Zeynep İşman

Zeynep İşman

zeynepisman@gmail.com

Tüm Yazıları

Toplumu oluşturan en küçük birim aileden yola çıkarak giderek artan kadına şiddet konusunu ve ailenin önemini psikoloji, STK ve hukuk alanında uzman ve akademisyenlerle konuştuk. Anne-baba tutumunun çok şeyi değiştireceğini ancak şiddetin önlenmesi için hukuk, siyaset, eğitim ve ekonomik alanda çoklu bir dönüşüm gerektiğini söylediler

“Şiddetin cezalandırılmadığı bir ortamda ailenin işi zor”

Kadına şiddet haberi duymadığımız bir gün neredeyse yok! Geçtiğimiz günlerde Emine Bulut’un, çocuğunun gözü önünde, eski kocası tarafından öldürülmesi hepimizin yüreklerini parçaladı. Uzmanlar kadına şiddetin temelinde, toplumsal cinsiyet eşitsizliği olduğu konusunda hemfikir. Bu açıdan bakınca, erkek çocuklarını kız çocuklarından daha “değerli” gören toplumsal kültürün, kuşaktan kuşağa aktarımının durdurulmasında ailelerin rolü olabilir mi? Ailelerin ve toplumun, çocuklara karşı masum gibi görünen ama şiddete çanak tutan davranışları neler? “Erkek çocuğun ruhunda şiddet var” söylemi ne kadar doğru? Şiddete dur demek için şefkatli çocuklar yetiştirmek, tek başına yeterli mi? Tüm bu soruları konunun uzmanları cevapladı.

Haberin Devamı

“Değişime dirençli bir sistem problemi”

Bir ülkede kadına şiddet on yılda on misli artmışsa, topluma egemen olan kültürü de içine alan çok katmanlı bir sebep arayışına girmemiz gerek. Çocukların şiddete maruz kalarak, ağır ihmal ile büyümeleri, şiddet eğilimlerini artırır. Diğer yandan şiddetin olmadığı ailelerde de, çocukların dürtüselliklerini kontrol etmeyi öğrenmemeleri, ebeveynlerin bu becerinin önemini fark etmeyip, çocukluk döneminde bunun üstünde durmamaları, çocuğun dürtüselliği iyice yerleşip problem olduğunda da, bu sorunu nasıl çözeceklerini bilemeyip bir uzmandan yardım istememeleri şiddetin artarak devam etmesine ve kişinin saldırgan olmasına neden oluyor.

“Şiddetin cezalandırılmadığı bir ortamda ailenin işi zor”

Çocuklardaki dürtüsellik eğilimini sorun olarak görmemek, çocuğun özdenetim becerisi geliştirmesini önemsememek, özellikle erkek çocukların ana babalarında gördüğümüz bir durum. Kendini en çağdaş olarak gören insanların bile düşünüş şekillerinde, davranışlarında ataerkil değerler çok etkili. Dolayısıyla, kadınların da çocuk yetiştirme tutumlarıyla, söylemleriyle katkıda bulundukları, çok kuvvetli, kanıksanmış, böyle olduğu için de değişime dirençli bir büyük sistem probleminin içindeyiz.

Haberin Devamı

Erkek çocuklarda gördüğümüz saldırgan davranışların sebeplerinden biri, kaygılarını, korkularını kontrol etmekte güçlük çekmeleri. Erkek çocuklar da çocuktur; erkek yetişkinler de insandır. Ve aynen kızlar, kadınlar gibi onlar da korkar, kaygılanır ve üzülürler. Ama ataerkil kültürün erkekten beklentileri ağırdır. Yetiştirilme şekline göre korku, kaygı, üzüntü ifade edilemez, dillendirilemez. Erkek için uygun olan ifade şekli kızgınlık ve öfkedir. Kızlar da erkekler için bunun uygun olduğunu öğrenerek büyür. Ataerkil, erkeğe güçlü olmasının önemli olduğunu öğretiyor ama gerçek gücün ezmemek, hırpalamamak, kızdığında da kontrollü olmak, duygularını gösterebilmek olduğunu öğretmiyor. Erkek çocuklarımızı güçlü yetiştirelim; seven, şefkat duyan, ilişki kurabilen, kaygı, korku, üzüntü duygularını gösterebilen insanlar olarak. Gerçek güç budur.

Haberin Devamı

“Kötü muamele güzel sözlerle telafi edilmez”

Şiddet bir yandan eşitsizlik, yoksullaşma, toplumsal gelecek beklentisinin karanlıklaşması gibi etkenlerden beslenirken, bu yapıyı sürdürmek için gereken baskıcı, toplumda ikilikler yaratıcı ve bireysel silahlanma gibi şiddet uygulamayı kolaylaştırıcı ve meşrulaştırıcı yönetim biçimiyle yerini sağlamlaştırır.

Çocuklarını döven ya da onlara hakaret eden anne-babaların bir çoğu çocukluklarında benzer muamelelere uğramış, gururları incitilmiş ve belki de öyle olmamaya yemin etmiş kişilerdir. Çocuklarına zarar verdiklerini fark etmelerine rağmen kendilerini kontrol edememelerinin kökenini anne-babaların kendi gördükleri zararda aramalıyız.

Kötü sözler ve sert muamele, sonradan güzel sözler söylemekle telafi edilmez. Kendini değersiz bir nesne gibi gören çocuk, geleceğe bolca öfke ve kin biriktirerek hazırlanır. Bu öfkeyi bir sonraki kuşağa atadan kalma yöntemlerle aktarıp aktarmayacağını, her kuşağın bir önceki kuşağın incinmişliğini ve kinini miras alıp almayacağını ne belirler? Ülkenin değişen ev içi şiddete müsamaha gösteren/göstermeyen yasaları, bu yasaların uygulamaları, toplumun şiddete bakışı, şiddeti besleyen cinsiyetler arası eşitsizlik, işsizlik ya da adaletsizlik alanlarındaki değişim…

Başkasına zarar vermeyi meşrulaştırıcı, öteki kişinin bir biçimde bunu hak ettiğini ve o kişiye “oh olduğunu” düşündürücü yetişkin tutumları empatiye ve merhamete pek yer bırakmaz.

“Şiddetin cezalandırılmadığı bir ortamda ailenin işi zor”

Öfkeli anne-babalar kadar “Canının istediği gibi zarar verebilirsin” mesajını veren müsamahakâr anne-babalar da, zarar verici davranışları teşvik etmiş olurlar.

Çocukların haksızlığa uğradıkları duygusuna kapıldıkları durumlarda ‘hak arama ve ses çıkartmanın imkansız olması’, çocuk bir süreliğine sinmiş ya da durumu sineye çekmiş bile olsa, haksızlığın doğurduğu öfkenin eninde sonunda patlamasına yol açar. Hakkını arayabilen, itirazını belirtebilen çocukların öfkesi ise, saldırganlıkla sonuçlanmaz.

“İletişimin şiddetsiz yolları aranmalı”

Kadına karşı şiddetin farklı türlerinin altındaki temel neden toplumsal cinsiyet eşitsizliğidir. Kadınların eğitime, işgücüne ve siyasete katılımının önündeki yapısal engeller toplumda kadını ikincil gören anlayışın üzerine kurulu. Toplumsal cinsiyet eşitliğinin sağlanmasında ebeveynlere çok ciddi sorumluluk düşmekte. Ebeveynler öncelikle aralarında kurdukları eşitlikçi ilişki ile çocuklara örnek olmalılar. İkinci adım ise ailede şiddetin hiçbir türüne müsamaha göstermemek. Şiddet sadece fiziksel şiddetle sınırlı değil, duygusal şiddet aile ilişkilerinde çok sık görülen bir şiddet türü. Neyin şiddet olup olmadığı konusunda ebeveynler farkındalık geliştirmeli, kendini ifade etmenin ve iletişimin şiddetsiz yollarını aramalılar. Sadece anne babanın çocukla kurduğu ilişki değil aynı zamanda anne ile babanın arasındaki ilişki de çocukları etkiliyor. Erkek ve kız çocuklarını büyütürken toplumsal cinsiyet eşitliğini benimseyen ebeveynler olursak, erkek çocuk kendini kız çocuklardan daha değerli ve ona şiddet uygulama hakkına sahip olarak görmez. Ancak kadına yönelik şiddette aile dışındaki kurumların rolünün de dikkate alınması gerekir. Kadına yönelik şiddetten sadece aileyi sorumlu tutmayı doğru bulmuyorum. Aile çocuğun sosyalizasyonunun gerçekleştiği ilk kurum ama tek kurum değil. Mesela aile ve medya iki farklı kurum olarak sürekli ilişki halinde. Ebeveynler her ne kadar şiddete karşı bir yaklaşım ve tutum benimsese de, kadına karşı şiddetin meşru gösterildiği bir dizi ailece izlendiğinde ailenin verdiği mesajla dizinin verdiği mesaj çelişiyor ve bu da çocukların şiddet içeren davranışları hoş görmesine ve benimsemesine neden olabiliyor.

“Şiddetin cezalandırılmadığı bir ortamda ailenin işi zor”

Tüm toplumu ve toplumsal kurumların yaklaşımını dönüştürmek gerekiyor. Bu yüzden İstanbul Sözleşmesi’nin ne kadar önemli olduğunu sürekli tekrarlıyoruz. Bu konuda İstanbul Sözleşmesi’nde taahhüt ettiğimiz yasal ve idari önlemlerin hayata geçirilmesi ve kadına yönelik şiddetle mücadele için toplumsal farkındalık yaratılarak bir zihniyet dönüşümünün yaşanması için toplumun tüm kesimleri mücadele etmeliyiz.

Toplumda eğitim, medya, hukuk ve siyaset kurumlarının kadına karşı şiddeti normalleştirdiği, görmezden geldiği, şiddetin cezalandırılmadığı bir ortamda ailenin işi zor. Toplumda kadın erkek eşitliğini destekleyen ve şiddetle mücadele eden kampanyaların yürütülmesi gerekli. Aile ile birlikte okul öncesinden itibaren tüm eğitim kurumlarına ciddi sorumluluklar düşüyor. Ayrıca şiddete maruz kalan kişiyle karşı karşıya gelecek kolluk kuvvet, hemşire, doktor, savcı ve hakim gibi belli meslek gruplarının da toplumsal cinsiyet eşitliği ve şiddetle mücadele konusunda uluslararası mesleki normları benimsemeleri gerekmekte.

“Bireye saygı odağı hedef alınmalı”

Toplumsal cinsiyet eşitsizliğinin yüksek olduğu ülkemizde ev içi görev dağılımında babalarının prensesi olmalarına rağmen kızların sorumluluğu ve ailenin aslanları olan erkek çocuklarının özgür ve üstten bakışçı bir eğitimle yetiştirilmeleri tabiî ki ailenin cinsiyet kimliği oluşmasına etkisini doğrudan ortaya koymakta. Sünnet ile ergenliği ve erkekliği kutsanan ve topluma duyurulan törenlere karşılık, fiziksel bir dönüşüm olan kız çocuklarındaki göğüs çıkması ve regl dönemi kadınlığa adım atmanın utancının ilk adımlarıdır. Eğik yürüyen kızlara inat, göster pipini oğlum nidaları kulaklarımızın neredeyse müziğidir. Aynı yanlışlar toplumsal yapı içinde de var. Okula gönderilme konusunda erkeklere öncelik verilmesi, karar mekanizmalarında kadın temsilinin azlığı, ev içi bakım yükünün kadınlar üzerine yıkılması, yaşam alanlarının erkekler açısından dizayn edilmesi gibi daha birçok ayrımcılık tavırları ile bireyler arasındaki eşitsizlik derinleşiyor.

“Şiddetin cezalandırılmadığı bir ortamda ailenin işi zor”

Çocukları renklerle ve oyuncaklarla ayrıştırmak yerine, cinsiyetimiz farklı da olsa önceliğimizin insan olduğu fikrini öğretmeliyiz. Erkek çocuklara soyadımı taşıyor diye miras ve benzeri konularda öncelik tanımamak, haklardan eşit yararlanmasını sağlamak zorunda anne ve babalar. Ayrıca devletin de bu konuda çalışmalar yapmasını sorgulamak zorunda. Kadınlar çalışsa da, ev içi sorumluluklarla beraber çocuk bakım yükü hâlâ omuzlarında. Bu nedenle bu yükü paylaştırmalı ebeveynler. Çocukları silahlarla değil daha çevreci eşitlikçi bir bakış açısı ile yetiştirmeliyiz. Kadınların yaptığı görevlerin erkekler tarafından yapılmasının aşağılayıcı bir yanı olmadığı bilinci aşılanmalı. Erkeksen diye başlayan ve erkekliği kutsayan kelimelerden uzak tutarak bireye saygı odağı hedef alınmalı.

Tamamen erkeklik olgusu pekiştiren toplum düzeni... Adı üzerinde eski eş. Yasal olarak hiçbir bağlantısının kalmadığı bir birey üzerinde hak iddia ederek onun yaşamına sınırlama getiren zihniyeti besliyoruz geleneklerimizle. Baba evinden beyaz gelinlikle koca evinden kefenle diyen, kadının sırtından sopayı karnından sıpayı eksik etme diyerek, ya benimsin ya kara toprağın felsefesi ile beslenen erkeklik olgusudur. Ekonomik yetersizlik ve cinsel yönden bilgi eksikliği de sebepler arasında.

“Kadını suçlamak büyük yanlış”

Çocuk sadece evde değil, çevrenin de etkisi ile büyüyor. Evde öncelikle anne ve babanın eşit olduğunu, erkeğin kadından üstün olmadığını öğrenerek büyütülmeli. “Çocuğu anne büyütüyor ve erkek çocuğunun kız çocuğundan daha değerli olduğu fikri çocuğa anne tarafından veriliyor” iddiası son derece yanlış. Kadınlar da ataerkil ilkelere uygun yetiştiriliyor. Evde asıl otorite babadır. Televizyon reklamlarından, aldığımız nefese kadar her şey bize bunu empoze ediyor. Kadınlar ayrı bir gezegenden gelmiyorlar. O nedenle bu konuda kadını suçlamak abes. Toplumun ailelere yüklediği cinsiyet ayrımcılığı, bebeklikten başlayarak pekiştirilmekte. Erkek çocukları savaş âletlerini oyuncak olarak kullanmakla başlıyor. Daha küçükten öldürmenin erkeklik olduğu, kadınlardan üstün oldukları, kız çocuklarını küçümseyerek, onları daha küçücükten kontrol etme hakkının kendilerinde olduğu fikri ile büyütülüyorlar. Ata sözlerimize kadar girmiş pek çok ataerkil deyimler vardır. “Ya benimsin ya kara toprağın” gibi. Çünkü kadın bedeni maldır ve bu malın sahibi de önce içine doğulan aile, sonra koca, sonra da içinde yaşanılan topluluktur!

“Şiddetin cezalandırılmadığı bir ortamda ailenin işi zor”

Yasalar düzgün uygulandığı takdirde değişikliğe gerek yok. Ancak yargı da erkek egemen olduğu için, saçma sebeplerle ceza indirimleri uygulanıyor. İdam da kesinlikle çözüm değildir. Eğitim sistemini düzeltin, kadını insan olarak gördüğünüzü açıkça her alanda ifade edin, göstermelik değil gerçek saygıyı gösterin, kız çocuklarını bağımsız düşünen bireyler olarak yetiştirin ve mevcut yasaları yargıçlara, hukukçulara öğretip, uygulayın yeter.