Haberin Devamı

Dostuma veda

Hep yaşlanmanın nasıl bir şey olduğunu merak ettim. 31 yaşındayım ve yüzümde oluşmaya başlayan çizgiler bana yaşlandığımı hissettirmeye yeterli olmuyor.
Gerçekten yaşlanmaya başladığımı bana hissettiren tek bir şey var. Sevdiklerimin bu dünyadan göçüp gittiğini görmek...
Eskiden olmazdı bu.
30’umda başladı.
30 yaş bunalımının nedeni biraz da bu olsa gerek. Sevdiklerinin seni terk etmesi...
Birden gittiğiniz cenazelerin sayısı artıyor. En acısı, kendinizi dostlarınızın cenazelerinde buluveriyorsunuz.
Ünsal Oskay belki birçoklarının hocasıydı. Onların deyimiyle “Derslerini kaçırmadıkları tek hoca”ydı...
Benim hiç hocam olmadı.
Ünsal Oskay benim dostumdu. Hayattaki en iyi dostlarımdan biriydi.
Sevgilimden ayrıldığımda omzunda ağladığım, evleneceğimi ilk haber verdiğim insandı.
Onunla ortak bir kitap yazma şansına eriştiğim insandı.
Adorno’yu, Benjamin’i ondan öğrendim.
Bizi Milliyet’in Popüler Kültür ekinde Can Dündar buluşturdu ve aylarca süren bir dizi söyleşiye önayak oldu. Onu tanımama vesile olduğu için Can Dündar’a ayrı bir şükran borcum vardır.
Hayata atıldığım ve ayakta durmaya çalıştığım dönemde, hem bana hayatın ne kadar acımasız olduğunu gösterip beni bunalıma sürükleyen ama her konuşma sonrasında “Her şeye rağmen hayat güzel ve bunlar da geçecek” diye beni teselli eden de Ünsal Oskay’dı.
Ünsal Hoca bana farkındalık kazandıran insandı.
Ben ondan sonra farkındalık yolun yarısıdır diyerek diğer yarıyı tamamlamaya çalıştım.
Hâlâ tamamlamış değilim ama o olmasa şimdi geldiğim kadar bile yol alamazdım.
Ünsal Hoca’yla ilk buluşmam yağmurlu bir güne rastladı. Elinde şemsiyesi ve omzunda asılı yeşil çantasıyla Cihangir’deki büyük çınarın altında beni bekliyordu. Tesadüfen girdiğimiz Fotoğraf Cafe her hafta tekrarladığımız söyleşilerimize ev sahipliği yaptı.
Ben Ünsal Hoca’nın öğrencilerinden çok daha şanslıydım, çünkü ben aylarca bu ülkenin yetiştirdiği en harika adamlardan birinden özel ders aldım. Sadece ben ve o...
Derdimiz sadece ülkenin gündemi değil, kendi gündemimizdi.
Genç kuşağın dünyayı değiştirme gibi bir kaygısının olmadığı, bu tür kaygıları sadece kitaplarda okuduğu bir dönemde hâlâ dünyayı değiştirme umudunu taşıyan bir bilimadamının konuşmalarını dinlemek bana da umut aşıladı. Ve o umudu hâlâ içimde taşıyorum.
Uzun saatler süren konuşmalarımızın sonunda önce “Çok mu ağır laflar ettim?” diye kaygılanırdı, ardından onu rahatlatırdım ve “Sen bunları bir güzel toparlarsın” derdi.
Bu söyleşiler yayınlandıktan sonra onlarca insan bana onun hocalığını anlatır, sınıfta anlattığı hikâyeleri tekrarlardı. Bense bu muhteşem adamla baş başa geçirdiğim zamanları aklımdan geçirip her zaman öğrencilerinden 1-0 önde olmanın tatminini yaşardım içimde.
Üzülerek söylüyorum, benim ve daha birçoklarının hayatından bir Ünsal hoca daha geçmeyecek.
Canım yandı, canım acıyor.
Onu hep özleyeceğim.


Türk polisi yakalar!
Bu ülkede travesti olarak yaşamaktansa hiç yaşamayın.
Çünkü ister uslu olun, ister şiddet yanlısı, sonuç değişmiyor. Bu toplum sizi kusuyor. Sizi kusmak istiyor.
Sizinle aynı yerde oturmayız, sizinle birlikte yemek yemeyiz, size vebalıymışsınız gibi davranırız.
Ama... Güçlü travestiye bayılırız, sokakta görünce üzerine atlarız. Çünkü biz insanın şöhretlisini, paralısını, iktidarlısını severiz.
Biz işte bu kadar ikiyüzlüyüz.
Travestiyseniz ve paranız, pulunuz yoksa sizi ancak cezalan-dırılacağınız yasa dışı işlere iteriz. Yeter ki gündelik hayatımızı sürdürürken karşımıza çıkmayın.
Bakkalda sizinle karşılaşmayalım, süpermarkette satış görevlisi olarak kasada belirmeyin, restoranda siparişi siz almayın... Siz en iyisi gidip otoban kenarında ölümü bekleyin.
Farkında mısınız “Ölün” deriz aslında size. Ölmekten başka çare bırakmayız çünkü.
Biz sizi dışladıkça, dairenin dışına fırlattıkça, siz öfkelenin, olay çıkarın, adam bıçaklayın. Ya da gündüz sakin sakin sokakta yürüyün. Fark etmez.
Olur böyle vakalar, Türk polisi yakalar.