Tunca Bengin

Tunca Bengin

tunca.bengin@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları
Haberin Devamı

İstanbul Vezneciler ve Mardin Midyat’taki “alçak saldırılar” yüreğimizi yaktı. Bulgular PKK’yı gösteriyor. Bu soruşturma açısından önemli ama acıyı, öfkeyi hafifletmiyor. Çünkü PKK ya da IŞİD fark etmiyor ve 20 Temmuz 2015 tarihinden bu yana taşeron terör örgütleri tarafından masum insanlar katlediliyor. Dahası, bu alçak saldırıların süreceğine dönük endişeler de had safhada. Niyesini MİT eski Müsteşar Yardımcısı Cevat Öneş, şöyle özetliyor:

PYD’’nin ABD ile ittifakı ortada. PKK’nın Irak’ta 80’li yıllardan itibaren konuşlanışı, varlığını devam ettirişi, Avrupa’nın birçok ülkesinde PKK ile ilişkili PYD’nin açtığı yeni temsilcilikler ortada. Gerek Rusya gerek ABD tarafından temaslarının olduğu bilinen bir husus. O bakımdan ulusal bir mesele bölgesel, küresel hale geldi ama bunu üst aklın oyunu gibi kesin hatlarıyla ortaya koyarak Türkiye’nin kendi sorumluluğunu soyutlamak yanıltıcı olur.

Gerçekten böylesine küresel merkezi bir tehdit varsa Türkiye’nin öncelikle yapması gereken şey nedir? Milli gücünü bütünleştirmek, milli iradesinin desteğini alabilmek bunu parlamentoda yansıtabilmek. Böylesine büyük bir tehdit karşısında birlikte hareket edebilmek becerisini göstermektir. Oysa öyle bir şey yok. İktidar, muhalefet ilişkileri ya da demokratik güçler arasındaki bölünmüşlük, bir sosyal, siyasal yarılma devam etmekte, iç politika çatışmalarıyla ülke zayıflatılmakta ve dış tehditlere karşı tedbir alma imkânları da ortaya çıkarılamamakta.

Sayısal, operasyonel sonuçlar PKK’ya zarar vermektedir ve kamu güvenliğinin sağlanması için bu önlemlerin devam ettirilmesi gereklidir ancak şu gerçeği kabul etmek lazım: PKK bir sosyal, kitlesel tabana da dayanmaktadır ve bunun Suriye’de Irak’ta ve İran’da kitlesel bağlantıları da vardır. O bakımdan güvenlik boyutunun dışında bölgesel, uluslararası siyasal bir sorun olarak değerlendirmek gerekir.

Kendimizi kandırmayalım, evet PKK’ya zarar verilmektedir ama PKK bitmiştir demek yanlış. Gerçekçi olmak durumundayız, bu sorunu Türkiye’de hiçbir iktidar tek başına çözemez. Doğru politikalar, ortak akıllar çerçevesinde iktidarıyla, demokratik muhalefetiyle birlikte hareket etmek şart. Bunun için de öncelikle iç politika malzemesi yapılan süreçten süratle çıkılması gerekiyor...

İstihbarat zafiyeti gündemden çıkmıyor

Katliamların ardından yine “istihbarat zafiyeti” tartışılıyor. Tıpkı İstanbul ve Ankara’daki diğer patlamalar sonrasında olduğu gibi... Doğru, terör eylemlerine karşı en güçlü silah istihbarat. Yani örgütü, teröristi harekete geçmeden duyum almak ve çökertmek. Bu konuda başarılı örnekler olabilir ama genelde bir sıkıntı ya da zafiyet olduğu açık. Yani durum oldukça vahim. Üstelik de ülkenin çok farklı terör örgütlerinin hedefi haline geldiği bir dönemde. Dün bu durumu konuştuğumuz terör ve istihbarat konusunda deneyimli bir emniyet müdürü tehlikenin büyüklüğüne şu örnekle dikkat çekti:
Suriyeli diye açıklanan Ankara Merasim Sokak katliamcısı kendisini mülteci olarak kaydettiren Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı çıkmıştı. Tabii, ancak DNA testi sonucunda. Çünkü mülteciyim diyen herkes alındı ve beyan ettiği kimliğiyle Türkiye’de dolaşmaya başladı. Şimdi bir ölçüde güvenlik testi uygulanıyor ama bunun yöntemi de gelenin ağzından laf almaya dayalı. Dolayısıyla, terörist iyi eğitilmişse rahatlıkla kendini saklayabilir. İlk iki sene ise hiç kayıtlama yapılmadı. O dönemde de illegal olanlar zaten girdi ve onların nerede olduğu da bilinmiyor...

Bu da hafriyat kamyonu terörü

İstanbul önceki gün terör saldırısının yanı sıra hafriyat kamyonu dehşetiyle de şok yaşadı. Tonlarca taş yüklü kamyon özel yola daldı ve içi insan dolu metrobüse bindirdi. Neyse ki can kaybı olmadı. Olay kayıtlara “kaza” diye geçti ama aslında buna terörün bir başka versiyonu demek daha doğru çünkü özellikle kentsel dönüşüm çalışmalarının artmasıyla birlikte şehir içinde günün her saatinde cirit atan ve hiçbir yasak, kural tanımayan binlerce hafriyat kamyonu hemen her gün bir kazaya neden oluyor, can yakıyor. Daha geçenlerde Kadıköy’de Kurbağalıdere ıslah çalışmalarında kullanılan bir hafriyat kamyonu trafiğe kapalı Yoğurtçu Parkı’nın içinde üniversite öğrencisi Şule İdil Dere’ye çarparak canına kıydı. Tabii bu olay da kayıtlara kaza diye geçti. Tıpkı damperini açık unutup üst geçitleri yıkan başka hafriyat kamyonlarının vukuatları gibi... Açıkçası, dememiz şu ki; damperli kasalarının sarı renkli olması ya da araçların her iki tarafında büyük harflerle “Hafriyat Toprağı, İnşaat/Yıkıntı Atıkları Taşıma Aracı” yazısı bulunması bu kamyonların denetim altında olduğunu göstermiyor. Zira hemen hepsi aşırı yüklü ve hızlı, üstelik de zorunlu olmasına rağmen yüklerinin üzerini brandayla kapatmıyorlar. O nedenle, halk arasında da korku ve tedirginlik yaratıyorlar...