Abbas Güçlü

Abbas Güçlü

aguclu@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları
Haberin Devamı

Türkiye bir tarım ülkesi mi?
Eskiden okullarda, dünyada kendi kendine yeten 7 ülkeden biriyiz diye öğretilirdi.
Ama sanki o günden bugüne çok şeyler değişti.
Samanı, mısırı, buğdayı, muzu ve daha neleri neleri dışarıdan ithal eden bir ülke haline geldik.
En acısı ise üretimi artırma pahasına, o güzelim ürünlerimizi, o güzel tatlarımızı kaybettik..
Yerel tohumlarımız adeta devlet eliyle yok edildi.
Tek ekimlik hibrit tohumlar yüzünden, tıpkı enerjide olduğu gibi, hatta daha fazla, yurtdışına bağımlı hale geldik.
Neredeyse yediğimiz her sebzenin tohumu, başta İsrail ve İspanya olmak üzere yurtdışından geliyor.
O yetmemiş gibi, şimdi bir de sertifika zorunluluğu getiriliyormuş.
Yani ektiğiniz, biçtiğiniz üründen bir miktarını tohumluk olarak ayırıp, gelecek yıl domates, biber, mısır ürettiğinizde, çarşıda pazarda satamayacakmışsınız!..
Başkalarını bilmem ama beni asıl şaşırtan tarım üretiminin artan bir şekilde seralara kayıyor olması.
Kimileri bu durumu başarı olarak gösteriyor.
Yılın her mevsiminde her sebzeyi, meyveyi bulabiliyoruz diyor.
Peki ya tat?
Seralarda üretilen sebzelerin görüntüsü mükemmel ama tatlarının o eski tatlar olduğunu söylemek abartılı olur!
Ne domatesi domates, ne de patlıcanı patlıcan...
Bu yüzden de annemizin yemeklerinin tadını bir türlü bulamıyoruz...
Organik denilen ürünlerin ise organiklikle alakası yok.
Çünkü mayınlı alanlar dışında, ne aşırı gübrelenme nedeniyle zehirlenmemiş toprağımız kaldı ne de atıklar nedeniyle temiz akarsularımız!
Peki, o zaman, temiz toprak, temiz su olmadan organik tarım nasıl yapılıyor, bilen varsa bize de anlatsın!
Tarım önümüzdeki 20-30 yıl içerisinde en stratejik sektörlerden biri haline gelecek. Ama nedense, tıpkı eğitim gibi, öncelikli gündem maddelerimiz arasına bir türlü girmiyor.
Köylülükle utanıyoruz. Oysa köy ve köylüler dünyanın her yerinde var ve ülkelerinin gurur kaynakları.
Peki, biz ne yaptık, köyleri sadece fiziki olarak değil, her birini bir mahalleye dönüştürerek ismen de yok ettik.
Bir gecede, on binlerce köy okulu kapatıldığında, bunun böyle olacağı zaten belliydi!..
Yaz saati
Aylardır yazılıp çiziliyor ama hâlâ bir Allah’ın kulu çıkıp da yaz saati uygulamasında neden inat edildiğinin gerekçelerini anlatmıyor.
Ortada alınmış bir karar var ki ısrarla bu yönde hareket ediliyor.
Yoksa sabahın köründe, milyonlarca öğrenciyi yollara düşürmenin kime ne yararı olabilir ki?
Ülkemizde 50 binden fazla okul, 20 milyon öğrenci ve öğretmen var.
Yani nüfusun yarıdan fazlası güne çok erken merhaba diyor.
Hava erken aydınlansa, tamam, elektrik tasarrufu yapılıyor diyebiliriz ama o saatte neredeyse her iki evden birinin elektriği yanıyor.
Okulların tamamı da ışıl ışıl.
Peki, enerji tasarrufu bunun neresinde?
Üstelik ilk dersler çok da sağlıklı geçmiyor. Çünkü öğrenciler uyku mahmurluğundan kurtulamıyor.
İkili öğretim yapan okullarda da akşamın karanlığında eve dönen öğrenciler var.
MEB ve hükümet bu konudaki ayrıntıları kamuoyuyla paylaşır ve ikna edici olursa, bu eziyete neden katlandığımızı öğrenmiş oluruz.
Yoksa kendilerini daha fazla yıpratmanın ötesine geçemezler.
Tıpkı tarımda olduğu gibi!
Özetin özeti: Eğitimde temel bir kural var. Öğrenci, kendisine yararı olacağına inanmadığı bilgileri içselleştirmiyor! Dolayısıyla, kalıcı olmuyor. Kamuoyuna yönelik bir proje ortaya koyarken de önce gerekçelerini ortaya koymak gerekiyor. Yoksa, inandırıcı ve kalıcı olmuyor!..