Tunca Bengin

Tunca Bengin

tunca.bengin@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları

Türk tarihinde ağustos ayının ayrı bir yeri ve önemi var... 26 Ağustos 1071’de Malazgirt Savaşı’nda Sultan Alparslan Bizans ordusunu yenerek Anadolu’nun kapılarını Türklere açtı. Bundan 9 asır sonra 1922’de yine bir 26 Ağustos günü Mustafa Kemal Atatürk’ün “Ordular ilk hedefiniz Akdeniz’dir” komutuyla başlayan ve 30 Ağustos’ta Yunan ordusunun bozgunuyla sonlanan Başkomutanlık Meydan Muharebesi Anadolu’nun sonsuza dek Türk yurdu olarak kalacağını tüm dünyaya gösterdi... Bu zaferler ülke olarak kutup yıldızımız konumunda... Her ikisinin ardında meşakkat, çaba, olağanüstü fedakârlık, daha da önemlisi, dâhiyane hazırlanmış bir strateji var. Dahası, Türk ve insanlık tarihi için böylesine önemli sonuçlar doğuran bu iki parlak zaferin aynı ay hatta aynı güne denk gelmesinin yanı sıra güç dengeleri açısından da benzerlikleri söz konusu. Örneğin, hem Malazgirt hem de Başkomutanlık Meydan Muharebesi’nde, Türk ordusu gerek asker gerekse harp malzemeleri bakımından kendisinden katbekat üstün bir güçle çarpıştı ve düşman ordusunu imha ederek kesin zafere ulaştı. Benzerlikler noktasında en çarpıcı olan da Alparslan ve Atatürk’ün hem savaş öncesi hem de sonrasındaki davranışlarının örtüşmesi. Marmara Üniversitesi Tarih Bölümü Öğretim Üyesi Prof. Dr. Vahdettin Engin anlatıyor:

Haberin Devamı

“Büyük taarruzun olacağı gün Mustafa Kemal Paşa Kocatepe’de şafakla beraber saldırıya geçmeden hemen öncesinde ‘Yarabbi Türk ordusunu muzaffer et. Türklüğün ve Müslümanlığın düşman ayakları altında esaret zincirinde kalmasına müsaade etme’ diye dua ediyor (yaveri İsmail Hakkı Tekçe’nin anıları).

Alparslan’ın savaşın hemen öncesinde ettiği benzer duanın özeti ise ‘Yarabbi sana tevekkül ediyor ve senin uğruna cihat ediyorum. Ey Allah’ım, niyetim halistir, bana yardım et’ şeklinde. Bu da her iki komutanın da aslında savaştan önce manevi bir duyguyla da Allah’tan yardım istediklerini gösteriyor.

Benzerlikler savaşın sonrasında da devam ediyor. Malazgirt Meydan Muharebesi’nde Bizans ordusu Başkomutanı Diyojen, esir düşüp Alparslan’ın huzuruna getirildiği gibi, Başkomutanlık Meydan Muharebesi’nde de Yunan ordusu Başkomutanı General Trikopis esir alınıp Atatürk’ün huzuruna getiriliyor. Ve bin yıl arayla her iki Türk komutan da alicenaplık göstererek düşmanını hoş tutuyor, idam ettirmiyor. Dolayısıyla da bu davranışlar, yani düşmanın da olsa ona iyi davranıyor olabilmek Türklerin sahip olduğu bir medeniyetin çok net göstergesi.”

Haberin Devamı

Bunlar gerçekten ilginç benzerlikler ama aslında buna Atatürk’ün tarihe verdiği önem demek daha doğru. Ki bunun örneklerini Atatürk’ün attığı adımlarda fazlasıyla görmek olası. Şöyle ki: Halk Fırkası onun için çok önemli; kendi partisi ve onun kuruluşunu yine önemli bir tarih olan 9 Eylül’e denk getiriyor. Erzurum Kongresi Milli Mücadele’nin başlangıcıdır ki onu da özellikle 23 Temmuz’da, yani 2. Meşrutiyet’in ilan tarihinde topluyor. Çünkü o tarihlerde milli bayram olarak kabul ediliyor.

Peki, bugün ülkede herkes tarihini iyi biliyor mu? Engin yanıtlıyor:

“Maalesef en büyük sıkıntımız bu zaten. Hem iyi bilmiyoruz hem de herkesin kendine göre bir tarih yaratma çabası içinde olma gibi bir durum söz konusu. Bazı tarihi gelişmeleri görmek, bazılarını görmezden gelmek ya da işine yaradığı gibi değerlendirmek gibi... Mesela Büyük Taarruz Türkiye’yi esaretten kurtardı, ülkenin Anadolu’daki birliğini, bugünkü coğrafyamızı elde etmemizi sağladı ama buna rağmen saptıranlar da var...”