Tunca Bengin

Tunca Bengin

tunca.bengin@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları
Haberin Devamı

Ege Denizi’nde art arda meydana gelen ve İstanbul’da da hissedilen sallantılarla korkup yine sokağa döküldük. Hemen sonrasında da beklenen “İstanbul Depremi”ni anımsadık ve yine bildik tartışma vizyona girdi:
Sallantılar büyük depremin habercisi mi? Ya da Kuzey Anadolu Fayı’nı tetikler mi?
Bu sorunun yanıtı vatandaşı anlık rahatlatmak açısından elbette ki önemli ama beklenen sonu değiştirecek bir gösterge değil. Dolayısıyla, “İstanbul depreme hazır mı?” gibi sorulara yanıt aramak ya da odaklanmak da anlamsız. Çünkü Ege’yle bağlantısı olmasa da İstanbul’u tehdit eden o fayın bir gün kesinlikle kırılacağı ve kentin yapı stokunun da depreme hazır olmadığı malum. Nitekim bunu Çevre ve Şehircilik Bakanı da defalarca yineledi. Yani her sallantı sonrası yaşanan bu kısır tartışmalardan “Oh rahatladık” dedirtecek bir sonuç çıkmaz, çıkmıyor da... Hatta farklı açıklamalarla insanın kafası daha da karışıyor. Niyesini Bilim Akademisi Üyesi Prof. Dr. Naci Görür anlatıyor:
“Deprem oluyor, üç dakika sonra televizyonlarda yorum yapılıyor. Bilim adamı bilgiyle belgeyle konuşur. Hemen çıkıyor toto oynuyor uzman olanlar; yok benim dediğim tuttu, öyle ya da böyle oldu diye. Uzman dediğinizin altında da ne bir laboratuvar, sismik ağ var, ne jeoloji, jeofizik araştırma yapabilecekleri bir proje var, ne de bunu destekleyecek bir para var. Hiçbir şey yok. Herkesin bildiği bilgileri belli bir titri taşıyan adam söyleyince onun adı bilimsel mi oluyor? Bunları söylüyoruz da halk mı rahatlıyor? Nasıl bir rahatlama yani? O deprem sonucu oradaki binalar daha yoruluyor, eskiyor ve bugün yıkılmamışsa aynı yerlerde bu depremler olacak ve yarın yıkılacak. Bugün ölmediyse, yarın insanlar ölecek.”
Her depremde sokağa dökülüp ondan sonra bir şey yokmuş gibi hayata devam etmenin aklın, çağdaşlığın gereği olmadığını belirten Görür devam ediyor:
“Bugün bu bölgelerde deprem güvenli bir yaşam için nelerin yapılması gerektiği biliniyor. Bu yapı stoku, kentleşme için de belli, insanları bilinçlendirme için de belli. Eğer bunları yaparsanız deprem korkusu diye bir şey kalmaz. Yaparsanız deprem olduğu zaman siz de emin olursunuz ki çatı üzerime çökmeyecek, okulda çocuğum işyerinde ben göçük altında kalmayacağım. Asıl bunu konuşmak lazım. Halk da siyasilerden bunu istesin, bunun takipçisi olsun.”
Özetle; bulunduğumuz bölgenin jeolojik, tektonik yapısı deprem üretir, üretmiştir, üretecektir. Yani depremden kaçış yok, yeter ki hazırlıklı olalım...

Berberoğlu kararındaki somut emare ne demek?

“MİT TIR’ları görüntülerinin yayınlanması” davasında 25 yıl hapis cezasına çarptırılan CHP İstanbul Milletvekili Enis Berberoğlu’nun adli süreç beklenmeden tutuklanma gerekçesi kaçma şüphesi. Daha doğrusu buna dönük somut emarelerin bulunması çünkü kararın tutuklanmaya hükmeden 5. maddesinde
şöyle deniliyor:
“...İşlediği sabit olduğu anlaşılan suç dolayısıyla hükmonulan cezanın haddi itibariyle kaçacağı ve saklanacağı hususunda somut emarelerin bulunması....”
Yani şüphenin ötesine geçen bir durum söz konusu ama o emareler nedir belli değil. Bunun ne anlama geldiğini Av. Hüseyin Ersöz’e sordum. Yanıtı şuydu:
“Normalde 20 senenin üstü çok ağır bir ceza olduğu için. Bir de terör suçu olarak nitelendiriliyor ve üçte dört oranında infaz ediliyor. Böylesine ceza alan bir kişinin kaçma şüphesinin olduğu varsayımına dayanılır. Burada da o varsayım üzerine bunu söylüyorlar. Somut olsa zaten somut olan şeyi yazar oraya. Yazmadığına göre somut
bir şey yok demektir.”
Somuttan kasıt nedir?
“Kaçmak için uçak bileti almışsınızdır yargılamanın hemen bir gün öncesinde almışsınızdır ya da kaçmak için bir gemi ayarlamışsınızdır veya kaçacağınıza ilişkin telefon görüşmesi yapmışsınızdır telefonunuz dinleniyordur bu tespit edilmiştir. Somut derken kastedilen şey bunlardır. Kendisi gelmiş, teslim olmuş olan birisi için zaten böyle bir değerlendirme yapılmaz. Kaldı ki temsiliyet görevini icra eden milletvekilleri için ‘kaçma şüphesinden bahsedemezsin’ diye Anayasa Mahkemesi
kararı var...”