Son zamanlarda en çok görmek istediğim yerdi. Her gitmeye kalkıştığımda bir şey oldu, iptal etmek zorunda kaldım. Bu sefer kararlıydım, Rose’daki Martini Gold partisini kaçırmayacaktım
Bu kadar isteyip de bir türlü gidemediğim yer Beyrut, biliyorsunuz son zamanların en yükselen şehirlerinden biri. Yeme-içme ve gece hayatıyla her geçen gün daha da çok konuşuluyor. Üstelik Beyrut’a gelme amacım da Martini Gold’un lansmanı için Rose’da düzenlenen parti.
Jack Bauer’in 24’ü halt etmiş, ben de 24 saate onun kadar çok şey sığdırıyorum, en azından yeme-içme ve eğlence alanında.
Sabah uçakta ilk gözlem yapılıyor. Beyrut bir estetik, mücevher ve kumar cenneti. Uçaktaki kalabalık da bol botoksuyla dikkat çekiyor. Beyrut’a uçmak Antalya’ya uçmak gibi. 1.5 saatte İstanbul’un gri havasından sonra 28 dereceye hoşgeldiniz!
Sırf bu mezeler için 1.5 saat uçulur!
Otele uğrayıp eşyaları attıktan sonra şehrin ünlü restoranı Karam’a gidiyoruz. O da ne? İçeri girer girmez kalabalık bir Türk masası görüyoruz. Masadaki isimleri saymıyorum, ama pekala bir TÜSİAD toplantısından çıkmış olabilecek bir grup diyelim. Belli ki Türkler Beyrut’u sevmiş ve çoktan keşfetmiş.
Karam’da mezeler olağanüstü. Sırf burada yemek için bile 1.5 saat uçabilirim. Gerçi bu konuda bir ayarım yok. Seyahat konusunda hiç üşenmem. Favorim tabule, aslında bildiğiniz maydanoz salatası ama soslar her şeyi değiştiriyor. Bu arada restorandaki tabaklar Güral Porselen çıkıyor. Bu da hoşuma giden bir detay oluyor.
Beyrut’ta sigara yasağı yok. Ama biz o kadar alışmışız ki tiryakiler bile başta kapalı yerlerde sigara içmeye çekiniyor. Tabii yan masalarda fokurdayan nargilelerin etkisiyle sigara yakanlar çıkıyor. Burada havalandırmalar iyi çalışıyor, üstünüz başınız kokmuyor. Yemek sonrası Herve Leger’in köşesinden dönüp şehir merkezinde dolaşıyoruz. Buraya boşuna Ortadoğu’nun Paris’i demiyorlar. Sonia Rykiel’den Zadig&Voltaire’e aklınıza gelen bütün Fransız markalarının mağazaları var. Burada kaybolursanız her şeyi tarif etmek için bir referans noktası var. Mavi kubbeli camii. Caminin hemen yanında kilise. Bir çanlar çalıyor, bir ezan okunuyor. Etraftaki Noel ve yılbaşı süsleri çok güzel.
AVM’den ‘yallah’ diyerek kaçıyorum!
Kısa bir turdan sonra ‘souk’ diye tutturduğumuzda otantik bir yere gitmeyi umarken kendimi bildiğiniz İstinye Park kıvamında bir alışveriş merkezinde buluyorum. Burada ne kadar çok çocuklu aile olduğunu anlatamam. Her ailenin yanında bir de üniformalı Filipinli bakıcı var. Anneler çocukları taşıyor, Filipinli bakıcılar annelerin Hermes çantalarını öyle bir itinayla taşıyor ki, zannedersiniz kucaklarındaki çanta değil kundakta bebek.
AVM’ler Beyrut için yeni. O yüzden rehberimiz Lübnanlı Ahmet gururla anlatıyor. Hevesini kırmak istemiyorum ama “Yallah” diyerek AVM’den kaçıyorum. Bizim İstinye Park’ın Masa’sı neyse burada da Balthazar diye bir mekan var. İlkin diyor ki, burada bread pudding yenilecek. Bread pudding deyip geçmeyin, yanında gelen karamel sosu neyin üstüne dökseniz zaten şahane olur. Siz siz olun Beyrut’a gelirseniz bu tatlıdan benim için de yiyin. Sonra DT Bar’da bir martini molası veriliyor. Tam karşısındaki Le Gray adlı oteli gözüme kestiriyorum. Bir daha geldiğimde orada kalmak istiyorum. Ana caddede dev bir Step halı mağazası görüyorum. Başka ülkelerde Türk markalarını görmek benim çok hoşuma gidiyor. Otelde de Happy Hour’da Efes biralarını görünce yine mutlu oluyorum.