Üç bin liraya albüm


Elinde anahtar teslim albümüyle giden; klibini bile kendi parasıyla çekmeye razı müzisyenden bir de 3 bin lira CD baskı ücreti talep ediyor bazı prodüktörler. Arkadaşım sen ne iş yapıyorsun diye sormazlar mı adama?



Hani insanların zaafları üzerinden para kazanan kimi uyanıklar vardır; bazen internette ya da sokak ilanlarında rastlıyorum: “Romanınız mı var, getirin basalım, meşhur bir yazar olun...” Olayın alt metni ise şu: “Yazdığınız kitabın bir şeye benzeyip benzemediği umurumuzda değil. Biz baskı maliyetinin üstüne bir miktar kâr koyalım; o parayı da sizden alalım. Siz de üste para vererek yazar oldum diye sevinin.”Hâlbuki kartvizit bastırmaktan ne farkı var değil mi? Dünyanın en önemli romanı sandığınız eserinizi bütün yayınevleri reddettikten sonra ancak son çare kendini kandırmak olabilir eğer alan razı veren razıysa...
Peki, aynı şeyin bir müzik albümü için de söz konusu olabileceğini düşündünüz mü hiç? Evet böyle bir durum var. İşin kötüsü roman meselesindeki kadar aleni değil; kitabına uydurarak yapıyorlar müzik işinde aynı numarayı. Nasıl mı?
Biliyorsunuz piyasanın o şaşalı günlerinde, çoğu zaman elinizde şarkınız bile olmadan çalardınız prodüktörün kapısını. Prodüktörün; sizin ‘para edeceğinizi’ düşünmesi halinde derhal repertuar çalışması yapılır, seçilen şarkılar eser sahiplerinden alınır, stüdyoya girilirdi. Artık ne kadar sürerse... Albümden sonra tanıtımı, video klibi de dahil olmak üzere tüm bu süreçlerin maliyeti prodüktöre aitti.

Haberin Devamı

Mp3 bir tek bizi mi vurdu
Dili geçmiş konuşuyorum ama bu bize özgü bir durum. Çünkü prodüktörlük tüm dünyada hâlâ aynı anlama geliyor. Yani internetten, mp3 paylaşımından tek darbe almış memleket bizmişiz gibi konuşuyoruz ama bir tek bizim sektör bu kadar ağlak bu konuda. Çünkü iş yapış biçimini değiştirme ve gelişmelere ayak uydurma konusunda da bir o kadar hantal. Çok yakın bir geçmişe kadar korsanı sokakta tezgahlarda CD satan kişilerden ibaret sanan ve hâlâ internetle doğru dürüst rekabet edecek projeleri geliştirememiş bir sektör bizim sektör.
Hiç projeleri yok sanmayın; var elbet. Bizim prodüktör şirketlerin değişime ayak uydurmak için buldukları yöntemin hikayesi aynen şöyle...

Haberin Devamı

Prodüktörler ne yapıyor?
Önce anahtar teslim olmayan (basılmaya hazır halde olmayan) hiçbir müzik albümüne finansal destek vermeme yoluna gittiler. Arkasından en fazla bir klip parası veririz noktasına geldiler. Şimdilerde sadece çok güvendikleri isimler için klip bütçesi ayırıyorlar.
Yani aslında tüm bu masrafları üstlenerek kendi albümünüzün prodüktörü olmuş oluyorsunuz. Sizin sırf amblemi CD kapağında olsun diye kapısında yattığınız şirketin bir dağıtımcı kadar bile hakkı yok albümünüzün üzerinde. Ama öte yandan kağıt üzerinde o albüme dair çok önemli hakları var. Ve siz o albümü çıkartabilmek için o sözleşmenin altına imzayı basıyorsunuz. Yani sözün kısası prodüktör, prodüktörlük yapmıyor, siz kendi albümünüzün sponsoru oluyorsunuz ama kendi albümünüzün tüm yapımcı haklarını da sebepsiz yere bir başkasına devretmiş oluyorsunuz.
Prodüktörün girdiği tek risk albüm baskı maliyeti diyorduk eskiden. Şimdilerde o riske de girmiyorlar. Elinde anahtar teslim albümüyle giden; klibini bile kendi parasıyla çekmeye razı müzisyenden bir de 3 bin lira CD baskı ücreti talep ediyor bazı prodüktörler. Arkadaşım sen ne iş yapıyorsun diye sormazlar mı adama?

İstanbul’un ‘Ses’i
Tanıdığım en yetenekli, en renkli kişiliklerden biri Cengiz Tünay. Her şeyden önce bir oyuncu, oyun yazarı; sonra gazeteci ve fotoğraf sanatçısı. Bu yazıya konu olmasına neden olan özelliği ise, bir süredir üzerine çalıştığı belgeseller.
Şimdilerde son rötuşlarını yaptığı çalışmasının adı ‘İstanbul’un Ses’i-2010’. İstanbul’un en önemli kültürel simgelerinden biri olan, modern Türk tiyatrosunun doğumuna ve neredeyse tüm ömrüne şahitlik etmiş 125 yaşındaki Ses Tiyatrosu’na dair 60 dakikalık bir belge filmi.
Üzerinden yüzlerce büyük oyuncunun geçtiği sahnesi bir sahneden çok daha fazla şey ifade ediyor Ses Tiyatrosu’nun. Osmanlı’yı, Dünya Savaşı’nı, işgal yıllarını, Cumhuriyet’i yaşamış bu tarihi sahnenin kaderine terk edilmesine sessiz kalmamak gerek. Ses Tiyatrosu’nun hafızasını gelecek kuşaklara aktarmak sorumluluğu tüm İstanbullulara ait bir ödev. Tıpkı Emek Sineması, AKM için geçerli olduğu gibi...

Haberin Devamı

Kimler yok ki?
Bu noktadan yola çıkan Tünay, bu belge filmi tarihi ve kültürel değerleri yok edenlerin çocuklarına armağan ederek başlıyor söze. Filmin anlatıcısı Ferhan Şensoy. Yapıta anlatımlarıyla katkıda bulunan o kadar önemli isim var ki; Yıldız Kenter, Müşfik Kenter, Gülriz Sururi, Genco Erkal, Erol Günaydın, Zihni Göktay, Timur Selçuk, Tuncel Kurtiz, İzzet Günay, Fikret Hakan, Eşref Kolçak; aynı zamanda projenin danışmanları olan Haldun Dormen ve Gökhan Akçura...
Belgeseli herkesten önce izlemiş şanslı bir azınlığın parçası olarak birkaç küçük bilgiyi paylaşmak isterim. Film üç bölümden oluşuyor. İlk bölümde tiyatronun mimarisi üzerine bilgilendikten sonra, ikinci bölümde mekanın at cambazhanesi olduğu dönemden 1923’e kadarki gelişimini görüyoruz. Son bölümde ise cumhuriyet dönemine bakarken özellikle Haldun Dormen ve Ferhan Şensoy’un tiyatronun ayakta kalması için gösterdiği insanüstü çabalara tanık oluyoruz. Belge film; sahne hayatına Ses Tiyatrosu’nda adım atan Münir Özkul’un muhteşem tiradıyla perdesini kapatıyor.
Büyük bir aksilik olmazsa önümüzdeki kasım ayında Ses Tiyatrosu’nda galası yapılacak filmi ne yapıp edip izlemenizi öneririm.