Sami Kohen

Sami Kohen

skohen@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları
Haberin Devamı

Suriye’deki olaylar Türkiye’yi zor bir ikilemle karşı karşıya getirmiş bulunuyor. Mısır’daki halk hareketi sırasında Hüsnü Mübarek’e açık şekilde “çekil” diye seslenen, Libya’daki ayaklanmanın başında suskun davranan, fakat son günlerde Muammer Kaddafi’ye “git” mesajını veren Ankara, Suriye’deki kanlı olaylar karşısında çok temkinli ve çekingen davranıyor.
Yani Başbakan Erdoğan, yakın dostu Beşar Esad’a aynı açıklıkla seslenemiyor, üstü kapalı ifadelerle muhalefete karşı aşırı güç kullanmaya son vermesi ve halkın isteklerini bir an önce yerine getirmesi çağrısında bulunmakla yetiniyor.
Hükümetin Suriye meselesinde -örneğin Mısır ve hatta Libya’dan farklı olarak- bu kritik aşamada bu kadar temkinli ve çekingen davranmasının nedenlerini anlamak zor değil.
Türkiye için Suriye, ne Mısır’dır, ne Libya... Suriye son zamanlarda Türkiye’nin Ortadoğu politikasında, öncelikli, hatta “favori” bir yer aldı. Bunda Suriye’nin en uzun sınırlı komşu ülke olmasının, ilişkilerin vizelerin kaldırılmasını, iki hükümetin ortak toplantılar düzenlemesini mümkün kılan ileri bir seviyeye erişmesinin önemli payı var. Bu arada Erdoğan ile Esad arasında karşılıklı sempatiye dayanan bir bağ kurulduğu da unutulmamalı...

Esad ile değişim
Ankara ile Şam arasındaki ilişkiler bu kadar sıkı iken, Suriye’nin sokak hareketlerine sahne olması ve bunun Esad rejimini sarsacak boyutlar alması, Türk diplomasisini de zor duruma düşürmüştür.
Açıkçası, Ankara’nın tercihi, Beşar Esad’ın daha işin başında halkın sesine kulak verip gereken reformları hızla hayata geçirmesiydi. Başbakan Erdoğan bunu defalarca Esad’a bizzat söyledi, hatta bu amaçla Şam’a özel temsilciler gönderdi. Ne yazık ki Esad reformlar konusunda elini çabuk tutmadı, bu arada sokak hareketleri yayıldı. En büyük hata güvenlik güçlerinin göstericilere ateş açması, hatta cenaze törenlerine katılanlara kurşun yağdırması oldu. Bu, kontrolü zor bir öfke dalgası yarattı. Göstericiler artık sadece özgürlük ve reform değil, Beşar Esad’ın gitmesini de istemeye başladı...
Başbakan çeşitli kanallardan Esad’a, güç kullanımına son vermesi ve halkın isteklerini yerine getirmesi telkinlerini iletmeye devam ediyor. Yetkililere göre bu aşamada Türkiye’nin bunun dışında yapabileceği fazla bir şey yok.
Gene açık konuşmak gerekirse, Ankara’nın tercihi, Esad yönetiminin halkı tatmin edecek adımları hızla atması, ülkeyi bir an önce sükunete kavuşturmasıdır. Bu, lider (yani Esad) değişmeden, halkın arzuladığı reformların (yani siyasal değişimin) gerçekleşmesi demektir.

Ondan sonra tufan!
Aslında Ankara’nın bu tutumunu paylaşanlar çoktur. ABD ve Batı da öyle düşünüyor. Hatta İsrail dahi statükonun fazla bozulmasını istemiyor. Çünkü Suriye gibi, bölge dengelerinde çok hassas bir mevkide bulunan bir ülkede, “ucu açık” bir rejim değişikliğinin nereye varacağı konusunda ciddi endişeler vardır. Diğer bir deyişle “Esad’dan sonra tufan”dan korkulmaktadır.
Ankara’nın da duyduğu bu kaygının nedeni, Suriye’nin siyasal ve toplumsal yapısının hassas özelliklerinden kaynaklanıyor. Daha açık bir deyişle Suriye, mezhepsel ve etnik çözülmelere ve bölünmelere müsait bir ülkedir. Buradaki dengelerin bozulması, başta Lübnan olmak üzere bölgedeki dengeleri altüst edebilir.
Bunlar Ankara’nın dikkate aldığı faktörler. Fakat sonuçta komşudaki olaylar, Türkiye’yi çok zor duruma düşürüyor.
Ayrıca bu yüzden son zamanlarda izlenen Suriye öncelikli bölgesel politikanın geleceği de belirsizleşiyor.