Yazarlar "Yalvarma odası"

"Yalvarma odası"

02.12.1997 - 00:00 | Son Güncellenme:

"Yalvarma odası"

Yalvarma odası

Şahin ALPAY

AB'nin 12 - 13 Aralık'ta yapılacak Lüksemburg zirvesinden Türkiye ile ilgili olarak çıkabilecek karar "en iyi" olasılıkla, (eğer Yunanistan'ın muhalefeti aşılabilirse) gelecek yıl Londra'da yapılacak ve AB üyeleriyle aday üyelerini biraraya getirecek olan Avrupa Konferansı 'na "özel statü" ile davet edilmesi. "En kötü" olasılık ise, AB Komisyonu'nun önerisinin aynen benimsemesi: AB'ye üye olabileceği teyid edilen Türkiye ile ilişkilerin Gümrük Birliği çerçevesinde ilerletilmesinin kararlaştırılması. Türkiye'nin Orta ve Doğu Avrupa ülkeleri için uygulanan "üyelik öncesi strateji" ye, genişleme sürecine dahil edilmesi söz konusu değil.
Dolayısıyla Türkiye için seçenekler, Avrupa Konferansı'na davet edilmek ile edilmemek arasında değişiyor. Yunanistan dışında kalan AB ülkeleri arasında bu iki seçenekten hangisinin "daha iyi" olduğu konusunda görüş ayrılığı açıkça görülüyor. İngiltere dışişleri bakanı Robin Cook 'a göre Türkiye'nin konferansa katılmasında yarar var: "Batı Avrupa'daki uyuşturucu sorunu ile mücadelede ciddi isek, konferansta Türkiye'nin bulunması çok daha iyi olur" (Turkish Daily News, 28 Kasım). Almanya'nın Ankara büyükelçisi Hans - Joachim Vergau'ya göre ise, Avrupa Konferansı'na katılmamak Türkiye'nin yararına. Vergau soruyor: AB - Türkiye ilişkilerinin "çevre ve uyuşturucu kaçakçılığı gibi hassas konuların da masaya geleceği" en az 27 üyeli Avrupa Konferansı'nda değil, iki taraf arasındaki ikili toplantılarda ele alınması daha doğru olmaz mı? (Bilkent Üniversitesi'nde konuşma, 4 Kasım)
Türkiye açısından seçenekler "içi boş" bir konferansa davet edilip edilmemek arasında değişiyor ise (ve Bilkent Üniversitesi öğretim üyesi ve seçkin uluslararası ilişkiler uzmanı) Dr. Hasan Ünal 'ın dediği gibi, AB ile ilişkilerimiz gittikçe bir "bekleme odası" ndan çok bir "yalvarma odası" nı andırmaya başlıyor ( Zaman, 28 Kasım) ve Yunanistan'ın "AB'nin sırtından Türkiye'den tavizler koparma" stratejisine hizmet ediyor ise, bu politikada bir yanlışlık yok mu?
"Türkiye'yi adaylığa almamak bir stratejik perspektif yoksunluğudur! Müslüman olduğumuz için bizi ayırıyorsunuz! Yoksa uygarlıklar çatışması mı çıkarmak istiyorsunuz? Bizi perspektiften yoksun bırakırsanız, sonra İslamcılar gelir!" diyerek (Ünal'ın deyişiyle) "dayılanmak" yerine, acaba dikkat ve çabalarımızı Türkiye'nin AB üyeliğini her iki taraf için de arzu edilir ve en kısa sürede gerçekleşebilir hale getirmek için yapmamız gerekenler üzerinde yoğunlaştırsak nasıl olur?
Partiler hiç bir konuda birleşemiyorlarsa, Türkiye'nin artık "dünya enflasyon şampiyonu" olmaya devam edemeyeceğinde birleşseler... Bir ya da üç yıllık bir programla enflasyonu düşürsek... Ekonomide istikrarı sağlayacak yapısal reformları gerçekleştirip, kalkınmaya hız versek; adeta kapıda bekleyen yabancı doğrudan sermaye yatırımlarını ülkeye çeksek... "Susurluk"u deşip, uyuşturucu mafyasını bastırsak...
Demokrasi için hükümetlerin seçimle gelmesinin yeterli olmadığını 50 yıllık tecrübeyle hala öğrenemedik mi? Başbakan Yılmaz'ın büyük isabetle söylediği gibi, "demokrasinin vazgeçilmez şartı, insan hakları." İnsan haklarını hakim kılmak için ille de "Avrupa Konferansı'na AB üyeliğine aday ülke olarak katılmak" mı gerekiyor?
AB ile ilişkilerimizi koparamayız. Bu ilişkileri mümkün olan her çerçevede geliştirmeliyiz. Ama bu ilişkilerde ne "dayılanmaya" gerek var, ne de "yalvarmaya." Türkiye modernleşmesi ve demokratikleşmesi için ille de AB'nin genişleme sürecine dahil edilmesi gerekmez.




Yazara Email S.Alpay@milliyet.com.tr