Masumiyet Müzesi ‘Birinci sınıf berbat bir roman’ mı?

Sinema yazarı Zahit Atam, Orhan Pamuk’un Masumiyet Müzesi kitabını, “Birinci sınıf berbat bir roman” olarak nitelendiriyor. Bu fikrini dile getirdiği yer de, çok manidar: Mimar Sinan Üniversitesi’nde düzenlenen Masumiyet Müzesi Sempozyumu

Birgün Gazetesi yazarı Zahit Atam, Masumiyet Müzesi Sempozyumu’nun konuklarından biriydi. Zeki Demirkubuz’la ‘Yeşilçam’da masumiyet’ üzerine sohbet ederken, konu dönüp dolaşıp romanın kendisine geldi ve Zahit Bey, “Bu birinci sınıf ve berbat bir aşk romanı” diyerek bombayı patlattı. İnsan neden beğenmediği bir romanın sempozyumuna katılır ve neden çıkıp bir de konuşma yapar, bilmiyorum. Romanı kötülemek için mi?

Haberin Devamı

Masumiyet Müzesi ‘Birinci sınıf berbat bir roman’ mı


Kurmacadan gerçeğe
Masumiyet Müzesi’nin çok iştahlı bir hayranı değilim; ama yapısal özellikleriyle, Türk romancılığının sınırlarını zorladığı, yalnızca bu yönüyle bile önemli ve kıymetli olduğu da, yadsıyamayacağım bir gerçek. “Birinci sınıf ve berbat aşk romanları”nda benzerine rastlanmayan, kanlı canlı yaratılmış Kemal karakteri bile, kitaba belli oranda sıcaklık duymak için yeterli bir sebep. Bununla beraber Kemal’in, romanın içinde yazarın kendisiyle, yani Orhan Pamuk’la karşılaşıp sohbet ettiği bölüm de uzun süre hafızalardan çıkmayacak kadar dokunaklıydı. Kurmaca ansızın gerçeğe dönüşüyor, bir rüyadan uyanır gibi, hayatın tam ortasına düşüyordunuz.

Sevinmeli miyiz?
Hatırlarsınız, geçen yaz Şavkar Altınel, “Tutunamayanlar’ı sevmiyorum” dediği için, takım tutar gibi kitap tutan okurlar, neredeyse sokağa dökülüp Şavkar Bey’i taşlayacaklardı. Bu yüzden geldiğimiz noktaya sevinmeliyiz belki de. Ama şunu da unutmadan: Orhan Pamuk’un ismi, Nobellik başarısına rağmen Türkiye’de hiçbir zaman Oğuz Atay gibi, Yaşar Kemal gibi, ‘tabu’ olmadı. Her zaman eleştirilmeye, hatta ‘intihalle’ bile suçlanmaya müsait oldu. Bu yüzden bir sinema eleştirmeni, Masumiyet Müzesi hakkında, hem de ‘Masumiyet Müzesi Sempozyumu’ sırasında, istediğini söyleyebiliyorken; Şavkar Altınel bir şair ve yazar olarak, Oğuz Atay hakkında görüş belirttiği için toplum tarafından dışlanabiliyor.
Hafızalarda ciddi yer eden bir kitabın eleştirilmesi her zaman ses getirir. Burada önemli olan beğenip/beğenmemekten ziyade, eleştiriyi sağlam temeller üzerine kurma gerekliliğidir. Nedensiz çıkışlarla, tuhaf bir iştahla ve tatsız üslupla yapılan eleştiri, eleştiri olmaktan çıkıp başka bir şeye dönüşür. Velhasıl, Masumiyet Müzesi de kimi okurlara çekici gelmemiş olabilir, ama bu onun iyi bir edebiyat örneği olduğu gerçeğini de değiştirmez. Takdir edilmesi gereken bir çaba olarak anlamaya çalışmalıyız Orhan Pamuk’u ve Masumiyet Müzesi’ni.
www.twitter.com/gulumdagli

Haberin Devamı

Masumiyet Müzesi ‘Birinci sınıf berbat bir roman’ mı

“Tanpınar yaşarken de seviliyordu”

Tanpınar, günlüklerinde hiç kimsenin kendisini takdir etmediğinden, sevmediğinden o kadar çok yakınır ki, hem ona hem de edebiyat çevresinin haline üzülürken bulursunuz kendinizi. Handan İnci, yeni kitabı ‘Tanpınar Zamanı-Son Bakışlar’da (Kapı Yayınları, 18 TL), bu konuya da değiniyor. Yazarın yaşarken ‘sevilmediği’ bilgisinin efsane olduğunu söylüyor:
“Bence yaşadığı dönemde Tanpınar’a ilgi gösterilmediği yargısı, neredeyse bir edebiyat efsanesine dönüştü. Doğrusunu söylemek gerekirse, (...) yazar tarafından yönlendirildiğimizden kuşkulanmaya başladım. Günlüğünün son sayfalarını okumasak yine böyle düşünecek miydik? Tanpınar’ın gerçekten de ilgi görmediği söylenebilir mi? Ölümünden önce hakkında yazılmış yazı sayısı 60 civarındadır. (...) Ölümünün ardından yazılanlarda da, sevilen, saygı duyulan bir yazar olduğu açık. Düşünün ki Edip Cansever, şiirlerini ilk ona götürüyor; Oktay Akbal, ‘Şiirlerinin çoğu ezberimdeydi’ diyor; Melih Cevdet, şiirindeki bir kelimeyi değiştirdiğinde bunun nedenini soracak kadar yakından izliyor Tanpınar’ı. Çalıştığı üniversitede de kendisine saygı ve sevgiyle bağlı bir çevresi var.”
Handan İnci’nin fikirlerinin dikkat çekici olduğu kesin. Ama ikna edici mi; tartışılır. Acaba Tanpınar’ın günlüklerinde yazdıklarına mı, “Allahım bana 5 bin lira lütfet!” yakarışlarına mı inanmalıyız; yoksa, yaşarken hakkında 60 kadar yazı kaleme alınmasının, ölümünden sonra insanların hakkında güzel şeyler yazmasının doğurduğu -sahte olabilecek- intibaya mı?

Haberin Devamı