Aidiyet hissi, bizi diğerlerine bağlarken kendi gerçek kişiliğimizden uzaklaştırıyor. Sosyal lütuf uğruna kendi ihtiyaç ve isteklerimizden ödün veriyoruz.

İçimizden geldiği gibi davranmamız, kendimiz olmamız,

etrafımızdaki insanlar tarafından dışlanmamız için yeterli sebep.

Halbuki norm'lara boyun eğmemiz ve kendimizden uzaklaşmamız,

yani biçilen roller üzerinden sahne almamız da birey olarak körelmemize yol açıyor.

Erkek gibi davranıyoruz, kadın gibi davranıyoruz, centilmen gibi, hanımefendi gibi, anne gibi davranıyoruz, görmemiş, duymamış gibi davranıyoruz, özlememiş gibi davranıyoruz, hiç sevmemiş gibi davranıyoruz…
Hak ettiği gibi davranıyoruz, hatta bazen hayvanmış gibi, tam bir pislikmiş gibi davranıyoruz...

Haberin Devamı

Da bir türlü hissettiğimiz gibi davranamıyoruz! Gibi gibiyiz.

Kişinin asıl benliği ve idealize ettiği benliğin arasındaki farkın büyümesiyle nevroza sürüklendiğini iddia eden Carl Rogers’a göre: Bireysel potansiyelini tam olarak kullanan kişi, yeni deneyimlere açık olduğu için kalıp davranışlar sergilemek yerine yaşamın her anını değerlendirmeye çalışır. Duygularına güvenir ve içinden geldiği gibi davranır.


Yani her birimiz içsel değerlerimize göre yaşama ve kendimizi benzersiz yollarla ifade etme potansiyeline sahibiz. Bu da toplumsal beklentilerce belirlenmiş rollere uymayı önemsememeyi gerektirir.

Ama aidiyet hissi, bizi diğerlerine bağlarken kendi gerçek kişiliğimizden uzaklaştırıyor.

Sosyal lütuf uğruna kendi ihtiyaç ve isteklerimizden ödün veriyoruz.

Zamanın insafı olmadığının farkında mısınız?

Kendimden örnek verirsem;

bir denek gibiyim, hissediyorum.

fakat kendini de bu lanet deneye, böylesine kaptıran var mıdır, merak ediyorum.

ne ulaşmam gereken bir beyaz peynir sevdiklerim, ne de bir sarkacın peşinde gözlerim..

bu arada bir çift can sıkıntısı diliyorum; her gün başka bir ihtimalin kıyısında deliriyorum!

Bir denek gibiyim, hissediyorum.