Serpil Çevikcan

Serpil Çevikcan

scevikcan@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları
Haberin Devamı

Yeni anayasanın kaldıracı olan başkanlık sisteminin Amerika’yı yeniden keşfetme tarzı bir konu olmadığı her fırsatta vurgulanıyor.
Türkiye’de gündem oluşturması 1960’ların sonlarına kadar giden başkanlık meselesinin ilk kez Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan tarafından arzulanmadığı da kesin.
Turgut Özal, Süleyman Demirel, Alparslan Türkeş hatta Bülent Ecevit’in bile ciddi tezlerle bu sistemi, istikrara dayalı bir siyasal dönüşümün manivelası olarak akıllarında tuttukları biliniyor.
“Erdoğan ve başkanlık” konusunun ilk ne zaman birlikte geçtiğine dair bir arşiv çalışması yaptığınızda ilginç verilerle karşılaşıyorsunuz.
Örneğin, tarih 15 Haziran 1998.
Milliyet’in Entellektüel Bakış köşesinde, Naki Özkan imzasıyla yayımlanan bir röportaj.
Röportajı veren isim, İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Tayyip Erdoğan’ın danışmanı Ömer Çelik.
Fazilet Partisi (FP) mitinglerinde “Başbakan Tayyip Erdoğan” sloganlarının atıldığı günler.
Erdoğan hakkında Siirt konuşması nedeniyle açılan dava sürüyor.
Şimdinin Ak Parti Sözcüsü Ömer Çelik, “Arşivler incelense Tayyip Erdoğan’ın Siirt konuşmasından daha sert konuşmaları bulunabilir. Niçin şimdi bir dava açıldı” sorusuna şu çarpıcı yanıtı veriyor:
“İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı için Erdoğan’ın oy oranına yetişecek bir lider bulunamadı. Önümüzdeki seçimlerde Erdoğan’ın bertaraf edilmesiyle ilgili bir dava bu. İkincisi de Türkiye’nin gizli gündemi, siyasi çalkantılarının nedeni başkanlık sistemine geçme çabaları. Bu sisteme geçildiği zaman zinde güçler kendilerini rahatlatacak birini görmek istiyorlar. Başkanlık sistemi yarışında da Erdoğan’ın önemli bir figür olduğu görülüyor. Erdoğan hakkındaki dava da bir mühendislik faaliyeti sonucu ortaya çıktı. FP’yi küçülten bir operasyonda bu kadar büyüyen bir Erdoğan’a tahammül edilemeyeceği görülüyor.”

Tanıdık nitelemeler
Tarih bizi bugünlere taşırken Erdoğan’ın hep en yakınındaki isimlerden biri olan Çelik’in o günkü gelişmeler konusunda başkanlıkla bağlantılı olarak yaptığı analiz sadece Cumhurbaşkanı’nın 18 yıl önce yansıttığı siyasi potansiyel açısından dikkat çekici değil.
“Er ya da geç Tayyip” başlığını taşıyan uzun söyleşiden yansıttığım bu paragraf, “mühendislik faaliyeti”, “zinde güçler” veya “büyüyen Erdoğan’a tahammül edememek” nitelemeleriyle tanıdık.
Elbette bu değerlendirmeyi Türkiye’nin bugün içinde bulunduğu şartlar ve 14 yıllık Erdoğan liderliğinin ardından yeniden okurken pek çok değişkeni hesaba katmak gerekiyor.
Konu derin.
Bugünlük “başkanlıkla” Erdoğan isminin, uzun yıllar önce Ömer Çelik tarafından yan yana getirildiğini ve bunun engellenmesi için uğraşan, “dönemin üst aklının” o gün için de zikredildiğini yansıtmakla yetineyim.
Ak Parti Genel Başkan Yardımcısı Çelik’e, o röportajın hikâyesi çerçevesinde anayasa ve başkanlık konusunda sorular yöneltme hakkımı saklı tuttuğumu da not edeyim.
Gelelim bugünkü anayasa meselesine...

Takvim net
Yeni anayasa ve özellikle başkanlık sistemi konusundaki tartışma devam ediyor, ancak dozu yükselmeden.
Bunun bilinçli bir tercih olup olmadığı yolundaki soruyu yanıtlarken esas alacağımız bir arka plan var.
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın, başlamadan biten Anayasa Uzlaşma Komisyonu macerasının, “Görünen köy kılavuz istemez” misali bir zaman kaybı olduğu yolundaki yaklaşımı biliniyordu.
Başbakan Ahmet Davutoğlu’nun Meclis zemininde, mutabakatla yeni anayasa yapılmasının denenmesi konusundaki ısrarlı tavrı nedeniyle başkanlık konusunda ayak sürüdüğü, bu nedenle meseleyi zamana yaydığı iddialarına muhatap olduğu da malum.
Komisyonun dağılmasının ardından Davutoğlu’nun, “Madem öyle, biz kendi teklifimizi hazırlar veririz, vatandaşa da sorarız” diye özetleyebileceğimiz bir yol haritası çizdiğine ve bunun takvimini de somut olarak deklare ettiğine tanık olduk.
Bu takvim, bir ay içinde yazımın tamamlanması, en geç eylülde referanduma gidilmesini öngörüyor.
Öğreniyoruz ki Cumhurbaşkanı ile Başbakan arasında, yeni anayasaya ilişkin olarak yapılan son görüşmede bu takvim ve süreç de ele alınıyor.
Başkanlık meselesinin önce vatandaş tarafından içselleştirilmesinden yana olan Cumhurbaşkanı’nın yapboza müsait olmayan anayasa konusunun aceleye getirilmemesi yaklaşımı bu görüşmede de gündeme geliyor.
Cumhurbaşkanı Erdoğan, başkanlık konusunun yeni anayasadan ayrı bir konuymuş gibi tartışılmasının yarattığı kafa karışıklığının farkında.

‘Önce millet’
İşin aceleye getirilmemesini istemesinin temel nedeni de bu.
Bu nedenle, “Önce millet ne yapmak istediğimizi anlamalı” diyor.
Yeni anayasada belirleyici aktör Ak Parti olduğuna göre, iktidar partisi gaza ne kadar basarsa süreç o kadar hızlı, frene ne kadar basarsa o kadar ağır ilerleyecek.
Cumhurbaşkanı’nın yaklaşımı net.
Hükümet kaynakları da “Bu konuda irademiz tam” diyor.
Yeni anayasa yazımı sürüyor.
Edindiğim bilgilere göre, Başbakan Davutoğlu, istişarelerini genişleterek sürdürecek.
Önümüzdeki dönemde sivil toplum kuruluşları, aydınlar ve sanatçılarla yeni anayasa konusunda toplantılar yapacak.
Şimdilik bu toplantılar konusunda bağlanmış bir takvim yok.
Cumhurbaşkanı ile Başbakan’ın başkanlık konusunun millet nezdinde “olgunlaşması” konusunda hemfikir olduğunu söyleyebiliriz.