Vedat Milor

Vedat Milor

Tüm Yazıları
Haberin Devamı

Dört yaşındaki Murat gözlerini göğe dikmiş, amcasına soruyor: “Babam şimdi orada mı İbrahim amca?” Ali ustanın dört çocuğundan biri Murat. En küçükleri daha bebek. 10 yaşında olan var. Bir de 7 yaşında kızı var. O da soruyor: “Babam geri gelecek değil mi amca?”
Maalesef Yeşilçam film setinde değiliz. Ali usta artık geri gelmeyecek.
Okuyucularım belki hatırlar. Ali usta Fatih’te, su kemerinin oradaki Sur Ocakbaşı lokantasını kurup çalıştıran beş kardeşten biri. 15 sene önce Diyarbakır’dan gelmişler. Beş parasız. Ama çocukluğunda  çobanlık yapmış, sıksa taşın suyunu çıkaracak adam için zor diye bir şey var mı? Çalışmış  çabalamış, koca bir aileyi omuzlarında taşımış ve bir yerlere gelince de  kolaya kaçmak yerine “Allahım sana çok şükür” demiş ve daha da fazla çalışmaya başlamış.
Ali usta için yapabileceğinin en iyisini yapmamak ölümden beter. Bir arkadaşı, tanışı, memleketlisi, hısmı, seveni, her kimse lokantasına gelse evine buyur etmiş gibi bütün gün onunla oturur, daha adamın ağzından bir rica çıkmadan o rica yerine gelir. Önce insanlık sonra maddiyat. Allah çalışan insanın, iyi insanın rızkını verir, onu kimseye muhtaç etmez diye düşünmüş Ali usta.
O çekingen, kendi halinde, öte yandan biraz tanısanız anlayabileceğiniz gibi aslında duygusal, yanında çalışan herkesi ailesinin ferdi gibi gören adam şimdi artık aramızda değil. Bir ay önce, lokantasının 100 metre ilerisinde vurmuşlar. Arkadan sıkılan birkaç kurşunla.
Karşımda abisi Ahmet ve kardeşleri İbrahim, İsmail ve Mehmet. İsmail sakal bırakmış. Ne kadar da benziyor abisine.
Dört kardeş birbirlerinden farklı. Ancak gözler inanılmaz derecede birbirine benziyor. Derin, sevecen bakışlı kara gözler.
Soruyorum: “Failler bulundu mu?”
Derin gözleri hüzün bürüyor. Çocuklar etrafta olmasa eminim gözyaşlarını tutamayacaklar: “Hayır, bulunmadı. Ama güveniyoruz Türk adaletine. Savcılığa güveniyoruz. Acımız sonsuz ama umudumuzu kaybetmiş değiliz.”

Misafirperverlik ve dostluk ruhu her yere sinmiş
Gözlerimi beri tarafa çeviriyorum. Fatih “Karılar Pazarı” geçen sene değişmiş. Eskiden yolun etrafında derme çatma dükkanlar falan vardı. Şimdi bunlar temizlenmiş, yeşillik ve ağaçlar ortaya çıkmış. Sur Ocakbaşı’nın önünde çocuklar, Ali ustanın çocukları akranlarıyla oynuyor. Ellerinde bir Türk bayrağı. Çocuklar paylaşamıyor. Öpüp okşuyorlar.
Ben de kızım Ceylan’a “Git oyna yaşıtlarınla” diyorum. Ama o babasına oyuncak küpe takmakla meşgul. “Git diyorum” Ceylan’a, “doktor amcaya tak küpeyi. Bak kısa şort giymiş, Vakko’nun modeli gibi amca o. Küpe yakışır.”
Beni buraya ilk getiren arkadaşım Ercan Türeci’ye takılmak büyük zevk tabii. Ama daha da önemli olan biraz tebessüm etmek. Farkında olmadan Ceylan her faninin yapamayacağı bir şeyi başarıyor. Ağlamak üzereyken bizi güldürüyor.
Çocuklarda gerçekten inanılmaz bir içgüdü var. Kim dost kim düşman, kim iyi insan kim değil, hemen anlıyorlar. Benim nazım Ercan’a geçeceği için Ceylan’a onunla oyna dememe rağmen Ceylan teker teker İbrahim, İsmail ve Ahmet’le de oynuyor. Onlar da çocukla öyle bir kaynaşıyor, öyle sevecen davranıyorlar ki sanki kendi çocukları Ceylan. Ama eminim gerçek hisleri bu. Ali ustanın kardeşleri onlar.
Ne çok okuyucumdan mesaj aldım benim tavsiyem üzerine buraya gelen. Hep olumlu mektuplar, teşekkürler. Olumsuz olarak bir tek buraya kadar gelip ocakbaşını denemeden dönen bir okuyucumu hatırlıyorum. Civarı sevmemiş, aslı “Karılar” ama kibar deyimle “Kadınlar” pazarındaki derme çatma dükkanları temiz bulmamış. Artık o dükkanlar da olmadığına ve Fatih Belediyesi’nin yakınındaki bu yer tertemiz olduğuna göre o okuyucum da burayı ziyaret edebilir.
Sur Ocakbaşı’nda önünüze önce benim çok sevdiğim, elle yoğrulmuş (artık herkes robot kullanıyor), içinde nar ekşisi olan çiğköfte. Yanındaki “Mehir çorbası” yani buğdaylı, ayran ve bulgur aşlı, nohutlu ve bol otlu çorba ile harika gidiyor çiğköfte. Hele hele soğuk çorbanın üstünde ayran köpüğü olursa.

Sac tavanın tadına da mutlaka bakılmalı
Buranın ayranı çok özel. Tam yağlı yoğurttan. Yanındaki büryan ya da kuyu kebap da dokununca eti dağılan cinsten. İki pide arasında geliyor. Lezzetin bir kısmı alttaki pideye geçmiş.
Bu büryan kebap, kuzuyu pişirme şekilleri arasında bence Konya’nın kuzu tandırıyla altın madalyayı paylaşır. Her ikisini de hazırlandıktan hemen sonra yerseniz ve kullanılan koyun kokusuz Karaman ise tatlarına doyum olmuyor. Et körpe, üstündeki deri kıtır kıtır ve asıl lezzet bu ikisi arasındaki incecik yağ tabakasında.
İstanbul’da artık pek kalmadı bu kadar emek yoğun teknikler kullanarak bu zor işi hakkıyla gerçekleştiren. Eh Fatih’e kadar bir uzanmak da Siirt’e gitmekten kolay İstanbul’da yaşayanlar için. Özellikle de kuzunun çıktığı öğle saatinde ya da 18.00 sularında giderseniz.
Kalabalık bir grup gitmek daha iyi. Sac tavanın da bir tadına bakın lütfen. Özellikle de, bir gün için “adam sen de” deyip pidenizi o sac tavanın içindeki suya banın. Domates ve yeşil biber suyu ve kuzunun kendi yağı. Benim gibi utanmaz olursanız da bir kaşıkla çorba gibi içersiniz.
Ama tatlıya yer kalsın. Sur tatlısı denilen irmikli, taze yöresel peynirli ve vanilya dondurmalı tatlı  dünyanın en rafine tatlısı olmayabilir ama en lezzetli tatlılarından biri herhalde. Yanında da tavşan kanı çay gelince hazmı kolay oluyor.
Ayrıca insan hiç beklemediği bir anda bu dünyaya veda ediveriyor!
Ruhun şad olsun Ali usta ama eminim gözün arkada kalmamıştır. Mirasın emin ellerde.
Tel: (0212) 533 80 88