Beyrut’ta gezecek görecek o kadar çok yer vardı -ki bir güne sığdırmak mümkün olmadı. Martini Gold partisinde Beyrut sosyetesine nasıl karıştığımızdan hangi gece kulüplerine gittiğimize kadar, buyrunuz 24 saatlik gezinin devamına
Beyrut’ta Türk markalarının çıkarması hızla devam ediyor. 24 saatlik gezide Step’ten sonra yeni bir Türk mağazasının daha açılmasına şahit oluyoruz. Caroline Koç ve Banu Yentür’ün markası Haremlique yurt dışındaki ilk mağazasını Beyrut’ta açıyor.
Beyrut alışveriş konusunda bir cennet ama fiyatlar İstanbul’dan daha pahalı. Yalnız yeme-içmede durum farklı. Bizim restoranların pahalılığının yanında neredeyse her gittiğiniz ülkede yeme-içme ucuz geliyor.
Beyrut sosyetesine nasıl girdik?
Akşam Beyrut’un havalı restoran/gece kulüplerinden biri olan Rose’da Martini Gold partisi. Martini Gold’u, Dolce & Gabbana’cılar tasarlamış. Sadece şişesiyle değil, aromasıyla da yakından ilgilenmişler. Üstüne de kocaman damgalarını vurmuşlar. Ortaya ‘limited edition’ içki çıkmış. Tabii ‘limited edition’ olsun da ne olursa olsun.
Partinin amacı bu içkiyi Beyrut cemiyet hayatına tanıtmak. Farkında olmadan biz de Beyrut sosyetesine giriyoruz. Fotoğrafçılar peşimizi bırakmıyor, zor işmiş, sürekli objektiflere gülümsemekten bir süre sonra ağzımızı kapatmakta güçlük çekiyoruz. Bu arada Zozo Toledo’nun yaptığı gibi fotoğrafçılar itinayla isimlerimizi yazdırıyor. Artık Beyrut cemiyet hayatına girdiğimize göre bir dahaki sefere daha süslü ve kokoş olacağım. Çünkü buradaki kadınların yanında çok sade kalıyorum. Hatta o yüzden Fransız zannedenler bile oluyor.
Gold Finger nedir?
Barmenlerden bilgi alıyorum. Martini Gold üç türlü içiliyor, ‘On the rocks’ tabir edilen buzla, ‘Gold Finger’ denilen votka karışımıyla ya da ‘Gold Royal’ denilen prosecco’yla. Bence çok fazla karıştırılmayacak kadar ağır bir aroma. Buzla içmek en iyisi.
Bu arada Rose Bar’da moda tasarımcısı Zuhair Murad’ın kalabalık gruplar için tasarladığı bir de ‘private room’ var.
Gecelere akıyoruz
Partiden çıkışta barlar sokağında bir tur atıyoruz. İstiklal Caddesi’ndeki kötü barlar gibi. Beğenmeyip çıkıyoruz. Myu’ya gidiyoruz. Burada da bir yandan duvaklarla kına geceleri yapılıyor, bir yandan da o kadar karanlık, basık, cool ve minimalist bir ortam. Kalabalıktan bunalıp geceye Music Hall’da devam etmeye karar veriyoruz. Kırmızı halıların üzerinde ilerlerken kendimi Maksim Gazinosu’na girer gibi hissediyorum. İçeride her an ‘Ya habibi’ diye şarkılar söyleyecek bir assolist bulacağımı zannederken şaşırıyorum. Sahnede ‘You give me fever’ diye yeri göğü inleten şahane sesli zenci bir şarkıcı var. Sahneye çıkan şarkıcılar yarım saatte bir değişiyor. İşte Beyrut beni böyle şaşırtıyor.
Arkadaşlarımız geceyi başka bir yerde tamamlamaya niyetli. Ben artık yorgunluktan bitmiş otele dönerken onlar B018’e doğru yola çıkıyor. B018, Lübnanlı mimar Bernard Khoury’nin mezar ve tabutlardan ilham alarak tasarladığı çılgın bir gece kulübü. Bizimkiler ertesi sabah B018’in ne kadar kalabalık olduğunu ve orada ne kadar eğlendiklerini anlata anlata bitiremiyor.
TV’de ‘Bir istanbul Masalı’
24 saat bana yetmiyor. Üstelik Skybar gibi terasta olan barları da kapalı oldukları için göremedim. Daha gezecek, görecek yerler var. Üstelik Lübnan’a vize de yok. Bu arada havaalanında “Duty free’de elektronik mağazalarının fiyatları da ne kadar uygun” diye dolaşırken kulağıma bir melodi geliyor. ‘Bir İstanbul Masalı’nın müziği değil miydi bu? Kafamı kaldırıp da havaalanındaki televizyonlarda Ozan Güven ve Mehmet Aslantuğ’u görünce bir kez daha şaşırıyorum. Uçağa binerken biliyorum, Beyrut’a en yakın zamanda geri gelirim.