Cadde Gözlerini kapat; bütün dünya senin

Gözlerini kapat; bütün dünya senin

01.01.2008 - 00:00 | Son Güncellenme:

Gezi dergilerinde yeni bir terminoloji gözüme çarpmaya başladı; "Armchair traveler/Koltuk gezgini"... Ben her tür dezavantajına karşın, seyahatten yanayım. O özgürlüğe, o "gitme" duygusuna, o "dünya benim" hissine hiçbir şeyi değişmem. Bir tek sırt çantası; her şeyim ona sığar

Gözlerini kapat; bütün dünya senin

fturkmenoglu@milliyet.com.tr Siz bu satırları okuyorken, yeni yılın ilk gününde, uykulu bir sabahta olacaksınız. Hayatınızı gözden geçireceksiniz belki. Adet olduğu üzre, daha iyi yaşamanın planlarını kuracaksınız. Daha verimli, daha aktif, daha mutlu bir yil için elinizden geleni yapmaya söz vereceksiniz. Ve `bu yıl mutlaka daha fazla gezmeliyim` diyeceksiniz Düşünsenize, aynı hedefler geçen yılbaşında da listede değil miydi? Yine spor salonuna gitmek, yeni bir dil öğrenmek, en az otuz iyi kitap okumak, bir sivil toplum örgütünde aktif çalışmak, on tane meşe fidanı dikmek, en az üç kez tatile gitmek gibi maddeler yazmadınız mı?Olmuyor işte. İnsanoğlu tembelliğinde huzur buluyor. Bilmemek, görmemek ve yaşam döngüsünde bir yeni çaba sarf etmemek için bahanelerini cebinde hep hazır tutuyor. Yeri geldikçe, "id-ego-superego" dengesi için, nedenler aynadan "ideal self"e yansıtılıyor. En büyük yalancı, kendimiz. En çok aldatan, en çok affeden, en çok alttan alan da. Peki olabilecek mi? Koltuklara oturduk, seyahat başlıyor!Gezi dergilerinde yeni bir terminoloji gözüme çarpmaya başladı: "Armchair traveler / Koltuk gezgini". Hatta bazı gezi kitapları, "koltuk gezginleri" için özellikle tavsiye edildi; bazı filmlerin en çok koltuğundan gezenler düşünülerek yapıldığı yazıldı. Tanımı çok basit aslında: Koltuğumda otururum; alırım elime kitabımı, dergimi, broşürümü, filmimi; nereye gitmek istiyorsam orası hakkında öğrenebileceğim ne varsa öğrenirim. Gezmiş kadar olurum, bir yerde.İçimdeki affedici taraf "tabii canım, ne güzel işte" diyor. "Ya arabayla kilometrelerce yol tep, ya da havaalanı güvenlik kontrollerinden geç, uçağa biniş sıralarında bekle, kilolarca yük taşı, bir sürü borcun altına gir; ne var yani, ille de bir yeri görünce insanın başı göğe mi eriyor?" Sonra öbür tarafım çıkıyor ortaya. Çabanın gerekliliğinden, emeğin güzelliğinden, bilginin yerinde öğrenilmesinin hazzından falan bahsediyor: "Şişko bir ihtiyar olduğun zaman bile, aman sakın durma! Uğraş, öğren, gez. Sen hayatın boyunca herşey için çaba harcadın; insanların ucuz numaralarla yükselişlerini ve sahte gülüşlerini izledin, ama yolundan çıkmadın; bazen kısa bir yazı için saatlerce okudun, en gidilmeyecek yerlere gittin, gün doğuşu yakalamak için hasta oldun, kendince hep doğruyu yaptın; SAKIN!" Peki bu sene olabilecek mi? "Gezmek" işi bazen o denli gereksiz yorucu ki, o geziden alınan keyiften çok daha fazla dert yazılıyor gelir-gider hanesine. Trafik deseniz, dertlerin en başı. Havaalanları; zaten bahsettim. O bitmeyen sorular, o cahilce çapraz vurma teknikleriyle aynı soruyu başka türlü püskürtmeler...Peki küresel ısınmaya ne demeli? Bir kıtalararası uçuş yapan yolcunun kaç ağaç dikmesi gerektiğini hiç düsündünüz mü? Bir de uzun uçuşta, arka taraflarda, orta dörtlü koltukta, yanınızda bir takım yaramaz çocuklarla geçen on saatin siniri, kimbilir kaç günde çıkar...Neyse, olayların güneşli tarafına bakmak lazım. Evet, 'seyahat` hoş bir durum. Ve ben bir gezi yazarıyım!Keşke eski zamanlardaki gibi olsaydı, keşke bir yerden bir yere günlerce gidilip, sonra aylarca kalınsaydı. Keşke daha gerçek çabalarla, daha gerçek özgünlükler keşfedilebilseydi. Keşke iki yıl okul tatil olsaydı, keşke herkes dünyayı en az bir kere turlasaydı... Neyse, eldekiyle yetinmek lazım.İşte, önümüzde sadece bir tek dünya var. Aldım mı elime haritayı; benim seyahat halim başlar. İçim kıpır kıpır eder. Hele tek başımaysam, yanımda kamera ekibinin taşımak zorunda olduğumuz ıvır zıvırları yoksa; o zaman keyfime diyecek yok. Ben her tür dezavantajına karşın, seyahatten yanayım. O özgürlüğe, o "gitme" duygusuna, o "dünya benim" hissine hiçbir şeyi değişmem. Bir tek sırt çantası; her şeyim ona sığar. Hele hele mevsimlerden yazsa, bir iki tişört, olay bitti. Evet, ben ne olursa olsun, gezmekten yanayım. Koltuktan gezenlere de saygım sonsuz; o da ayrı! Ama belki de olur? Sorarlar ya, adettendir hani. Bir masada doktor varsa, mutlaka konu sağlığa gelir. Herkes ağrılarından ve geçmiş tecrübelerinden konuşur. Yetmez, olay konu-komşunun başından geçen hastalık ve doktor hikâyelerinin paylaşımına kadar uzanır. Bir seyahat yazarına da sorulacak soru, tahmin ettiğiniz gibi, "Bu sene nereye gitsek?" olur...Birisi bana böyle bir soru sordu mu, şaşırıp kalırım. Bilemem, söyleyemem. Ama şimdi yazarken, olay başka. Düşünecek zaman var. Ellerim beynimin hızından daha yavaş. Aklıma geliyor Hadi başlayayım: Türkiye içinde en sevdiğim yerlerden biri, Kapadokya. Çok fazla görmedim, çok derinlemesine okumadım. Uzmanlaşmak istediğim bölgelerden biri. Bu yılın planları içinde mutlak yer almalı. Güneydoğu'yu defalarca yazdım. Mardin ve Şanlıurfa, birçok kez gidilmeyi hak ediyor. Köyleri ayrı güzel, tarihi yerler başka türlü etkileyici. Hiç yapamadım, ama bu sene ben Mardin'den başlayıp Antalya`ya kadar arabayla gitmek istiyorum. Hep parça parça gördüm, sahil şeridi başladığı zaman, inanılmaz güzellikler çıkıyor insanın karşısına.Marmaris'in koyları nefes kesici. Tamam, Bodrum başka, havası başka; ama Marmaris'in daha "tatil" durumu var. Daha ucuz, daha az kirli. Tabii şehir içinden bahsetmiyorum.Son olarak da Doğu Karadeniz. Nasıl anlatılır ki? İlk yaz günlerinde uzunca bir tatil alabilirseniz eğer, diyelim ki bir hafta; yaylalı, bol köylü, çokça yürüyüşlü bir Doğu Karadeniz turu yapın. Trabzon'a inip, hemen devam edeceksiniz, ta sınıra kadar. Karadeniz köylüleri altın kalpli. Hemen evler açılır, hemen mıhlamalar ateşe sürülür... Bu sene nereye? Hani internetten çok ucuza Avrupa biletleri alınıyor ya, ben bir kere 150 euro'ya gidiş-dönüş Londra almıştım; uzun uçuşlarda da böyle fırsatlar yakalanabiliyor. Hiç o denli uzun zamanım olmadı; ama hele bir de Avrupa, özellikle de Londra üzerinden gitmeyi göze alırsanız; inanamayacaksınız. Hâlâ 400 dolara Londra-New York gidiş-dönüş biletler var. Bir kere Londra'da havaalanında sırt çantasıyla bekleyen bir çocukla sohbet etmiştim; son dakika gelmeyenlerin biletlerini alarak uçuyormuş. Gerçi ben gördüğümde iki gündür bekliyordu, ama bunu dert etmiyordu. Gerçekten taksi parasına okyanus aşırı uçuşlar yapmak mümkün. İyi havayolları pek buna yanaşmıyor, ama charter da yapan şirketler, ucuzcu havayolları, seve seve kabul ediyorlar. Diyelim ki para, vize ve uçak bileti işlerini hallettiniz; o zaman en bilinenlerden başlamak en akıllıcası. Londra, Paris, Roma, Barcelona, Madrid, Avrupa`nın büyük şehirlerini defalarca görebilirsiniz. Ama Brüksel`den trenle Bruges'e gitmek çok kişinin aklına gelmez. İnanılmaz romantik, nefes kesici bir güzellik. Gene Londra'dan Oxford'a gitmek, hem çok ucuz hem gerçek tatil duygusu yaşatıyor. Milano'ya 100 euro'ya uçtuktan sonra, Toskana Bölgesi'ni araba ve trenle dolaşmak, kişi başı 10 euro'ya şahane yemekler yemek de mümkün. Bir de daha uzaklar var. Ben hiç Yeni Zelanda'ya gitmedim, çok da merak ediyorum. Bütün şehirlerini görmek, köylerindeki lokantalarda yemek yemek, plajlarında yüzmek istiyorum. Bir ucuz bilet bulursam, ya da Heathrow'da beklemeyi göze alacak vakti yaratabilirsem, gideceğim. O zaman yazar, oraları anlatırım. Para, para, para! Hayal kurmak güzel, planlamak zevkli. Şöyle bir kitap karıştırmak, haritadan işaret parmağıyla rotayı çizmek, internette google etmek... Biraz benim bugün yaptığım gibi yani. İşte bunun adı: Koltuk seyahati! Vize yok, fazlaca paraya ihtiyaç yok, dert yok. Koltuğumdan kalkmadan dolaştım. Belki de zaman-mekân kuramlarınınn dışına çıkarak, biraz astral, biraz "yemiş bu adam kafayı yahu" havasında, oralardaydım... Buldum! Seyahat koltukta başlasın, gidilen yerde devam etsin, hayallerde hep yaşasın. Hadi, bu sene bütün dünya sizin. Ama en güzel seyahatlerle, en güzel karelerle, en mutlu anılarla.Hadi! Son söz