Semih İdiz

Semih İdiz

sidiz@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları
Haberin Devamı

AKP iktidarının Irak Başbakanı Nuri el Maliki ile arasının limoni olduğu biliniyor. Zaman gazetesi dış politika yazarı dostum Abdülhamit Bilici, hükümete yakın kaynaklara dayandırdığı dünkü yazısında, bunun Maliki’nin Şii olmasından kaynaklanmadığını belirtmiş.
Bilici, Ankara’nın çok iyi ilişkide olduğu Allavi gibi Şii liderler olduğuna işaret ederek, sorunun, “Maliki’nin bütün Iraklıların başbakanı gibi davranmaması ve izlediği ayrıştırıcı politikalardan” kaynaklandığını belirtmiş.
Açıkça konuşmak gerekiyorsa, Ankara, Maliki’nin -İran’ın da desteği ile- ülkesinde Şii yanlısı politikalar uygulayıp Sünnileri dışladığını söylüyor. Maliki tarafından Şiilere karşı ölüm mangaları kurmakla suçlanan Irak Cumhurbaşkanı Yardımcısı Tarık el Haşimi’yi de bu yüzden korumasına almış bulunuyor.
Maliki ile Kürtlerin arasındaki sorunlara ise burada girmeye gerek yok, zira Irak’ta kendi siyasi konumlarını ve bölgelerini bir hayli güçlendirmiş olan Kürtlerin dışlanmaya çalışılması ile Sünnilerin dışlanması aynı kefede tutulamaz.

Maliki herkesi temsil etmiyor
Hükümet reddetse de, AKP’nin İslam Dava Partisi’nin lideri olan Maliki’ye bakışında mezhepsel boyut olmadığını söylemek güç. AKP’nin Şii kökenli İyad Allavi ile ilişkisi ise bunu değiştirmiyor, zira Allavi’nin “Şii” aidiyetinden ziyade “laik” kişiliği ve Batı yanlısı olması her zaman ön plana çıktı.
ABD’nin Irak’tan askerlerini çekmesinden sonra Maliki’nin giderek otoriter eğilimlere yöneldiği de doğrudur. Ancak bunu yaparken parlamentoyu elinde yuttuğu da bir gerçek. Kendisini düşürmeyi amaçlayan parlamento çatısı altındaki siyasi girişimler ise bugüne kadar tutmadı.
Uzun lafın kısası, Maliki’nin “Irak’ta herkesi temsil etmediği ve otoriter yönelişlerle kendi siyasi konumunu ve destekçilerinin ülke içindeki konumlarını güçlendirme çabasında olduğu” artık ayyuka çıkmış bulunuyor.
Bu noktada Maliki’yi ayrıştırıcı politikalar izlemekle suçlayan Ankara’ya dönmek gerekiyor. Zira insan nesnel olarak baktığında, Maliki’ye yöneltilen eleştirilerin önemli ölçüde Başbakan Erdoğan’a da yöneltilebileceğini görüyor.

Sosyal fay hattı tehlikeli hale geldi
Sonuçta, son seçimlerde “her iki oydan birini” almış olsa da, Erdoğan’ın bugün “bütün Türklerin başbakanı olarak davrandığını” söylemek zor. Hem hükümetin icraatlarına, hem de laik-dinci, Alevi-Sünni, Türk-Kürt ayrışmasına baktığımızda bunu görmek mümkün.
Bu arada hukukla çok fazla ilgisi olmadığına inanılan Balyoz kararları ile ardından kuşkusuz benzer bir şekilde gelecek olan Ergenekon kararlarının Türkiye’deki sosyal fay hatlarını daha da tehlikeli hale getirdiği kesin.
Nispeten demokratik bir seçimle işbaşına gelmiş olsa da, Maliki’nin bütün Iraklıları temsil etme gibi bir derdi olmadığı ortada. Ancak muhaliflerine karşı hırçın açıklamalarda bulunup, kendisini eleştirenleri en sert ifadelerle yeren Erdoğan için de aynısı söylenemez mi?
Maliki’nin artan otoriterliğine gelince, Erdoğan’ın otoriter eğilimleri ve rakiplerine karşı tahammülsüzlüğü hem her gün yerli veya yabancı basında bir şekilde gündeme getirilmiyor mu?

Boyner’in cevabının düşündürdükleri
Bu arada, sevilsin veya sevilmesin, en az MÜSİAD kadar saygın bir kurum olan TÜSİAD’ın Başkanı Ümit Boyner’in, Erdoğan’ın kendisine yönelttiği aşağılayıcı eleştiriler karşısında, “Başbakan’dan korkmuyorum” deme ihtiyacını duyması da ülke adına utanç verici bir durum değil mi?
Kamuya mal olmuş önemli bir şahsiyet acaba, “ileri demokrasinin” olmazsa olmaz koşullarından biri olan siyasi tahammülün geçerli olduğu hangi gelişmiş ülkede, “başbakandan korkmuyorum” deme ihtiyacını duyar?
Türkiye’de bugün yaşanan ve toplumu giderek ayrıştıran gelişmeleri göz ardı edip, “demokrasi,” ve “hukukun üstünlüğü” gibi kavramları başkalarına karşı diplomasimizin enstrümanları haline getirmeye çalışmanın tutarlılıkla çok ilgisi olduğu söylenemez.