Cumartesi Boğaz'a "resmiyetin" gölgesi düşerse...

Boğaz'a "resmiyetin" gölgesi düşerse...

18.11.2006 - 00:00 | Son Güncellenme:

Bizim gibi toplumlar hâlâ giysilerinin "kabul" görmesinin ölçüsünü "ciddiyet" olarak algılıyor

Boğaza resmiyetin gölgesi düşerse...

malphan@milliyet.com.tr Oysa sadelik artık içinde bulunduğumuz yüzyılın bir gereği. Toplumların gelişim süreci, yaşam tarzı, moda ve kozmetik sektörlerinin önümüzdeki döneme damgasını vuracak yeni eğiliminin de bu yönde olduğunu gösteriyor. İspanya Başbakanı Jose Luis Rodriguez Zapatero geçtiğimiz hafta Medeniyetler İttifakı Akil Adamlar Grubu'nun toplantısı için İstanbul'a geldi. Gelmeden önce eşiyle kameralardan uzak, biraz baş başa vakit geçirmek, gözlerden uzak şekilde İstanbul'u dolaşmak, yemek yemek istediğini söylemiş hatta.Söz konusu kişi bir ülkenin başbakanı olunca tabii, bunu bir noktaya kadar gerçekleştirebildi. Görüntüsü yer yer kameralara takılan Zapatero ile eşinin sadeliği basına konu olurken, Zapatero çiftine Boğaz'ı gezdiren İstanbul Valisi Muammer Güler ve eşinin giysilerinin "resmiyeti" gözden kaçtı. Kabataş rıhtımından hareket eden "İstanbul 2" adlı özel bir teknedeki geziye Zapatero ve eşi alabildiğine spor, Boğaz'ın renklerine ve ruhuna uygun giysilerle katılırken, İstanbul Valisi Muammer Güler aksine resmi kıyafetleri içerisinde ev sahibi görevini sürdürmeyi tercih etti. Dünyadaki sosyal, ekonomik, kültürel, siyasal ve dinsel alanlardaki değişimin insanların tercihlerinde ve yaşam biçiminde oynadığı rolün etkisi hiç kuşkusuz büyük. Nasıl Avrupa ülkeleri gelişimlerini günlük yaşamlarında "sadelik"le bütünleştiriyorsa, azgelişmiş ya da gelişmekte olan ülkelerde bu büyümeme hali kendisini "şatafat" ve "protokol" arasında gidip gelen "uyumsuzlukla" gösteriyor. Elbette ağırlanan kişinin bir ülkenin başbakanı olması, ağırlayan kişinin de vali konumunda olması "protokol" kurallarının uygulanmasını gerekli kılabilir ama şu da bir gerçek ki, gezilerin, partilerin ya da resmi davetlerin "adreslerini" karıştırır gibi giysilerin de nerede ve nasıl kullanılması gerektiğini karıştıran bir "resmiyet" ve "ciddiyet" içerisindeyiz. Yani bizim gibi toplumlar hâlâ giysilerinin "kabul" görmesinin ölçüsünü "ciddiyet" olarak algılıyor. Oysa üzerimizde asılı kalan şey "taşralılık" ruhundan öteye geçmiyor aslında. Blucini ve parkasıyla İstanbul'u turlayan Zapatero, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan ile "resmi" görüşmeyi "protokol" giysileriyle yapan aynı Zapatero'ydu. Çünkü onun kendini kabul ettirme ölçüsü bir geziyi resmiyete dönüştürmeyecek kadar sade, bir protokolü ciddiye alacak kadar resmiydi.Yani gelişen, büyüyen bir ülkenin tuvallere yansıyan resmi gibi...Sade... Üzerimizde asılı kalan "taşralılık" Çorabın tarihi 3 bin yıl öncesine kadar uzanıyor. Göçebe Arap kabilelerinin Kleopatra'nın hükümdarlığından (MÖ 69-30) çok önce sandalet çorapları ördüğü biliniyor. Kabilenin kadınları ipliği çeker, erkekler ise örme işini üstlenirdi. Sandalet çorapları giymelerinin nedeni parmaklarının arasına kum kaçmasını engellemekti. Nil kraliçesi de bu nedenle sandaletinin içine çorap giyerdi. Örgü teknikleri geliştikçe bu alışkanlık yaygınlaştı, Hıristiyan misyonerler tarafından benimsendi; sonra da Akdeniz'e yayıldı. Bizans sanatına baktığımızda da aynı görüntüye rastlıyoruz. Ravenna mozaiklerinde beyaz çoraplarla sandalet giyen erkekler göze çarpıyor. Günümüzde ise sandaletin içine çorap giymek deyince akla Alman turistler geliyor. Artık sokaklarda parmakların arasına kaçacak kum da yok elbette. O yüzden sandaletin içine çorap giyen erkekler ister istemez gözü tırmalıyor.İşin kötü yanı, bu görüntünün biraz modifiye edilmiş hali, belki de daha kötüsü bu yıl kadın modasına kaya gibi oturdu. Ünlü markaların birçoğunun defilelerinde, reklamlarında topuklu ve bazen açık ayakkabının içine giyilen kalın yün çoraplar göze tam anlamıyla çarptı. Evet, bu yıl modanın kurbanı olan kadınları işaret etmek hiç de zor olmayacak. Çünkü ancak aşırı derecede bir moda kurbanı aynanın karşısına geçtiğinde bu modayı benimseyecek kadar bilinçsizce davranabilir ve bu görüntüden rahatsız olmayabilir. Daha kötüsü olamaz! Hayatınızda en azından bir pazar sabahı pijamanızın üzerine bir pardösü geçirip ekmek ya da yumurta almak üzere bakkala gitmişliğiniz vardır. Ama Janet Jackson bu kıyafetiyle bakkala falan gitmiyor, yeni albümünü tanıtmak üzere geldiği Tokyo'da havaalanındaki gazetecilere poz veriyor.Bizim "sosyetikler" gibi grand tuvalet seyahat etmenin anlamı yok ama insan bu kadar da anlamsız giyinemez. İşin acıklı yanı, Jackson büyük ihtimalle özene bezene giyindi, bu kombinasyon için uğraştı. Aynada kendini önden ve arkadan defalarca süzdü. O ayakkabılar belki de bir servet değerinde. Hermes çanta zaten öyle. Eşarp da haydi oldu diyelim ama rengi solmuş o eşofman ne?Bu alternatif takılan insanlar tarz yapmaya çalışmasalar daha az komik olacaklar. Yanlış anlamayın, bakkala gitmiyor