Şebnem Burcuoğlu

Şebnem Burcuoğlu

sebnem.burcuoglu@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları

Üç bin evli çift üzerinde yapılan bir araştırma göstermiş ki, düğüne çok para harcayan daha çabuk boşanıyor; mütevazı düğün yapanın evliliği ise daha uzun sürüyor.

Hangi kadın jest sevmez? Hepimiz severiz. Lakin her şeyin bir ölçüsü olduğu gibi jestin de ölçüsü olmalı. Abartılı şeylerden oldum olası tırsarım. Hani anlatırlar ya “Çocuk, kızın kapısına bir kamyon kırmızı gül dökmüş. Vay be aşka bak!” diye; ya da bir grupla masada yemek yiyorsunuz, yanınızda oturan çocuk, sevgilisine “Aşkım, güzelim, bebeğim” diyerek yanında fok balığı gibi taklalar atıyor, bir kızın ağzına çatalla yemek yedirmediği kalıyor... İçimden hep derim, “Sonunuz hayırlı olur inşallah gençler”

Haberin Devamı

Tektaşa tikkat!

Muhtemelen aşırı pahalı düğünlerle evlenen ve akabinde boşanan iki ekonomi profesörü Andrew Francis-Tan ve Hugo Mialon, çiftleri en çok hangi konunun boşanmaya sürüklediğini araştırmış. 3 bin evli çift üzerinde yapılan araştırma, tüm hikayenin evlilik teklifi esnasında alınan tektaşla başladığını göstermiş. Hatta çoğunluk demiş ki, “Tektaş ne kadar büyükse, evlilikte o kadar problem var demektir.” Tektaşa iki bin dolarla dört bin dolar arası para verenlerin, beş yüz dolarla iki bin dolar arası para verenlerden 1.3 kat sorun yaşadığını ölçümlemişler (artık bu nasıl bir sorun birimiyse?!) “En büyük tektaş benimki olmalı” diyen hemcinslerim, tektaşa tikkat!

Konu derin

Düğün seremonisine gelecek olursak, bir gecelik eğlenceye 20 bin dolar ve üzeri para ödeyenlerin, bin dolardan az ödeyenlerden 1.6 kez fazla boşandığı ortaya çıkmış. Çiftleri boşanmaya sürükleyen bir diğer etkeninse balayı olduğu profesörler tarafından öne sürülmüş. Bunlar da koskoca profesör, vardır elbet bir bildikleri.

Yani, bu iki akademisyenin demesi şudur ki, olay daha başlamadan bitiyor, balık baştan kokuyor. Tektaştı, düğündü, balayıydı, evdi, arabaydı olsun elbette ama hepsinin en büyüğünün, en fazlasının sizde olması evliliğinizi ölümsüzleştirmiyor. Konuyu sonsuza taşımak için sanki daha derinlere inmeliyiz, ne dersiniz?

Plaj işkencesi

Haberin Devamı

Kışın ayrı, yazın ayrı arıyorum sessizliği. Vallahi hasret kaldım kendisine. Bazen diyorum, “Neden gürültüyü seven, kulak zarı müzikten zerre etkilenmeyen birisi olamadım ki? İstanbul’da mekana tek bir kişinin adım atmasıyla birlikte sabahın kör karanlığında müziği sonuna kadar kökleyen kafelerden fenalık gelmişken bunun bir başka versiyonunu da yazın yaşıyoruz. Kitabını alıp okuyabileceğin bir plaj bul bulabilirsen.

Hadi diyelim ki bir mucize oldu ve sere serpe uzandığınız plajın kalitesiz hoparlörlerinden yükselen saçma sapan bir müzik yok. Kısa bir iç sevinç yaşadıktan sonra çantanızdan kitabınıza uzanıyorsunuz, tam başlayacaksınız fakat o da ne? Yan şezlongdaki teyze ansızın açıyor cep telefonundan YouTube’u ve favori şarkısını gürül gürül dinliyor. Siz hayretler içinde ona bakınırken sol tarafınızdaki genç, cep telefonundan bangır bangır favori dizisini izlemeye başlıyor bile. Yani sizin kitap yine yalan oldu.

Cep telefonumuzdan ne istersek seyredelim, dinleyelim ama bir zahmet kulaklıkla lütfen. Milletin ortasında bağıra bağıra yapılan görüntülü konuşmaların üzerine bir de bu çıktı. Hayır bir de yanlarına kibarca gidip “Lütfen telefonunuzun sesini kısar mısınız?” diye rica ettiğimde aşırı şaşkın bir ifadeyle karşılaşıyorum her defasında. O telefondan çıkan sesi bir tek kendilerinin duyduklarını mı sanıyorlar acaba? Yoksa ben aslında yoğ muyum? “Altıncı His“ hesabı... Ay bir tırstım şimdi.