Cemil Ertem

Cemil Ertem

dr.cemilertem@gmail.com

Tüm Yazıları

Şimdiye değin, uzunca bir süredir, dünyanın ve en çok da içinde bulunduğumuz bölgenin olağanüstü bir değişim girdabının içinde olduğumuzu biliyorduk ama son bir yıldır olan biten “olağanüstü” kavramını da aşan yeni bir zamanı sanki- bize anlatıyor. Böyle dönemler, ak ile karayı olduğu gibi ortaya çıkaran dönemlerdir; bu dönemlerde gri yoktur; ya içindesindir çemberin ya dışında...

Belki şöyle de söyleyebiliriz; bir zaman dilimi bitti ama o eski zamanın ruhu hâlâ içimizde, aramızda olduğu için biz ne eskinin bittiğini anlayabildik ne de yeni geleni görebildik. Hiç şüphesiz bu yeni bir dönem. Bir dünyadan bir başkasına geçiyoruz. O zaman şimdiki bu zamanı (durumu) eski zamanın kurumları ve anlayışıyla karşılayamazsınız.

Haberin Devamı

Şunu teslim etmek zorundayız; tam bugün insanlar, kurumlar, iktisadi yapılar, siyasi partiler zamanın ruhuna suçüstü yakalanmışlardır. Zamanın ruhu, onları deşifre ediyor ve gerçekte kim olduklarını ortaya çıkartıyor. Tam burada şunu da söylemek istiyorum; içinde bulunduğumuz zaman -dönüşüm- şimdiye kadar insanlığı alıp sürükleyen bütün dönüşüm fırtınalarından daha kapsamlı ve kökten... İçinde bulunduğumuz bu büyük kara delikten çıktığımız zaman, hiç şüphesiz çok başka bir dünya bulacağız ve tüm eski dünyaların insanlık dışı ideolojilerini -tarihte başımıza gelmiş kötülüklerin anlatısı olarak- geride bırakacağız.

Türkiye nerede?

Buraya kadar çok soyut olduğunun farkındayım; o halde somutlayalım: Türkiye, Cumhuriyet’le birlikte, Soğuk Savaş döneminde, dışarıya dönük ve ABD’nin inşa ettiği sistemden görece bağımsız olarak, askeri gücünü, yalnız 1974’te Kıbrıs harekâtında kullandı. Bu harekâtın olduğu koşulları ve kapsamını şimdilerde olan bitenle karşılaştırdığınızda, içinde bulunduğunuz durumun derinliği hakkında biraz fikir sahibi olabiliriz.

19. yüzyılın son çeyreği ve 20. yüzyılın tamamında egemen güçlerin, at koşturduğu temel hakimiyet alanlarından biri olan Ortadoğu’da, Kuzey Afrika’da bütün paradigma -sınırlardan başlamak üzere- değişiyor. Ama bununla da kalmıyor, Doğu Avrupa, Kafkasya bölgesinin de Soğuk Savaş ve Soğuk Savaş sonrası tüm küresel mutabakatları çözülüyor. Bütün bu çözülme ve bundan sonraki yeniden kurulmanın temel alanlarından biri, bu topraklar ve Türkiye’nin izlediği yeni siyaset çizgisi...

Haberin Devamı

Türkiye, Suriye başta olmak üzere, iç savaşın devam ettiği ve iç savaş potansiyeli olan tüm bölgede barışa dönük adımları, bir önceki dönemin hakim ülke ve güçlerinden bağımsız olarak atıyor. Bundan dolayı da çok yoğun bir terör saldırısıyla karşı karşıya... Esasında bu, yeni bir savaş konsepti ve terörün arkasında, bir önceki zamanda hakim olan devletler var. Şimdi bütün bu saldırılarla karşı karşıya olan ve tam burada siyasi olarak bağımsız hareket eden bir ülke, ekonomide eski zamanın kurumları ve anlayışıyla devam edebilir mi?

Geride kalmayın!

Şüphesiz hayır! Hemen bir örnek vereyim: Hükümet, küresel krize bağlı olarak Türkiye üzerine gelmekte olan durgunluk tehlikesini gördü ve 2016’ın son ayında üretim odaklı bir ekonomik canlanmanın ilk adımlarını attı. Bu adımların en önemlisi ise Kredi Garanti Fonu (KGF) müessesini adeta yeniden tanımlayarak reel sektöre dönük ucuz fonlamanın kapılarının açılması idi.

Haberin Devamı

KGF şemsiyesi 250 milyar TL’ye kadar genişletildi. Bu, aynı zamanda, piyasaya çıkacak paranın, teknik olarak söylersek, çok iyi sterilize olması ve enflasyona yol açmaması anlamına da geliyordu. Yani Türkiye, hızla üzerine gelmekte olan işsizlik ve enflasyon tehlikelerini bu gibi yeni dönem adımlarıyla aşabilirdi. Ama özellikle kamu bankalarının bu adımı anlama ve yeni duruma ayak uydurma sorunu yaşamaması gerekiyor.

Sizin askeriniz barış için Suriye’de ise ve bu Türkiye için bir milatsa, siz “Bu 250 milyar ve KGF de şimdi nereden çıktı; bizim bütün dengeleri bozacak” diyemezsiniz, sizin o “dengeleriniz” zaten geçmiş zamanda kaldı... Bunun gibi örnekleri çoğaltabiliriz. Tam şimdi, şu günlerde, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın çok şikâyet ettiği bürokratik oligarşi, ekonomi bürokrasisinde öne çıkarsa, bu, Türkiye için, 15 Temmuz’un devamı sayılacak bir ihanet olur...