Kültür Sanat Yürekteki ‘ev’e dönüş

Yürekteki ‘ev’e dönüş

12.05.2011 - 20:30 | Son Güncellenme:

Jaklin Çelik’in “Öfkenin Şenliği”adlı romanı; üç kadının tehcirle değişen hikayesini zamanın izinde ve bugünün aynasında yansıtıyor.

Yürekteki ‘ev’e dönüş

Eve dönmek kavramı içinde neler barındırır? Bunu anlamak için ilk adım kuşkusuz o ‘ev’in ne olduğunu iyice anlamak ve tanımlamaktan geçiyor. Söz konusu olan ‘ev’, dört duvar ve bir çatıdan ibaret fiziki bir ev midir, yoksa aile midir kastedilen? Ya da daha da gerilere giden ve o ailenin ait olduğu soyun geçmişi midir?

Uzakta kalan bir geçmiş
Jaklin Çelik, “Öfkenin Şenliği”nde işte tüm bu anlamları içine alan ve katman katman, döne döne ilerleyen bir ‘eve dönüş’ hikayesini anlatıyor. Görünürdeki hikaye, yurt dışında yaşayan anlatıcısının, onu kendine ve geçmişine çağıran İstanbul’daki çocukluk evini satmak amacıyla dönüşünü anlatıyor. Bu dört katlı ahşap ev, artık yalnızca sıçanların yaşadığı, pejmürde bir viraneden ibaret olsa da hâlâ geçmişteki sakinlerinin hikayelerinin hayaletlerini barındırmaktadır içinde.
Anlatıcı yalnızca bu evdeki çocukluğunu ve annesiyle, babasını değil; yaşlı bir kadın olan Ramela’nın öyküsünü de anımsar. Anlatıcı onların ve geçmişlerindeki pek çok kişinin anılarını, hikayelerini saklayıp, içinde barındıran, yaşayan tek kişidir artık.
Ancak kişinin yüreğinde saklanan hikayeler bazen çok ağırlaştırıcı olabilir. Tıpkı o eski evi hakimiyetleri altına alan sıçanlar gibi, hikayeler de onları kalbinde taşıyan kişinin tüm ruhunu bir anda sarıp, gafil avlayabilir. Taşıdıklarının yükünü, sürekli yuttuğu Xanax haplarının uyuşturuculuğuyla bertaraf etmeye çalışan anlatıcının geriye dönüşlerle yaptığı anlatımı aracılığıyla, Ramela’nın ve kızlarının öyküsünü öğreniriz.
Artık çok uzakta kalan bir geçmişte, bir düğün için gittikleri Ankara’dan apar topar alınıp, uzaklara sürülmüşlerdir daha pek çokları gibi. Bu uzun yürüyüşte Ramela iki kızından biri olan Şake’den vazgeçmek zorunda kalmış ve kurtulacağı umuduyla hiç tanımadığı adamlarla yollamıştır. Diğer kızı Mari ile birlikte kendisi de Halep’e gitmek zorunda kalmıştır. Ne var ki iki kızının da kaderi acılı olacaktır.
Şake, evlendirilip adı Ayşe’ye dö-nüştürülmekle kalmaz, geçmişi ve soyunu da inkara zorlanır. Ancak içinde saklı Şake, Ayşe’yi rahat bırakmayacak, onu delilik buhranlarına sürükleyecektir. Mari ise evli, çocuklu ve yaşlı bir adamın 15 yaşındayken ikincisi karısı olacak ve onun çocuğunu ölü doğurduktan sonra girdiği bunalımı atlatamayıp intihar edecektir.
Ramela artık kimsesiz ve yaşlı bir kadındır. Geçmişindeki ölüler için zengin yemek sofraları hazırlamakta ve sonunda bu yemekleri sıçanlara bırakmaktadır. Geçmişe dair tüm bu hikayeleri küçük bir çocukken Ramela’dan dinleyen anlatıcı ise, ölülere dair yemek verilmesi gibi tuhaf inançları olan bu kadından etkilenmiş, kendine özgü düşünceler geliştirmiştir.

Kalbinizle okuyun
Ve şimdi hem geçmişiyle hem de inançlarıyla hesaplaşmak ve onlarla vedalaşmak için geldiği bu evde yanında tuhaf bir de emanet taşımaktadır. Kanada’da yemek yediği bir restoranda, restoran sahibi tarafından verilen bu emanet, eski bir Osmanlı gazetesine sarılmış bir tutam saçtır. Restoran sahibinin dahi kime ait olduğunu bilmediği bu saç, Harput topraklarına bırakılması vasiyetiyle ona emanet edilmiştir. Aslında saçın sahibinin kimliğinin önemi yoktur. O da geçmişteki o büyük ve acıklı hikayeye dahil olan, ‘ev’inden koparılmışlarından biridir sonuçta.
Anlatıcı taşıdığı bu hikayelerin ve emanetlerin yüküyle geldiği İstanbul’da, evin ısrarla peşinde olan bir emlakçı ve onun tuhaf sevgilisiyle tanışır. Hem onların bu tuhaf ısrarına kafa yorar, hem de hâlâ neden bu virane evden kopamadığını anlamaya çalışır.
“Öfkenin Şenliği”, zor bir kitap... Yazarının lirik anlatımıyla, kopuk kopuk ilerleyen öykü, geçmişten gelen karakterlerin farklı seslerinin de iç içe geçmesiyle zaman zaman iyice anlaşılmaz bir hale gelebiliyor. İşte bu noktada yapabileceğiniz tek şey, gözleriniz ve aklınızla değil de içgüdüleriniz ve kalbinizle okumak oluyor. Aynı hikayedeki virane ev gibi hikaye de zaman zaman karanlıklara bürünüyor. Aidiyet, kimlik, geçmiş, ev, aile ve yurt kavramını sorgulayan bu yürek burkan hikaye, kırık insanların hikayeleri üstünden aslında bir mikro tarihi dile getiriyor.