Yazarlar Şimdi İslamcılar mı gelecek?

Şimdi İslamcılar mı gelecek?

23.12.1997 - 00:00 | Son Güncellenme:

Şimdi İslamcılar mı gelecek?

Şimdi İslamcılar mı gelecek

Şahin ALPAY

Yasemin Çongar geçen günkü bir haberinde, ABD'nin Orta Doğu sorunları üzerinde uzmanlaşan araştırma kuruluşlarından Washington Institute 'un "Türkiye'nin Solan Avrupa Rüyası" başlıklı raporundan söz ediyordu. Raporda, ezcümle, "AB adaylığından dışlanması halinde Türkiye'de İslamcıların güçleneceği ve zaman içinde Türk dış politikasının Batı yanlısı yöneliminin zedeleneceği" ileri sürülüyordu. (Milliyet, 13 Aralık)
Avrupa bütünleşmesinden dışlanması halinde Türkiye'de İslamcıların güçleneceği ve Türkiye'nin dışpolitikasında Batı'dan uzaklaşacağı tezi, elbette ki, hiç bir şekilde yeni sayılamaz. Bunun kimi "Batıcı ve laik" politikacıların Türkiye'yi Avrupa bütünleşmesine dahil ettirebilmek için kullandıkları tezlerden biri; "AB'nin stratejik perspektifi yok" argümanının bir parçası olduğunu biliyoruz. Söz konusu politikacıların "Oyunuzu bize vermezseniz sonra İslamcılar gelir" tezini iç politikada da bir "koz" olarak kullandıklarını; bu alanda (sonradan İslamcılarla ortaklık kuran) Bayan Tansu Çiller 'in özellikle temayüz ettiğini de biliyoruz.
Gelelim tezin bir gerçekliği olup olmadığına: Lüksemburg zirvesinden çıkan karar, Türkiye'nin içinde İslamcıların güçlenmesi ve Türkiye'nin dış politikada Batı'dan uzaklaşması sonucunu verir mi? Zirve sonrasında yaşananlara bakacak olursak:
* Zirveden çıkan kararlara tepkiler, esas olarak iktidar - muhalefet ekseni üzerinde ayrıştı. Gerek DYP, gerekse RP sözcüleri, zirve sonucunu "anti - demokratik baskılarla iktidara gelen" hükümetin bir başarısızlığı olarak yorumladılar. İslamcı kalemşörler dahi, iktidarı "Türkiye'nin hem Doğu'dan, hem de Batı'dan dışlanmasına" neden olma noktasından eleştirdiler.
* Tepkilerin esas odağını, ifade ve örgütlenme özgürlüğünü korumak için giderek Batı'nın desteğine ihtiyaç duyan İslamcılar değil, iktidardaki "Batıcı ve laik" parti ve çevreler (bu arada askeri çevreler) oluşturdu.
AB genişleme sürecinden dışlanmasının Türkiye'de İslamcıları güçlendireceği tezi, politik pazarlıklarda veya politik propagandada bir değer taşıyabilir, ama politik gerçeklerimizle bağdaşır yanı pek zayıf. Türkiye'de İslamcılığı güçlendiren esas faktör, "Batıcı ve laik" partilerin Türkiye'yi kişi başına düşen gelirin 3 bin dolar dolayında olduğu azgelişmiş bir ülke ve özgürlüklerin kısıtlandığı bir yarı - demokrasi olmaktan çıkaracak ekonomik ve siyasi reformları yapmamakta ısrarla direnmeleri.
Türkiye'nin Avrupa'dan uzaklaşması söz konusuysa, bunun esas sorumluları da AB değil, yine zorunlu reformları yapmamakta direnen "Batıcı ve laik" partiler. Oyunu kurallarına göre oynamayı reddeden, yani demokrasiyi, insan haklarını ve azınlıklara saygıyı güven altına alan kurumlarda istikrar sağlayamayan bir Türkiye'nin "Batı kulübü"nde bulabileceği yerin, tek başına stratejik öneminin sağlayacağı bir "bekleme odası" ndan öteye gidemeyeceği çok açık.
Reform yapmamakta direnen bir Türkiye'nin dış politikada Avrupa'dan uzaklaşırken, giderek (stratejik kaygılarına Türkiye'de demokrasiden daha fazla önem vermek durumunda olan) ABD ve (stratejik nitelikte olanlar dışında Türkiye'den hiç bir beklentisi olmayan) İsrail eksenine mahkum hale gelmesinde şaşılacak bir yön de olmamalı.
Nihayet, Türkiye'yi azgelişmiş bir ekonomi ve bir yarı - demokrasi olmaktan çıkaracak reformları yapmamakta direnen "Batıcı ve laik" politikacıların giderek kendi bindikleri dalı kestiklerini; askerlerin iç ve dış politika üzerindeki etkisinin adım adım ilerlediğini; Türkiye'nin "askeri denetim altında" bir tür demokrasi olmaya doğru gittiğini görmüyor muyuz?

Yazara Email S.Alpay@milliyet.com.tr