şansını artırmış olurdu...

Dengeli politika
Böyle bir tutum, Türkiye’nin birçok dost ve müttefik ülke ve uluslararası kurum ile ters veya çatışmalı duruma gelmesini de önleyebilirdi...
Oysa Mısır meselesinde -daha önce Suriye krizinde olduğu gibi- Ankara uluslararası topluluğun geniş bir kesimi ile karşı karşıya gelmiş durumda. Türk liderlerin kullandığı sert retorik bu ülke ve kurumlarla arayı daha da açıyor.
Ankara şimdi Mısır sorununa çözüm bulunması için Kahire üzerinde etkili olabilecek ülke ve kurumları göreve çağırıyor. Oysa daha dengeli ve pragmatik bir politika izleseydi, daha önce olduğu gibi, bizzat devreye girip arabulucu veya kolaylaştırıcı rolünü oynayabilirdi.