Kim bu zengin vandallar?

25 Eylül 2008

Mim Kemal Caddesi Maçka Nişantaşı’nın en kişilikli en karakterli sokaklarından biridir, biriydi. Maalesef Keten İnşaat oraya da el attı. O canım sokağın iki sanat kurumu Portakal Müzayede Evi’nin taa Rafi Portakal’ın babası Mösyö Aret’ten yadigar olan show-room’u ile Alif Art’ın yeri, yerle bir oldu. Neden? Keten İnşaat para kazanacak, bu tarihi binaların sahipleri de mutfağı ve banyosu daha modern birer daireye kavuşacaklar. Bu ve buna benzer sokaklar Cumhuriyet İstanbul’unda ilk küçük burjuva ailelerin yerleşim bölgesi. Semtin bir dokusu var. Ama ne apartman sahiplerinin mirasçılarının ne de müteahhitin bu tarihi dokunun bozulması umurlarında bile değil.
Benim çocukluğumda Göztepe’nin ahşap köşklerini yerle bir edip yerine be-te-be apartman bozuntuları diken müteahhitler vardı. Keten İnşaat da Nışantaşı’nın modern zaman “be-te-be” müteahhiti. Bir de kendilerine “Yeni Nişantaşı’nın Mimarı” diye tahtaperde yaptırmışlar. Zaten amipler gibi sürekli bölünüp, çoğalıp yeni Keten İnşaat

Yazının Devamı

Bale yarışması ödül gecesi

18 Eylül 2008

Biliyorsunuz, geçen cumartesi gecesi, NTV de vermişti, Birinci İstanbul Uluslararası Bale Yarışması’nın sonuçları açıklandı. Bu yarışma İstanbul 2010 Avrupa Kültür Başkenti etkinlikleri arasındaydı. Herkeste bu yarışmanın doğduğu gibi öleceği konusunda kuşkuları vardı. Ödül treninde sahneye çıkan “inşallah gelecek yıllar da devam eder” dileğinde bulundu. Bir başka tuhaflık da başarılı ve doğal bir biçimde gecenin sunuculuğunu yapan Tan Sağtürk’ün Grand Prix, yani büyük ödülü alanı açıklayacağı sırada oldu. Sağtürk daha ismi okumadan izleyiciler kuvvetle alkışlamaya başladı, ödülün sahibi yetenekli Kadir Okurer de oturduğu sandalyeden kalkıp, bir adım öne çıkıp hafif reverans yaparak alkışlayanları selamladı. Tamam, bir gece önce Kadir’in birinci olacağı aşağı yukarı ortaya çıkmıştı ama ben; “acaba kuliste birinciyi açıklamışlar mıydı ya da sonuç daha önceden mi  belliydi, herkesin bildiği ama benim kaçırdığım bir şey mi vardı?” gibi kuşkulara kapıldım. 

Alkış

Yazının Devamı

3 Michelin yıldızlı bir şefimiz ve bir lokantamız olacak

11 Eylül 2008

Yozgatlı işadamı Erdoğan Akdağ’ı Yozgat’ta tanımayan yoktur. İlkokulu ve ortaokulu Yozgat’ta okuduktan sonra Almanya’da yüksek makine mühendisliği diploması alan, üstüne üstlük ABD’nin ünlü Massachusetts Institute of Technology (MIT) okulundan da lisans üstü dereceyle Türkiye’ye dönen Erdoğan Akdağ, Yozgat’a adının içinde Yibitaş olan birçok fabrika kazandırdı. Yibitaş’ı bir çimento devi yapıp Lafarge’la evlendirdi. Ortaklık 2007’de Portekizli çimento şirketi Cimpor’a 535 milyon euro’ya satıldı.
Erdoğan Akdağ’ın oğlu Bahri Akdağ da şirketlerinin yönetimindeydi. Bahri Akdağ, Türkiye’ye ünlü restoran ve otel el kitabı Michelin Guide’dan 3 yıldızlı bir şefi Türkiye’ye getirmek üzere. 1949 Güney Tiroller doğumlu Alman-İtalyan Heinz Winkler 32 yaşında Michelin’den 3 yıldız almış bir şef.  Bahri Akdağ,  Winkler ile Bavyera Gölü kıyısında Chiemsee’deki Heinz Winkler’in Residenz’inde tanışmış. Bu Rezidenz’te Heinz Winkler

Yazının Devamı

Cinnetevler mi, Cennetevler mi?

4 Eylül 2008

Bodrum Yarımadası’nda Türkbükü’nden sonra, Yalıkavak’tan önceki koy Gündoğan’dır. 15-16 yıl önce bu köy şipşirin bir yerdi, giderek Türkbükü’ne benzemeye çalışıyor. İşte bu koyda dışişleri çevrelerine biraz gıcık olanların Cinnetevler diye iğneledikleri gerçekten de dışişleri mensuplarının nadir de olsa bir araya gelip ortaya çıkardıkları uygar bir sitesi vardır; Cennetevler...
Temmuz - ağustos ayları sahilde yer bulabilmek için sabah erken yüzenler, plaj iskemlelerinin üzerine havlu bırakırlar. Site yapıldığı yıllarda mal sahiplerinin hemen hepsi aktif büyükelçi, meslek memuru veya idari memur iken bugün çoğu emekli. Şemsiye altları dedikodu odakları olsa da, plaj şezlongları nostalji tozlarıyla örtülse de, konular hızlıca tüketilip kısırlaşsa da yine de herkesi bir arada görmek hoştur.
Rekabette yaş farkı gözetmeyen turnuva
Cennetevler’in dört yıldır tekrarlanan “rekabette yaş ve cinsiyet farkı gözetmeyen” bir tavla turnuvası var. Bu turnuva birkaç yıl önce

Yazının Devamı

Can Kıraç’ın öğle uykusu

14 Ağustos 2008

Koç Holding’e gencecik bir yüksek ziraat mühendisiyken giren ve tam 41 yıl ilk ve son işi olarak devam eden Can Kıraç’la önceki haftalarda bir söyleşi yaptım. Bu hafta cumartesi, Haberturk’teki programımda yayınlanacak. Söyleşi boyunca güldük durduk. Damıtılmış bir espri anlayışı ve bilgeliği var. Çok komik anlattığı anıları var. Bir tanesi şöyle:
Koç Holding’in Nakkaştepe’ye taşındığı yıl üst düzey yöneticilerin ve aile fertlerinin odalarının yanına birer de dinlenme odası yapılmış. Vehbi Bey ve Rahmi Bey o odalarda öğle yemeğinden sonra biraz kestirirmiş. Can Kıraç’ın eşi İnci Hanım da Can Bey’e; “E, madem onlar yatıyor, sen de yat” demiş ve işe giderken pike, çarşaf, yastık kılıfı falan vermiş. Can Bey de yemekten sonra biraz uyumayı aklına koymuş.
Rahmi Bey öğle uykusuna yatarken soyunup da yatarmış. O yüzden Can Kıraç da soyunmuş, İnci Hanım’ın verdiği pikenin altına girmiş. Tam dalacak, tak, tak, tak... Kapı.  “Ne o?” demiş. Sekreteri Aylin Hanım ; “Suna Hanım sizi

Yazının Devamı

Atatürk’ün isim taktıkları

7 Ağustos 2008

Yaşı uyanlardan duyarsınız; “İsmimi Atatürk taktı” derler. İşte bunlardan ikisi Çankaya’da Pembe Köşk’te doğan İsmet İnönü’nün çocukları Özden Toker ve Erdal İnönü. Ağabey Ömer İzmir’de doğduğu için onunki ailenin taktığı. Erdal, erkeğin dallanıp budaklanmasıymış. Özden de Öztürkçe bir isim. Geçenlerde Can Kıraç’tan öğrendim, onun da hem adını hem soyadını Atatürk takmış. Can, Özden, Erdal... 1930’lardaki modern adlara bakın. Can Kıraç’ın babası Atatürk Orman Çiftliği’nde ziraat mühendisiymiş.
Can Kıraç orada doğmuş. Sonra Atatürk, Kıraç ailesini yeni bebekleriyle ABD’ye göndermiş. Baba Kıraç kuru tarımcılık üzerine çalışmalar yapmış dört yıl. Döndükten sonra da yeni Türkiye Cumhuriyeti’nde en iyi kuru tarım uygulamasının Eskişehir’de yapılacağını düşündüğünden oraya tayin istemiş (aradaki fark; şimdilerde ABD’den dönenler iktidara prens oluyor).
Tabii Eskişehir tam da

Yazının Devamı

Dali’nin Gala aşkı

31 Temmuz 2008

Cuma günü 17 gazeteci Katalonya’ya yola çıktık ve İspanyol gerçeküstü (sürrealist) ressam Salvador Dali’nin ayak izlerinin peşine düştük. Ünlü Dali üçgenini; oturduğu ev Portlligat (Portligat), Tiyatro-Müze, Torre Galatea’nin (Gala Kulesi) bulunduğu Figueres (Figeres) ve karısı, idolü, ilham kaynağı Gala’nın evi Pubol Şatosu’nu gezdik, tüm hayatı bir performans olan Dali’yi ve onu fırıl fırıl parmağında oynatan Gala’nın özeline girdik. Neden mi? Sabancı Müzesi 20 Eylül’de Dali’nin yaşadığı kentteki Gala-Dali Müzesi’nden 300 parçalık bir sergi getiriyor, biz önceden Dali’yi tanıdık. Milliyet’ten Filiz Aygündüz’den okuyacaksınız, kaçırmayın. 

Biraz uçuk, biraz gerçeküstü aşk
Ben Dali-Gala aşkını anlatmak istiyorum, biraz uçuk, biraz gerçeküstü biraz da olağanüstü aşkı... Aşkın başlangıcı 1927 yazı. Yer, İber Yarımadası, İspanya-Fransa sınırına birkaç kilometre uzaklıkta Pireneler’in eteğindeki

Yazının Devamı

Çiçeği burnunda bir AB ülkesi: Estonya

17 Temmuz 2008

Hiç yolunuz Estonya’ya düştü mü? Nereden düşecek, Sovyetler Birliği dağılmasaydı, Estonya bağımsızlığına kavuşmasaydı, hemen ardından da herkesleri, başta da bizi sollayıp Avrupa Birliği’ne girmeseydi Finlandiya Körfezi’ne açılan bu küçücük ve tenha ülkeden haberimiz bile olmazdı.
Oysa şimdi, Avrupa Birliği’nin son genişlemesinden sonra Güney Kıbrıs Rum Cumhuriyeti’nin ardından ekonomisi en güçlü ülkeymiş. Talin’deki Büyükelçimiz Şule Soysal, ülke bütçesinin hep artıda olduğunu söyledi. Estonya’ya Türk Hava Yolları uçmuyor. Oraya varmak için en kestirme yol Helsinki’ye uçmak, havalanından bir taksiye atlayıp feribotu yakalayıp Estonya’nın başkenti Talin’e varmak.
Feribot çok rahat, harika bir yolculuk. Küçücük adacıkların arasından geçerek Finlandiya Körfezi’ni kat ediyorsunuz. Herkes lıkır lıkır bira tüketiyor, en fıstık kızdan en uzun oğlana kadar bira göbeği bağlamışlar. Feribotun her köşesi kumar

Yazının Devamı