Günümüzün en popüler sözcüğü ya da açıklaması “Adayım”... Daha doğrusu “Aday adayıyım”... Şu ana dek toplumun hemen her kesiminden binlerce kişi gözünde ve gönlündeki milletvekilliği için değişik partilere başvurusunu yaptı ve bu sözcüğü zikretti... Sonrasında da “çünkü” diyerek kendince bu hizmet sevdasına(!) talip olma nedenlerini sıraladı, sıralıyor...
İşte böyle bir ortamda da “Adayım” çıkışı yapandan çok tam tersi konuşan, yani “Aday değilim” diyen daha ilginç hale geliyor. Hele de bu kişi yıllarca parlamento çalışmalarını yakından izlemiş, 1961’deki Kurucu Meclis’te yer almış, 50 yıl sonra yeniden girdiği TBMM’de en yaşlı üye sıfatıyla geçici başkanlık yapmış CHP İstanbul Milletvekili duayen gazeteci - yazar Oktay Ekşi gibi biri olduğunda ve de “Siyasete uyum sağlayamadım” diye yakındığında. Gelelim Ekşi’nin “çünkü”lerine:
- TBMM’ne girdiğim zaman burası bir parlamento diye düşünüyordum, değilmiş. Siyasi iktidarın başındakinin aklına akşam yatakta sağdan sola dönerken bir şey geliyorsa ertesi sabah talimatı veriyor ve aşağıda o talimata uygun bir şekilde tam manasıyla ‘ham hum şarolop’ diyebileceğimiz uyduruk bir usulde kanun çıkarılıyor.
- Parlamentoda her şey konuşulur tartışılır, bir ortak kanaat doğar. Tabii siyasi partilerin kendi disiplini ve bakışı içinde oylar genellikle verilir ama en azından insanlar karşı taraftakini ikna etmeye çalışır. Bunun için ona kendisini ifade etme imkânı verilir. Eğer bu yaşanmıyorsa ‘mış’ gibi gösterilen kurallar uygulanıyorsa o zaman orada müzakere değil müsamere var demektir.
- İngiliz parlamentosunda bir öneri geldiği zaman insanlar öğrensin, üzerinde düşünsün görüş üretsin diye üç kez okunur. Bizde ise bir kez yetiyor. Türk parlamanterler İngilizlerden çok daha akıllı deniliyorsa bir şey diyemem...
- Hiçbir partide parti içi demokrasi yok. Parti içi demokrasinin olmadığı yerde parlamento içinde de demokrasi yok demektir.
- Türkiye’de ifade özgürlüğünün en kısıtlı olduğu yer meclis. Çünkü istediğin zaman söz alıp konuşamazsın ki... Konuşursan da grup başkanvekillerinin otoritesini ayaklar altına almış bir milletvekili haline gelirsin. İnsanlarla ilişkini bozmamak, kötü kişi olmamak için de susarsın.
- Meclis denetleme işlevini de yapmıyor. Soru önergesi veriliyor, cevaplar okunurken soran orada olmuyor. Ya da muhatap bakan 50 taneyi alt alta sıralayıp okuyup gidiyor. Kimse ne sorulduğunu dahi anlamıyor. Yani lokanta, kütüphane, kuaför ve bir de lostra salonu dışında kimse görevini doğru yapmıyor.
- Siyasi parti liderleri salı günleri gelip vaazlarını veriyor. O da birbirlerine vur Allah vur. Diyalog yok, hoşgörü yok, tam tersine küfür, hakaret, tehdit var. Siyasi hayatı gerginleştiren bir kör döğüşüdür gidiyor. Bunun neresinden memnun olayım ki...
Kadınlar konuştu kadınlar dinledi
Murat Karayalçın’la birlikte CHP İstanbul İl Başkanlığı’nda başlayan “Perşembe Sohbetleri” parti içi dinamizm ve gündemdeki gelişmelerle ilgili bilgilenme konusunda önemli bir etkinlik. Tabii buna partililer özellikle de milletvekilleri ilgi gösterdiği, sahip çıktığı sürece... Çünkü tanık olduğumuz kadarıyla bu konuda sıkıntı var... Şöyle ki; ülkenin kanayan yarası kadın cinayetleri ve kadına yönelik şiddet konulu son toplantıda, Kadın Cinayetlerini Durduracağız Platformu Sözcüsü Dr. Gülsüm Kav, geçmişten günümüze kadına yönelik şiddet olaylarından örnekler vererek çözüm önerilerini anlattı... Ve doğal olarak da bunların çoğunluğu, yani örnekler ve çözüm önerileri erkekler ile yasa çıkarmakla görevli vekillerle ilgiliydi. Ancak salondaki erkek sayısı Murat Karayalçın, Hayri İnönü ve bizle birlikte topu topu beşti. Kadın-erkek milletvekillerinin esamesinin okunmadığı gibi, hizmet aşkıyla tutuşan(!) aday adaylarından da kimsecikler yoktu. Yani iki saat boyunca kadınlar konuştu kadınlar dinledi... Kadınlardan en çok alkışı ise belediye çalışanlarıyla yapılan toplu iş sözleşmesine “Aile içi şiddet uyguladığı tespit edilen çalışanın sözleşme hükümlerinden doğan mali ve sosyal yardım hakları eşine ödenir” diye bir madde eklediklerini açıklayan Hayri İnönü aldı..
Kırmızı hat
- Dünya ortalamalarının çok üzerinde kara taşımacılığı yapılan bir ülkeyiz. Buna rağmen en kontrolsüz kamyon kullanımı bizde olsa gerek. Önceki gece İzmir İstanbul güzergahında karşılaştığımız iki örneği sizinle paylaşmak istedik. Akhisar civarında yüklü kamyonun bir diğerini 150 kilometre hızla sollamasına tanık olduk. Bir başka örnek Bursa otobanındaydı. Üç şerit yolda yan yana üç kamyon vardı. Hepsi birbirini soluyordu. Trafik canavarını nerede aramalı? Cevap belli sanki... Seyit İpekdokur