Cumartesi "İleride yönetmen olursam günde iki sahne çekip bırakacağım"

"İleride yönetmen olursam günde iki sahne çekip bırakacağım"

10.04.2004 - 00:00 | Son Güncellenme:

"Berlin in Berlin'i keşke şimdi çekseydim"

İleride yönetmen olursam günde iki sahne çekip bırakacağım






Hülya Avşar'la birlikte patlamış mısır yiyerek sinema üzerine sohbet ettik. Avşar bu kez kocasının sevgilileri, Gülben Ergen meselesi ya da kızı Zehra üzerine değil de sadece sinema ve oyunculukla ilgili bir röportaj yaptı. Avşar bu yılki İstanbul Film Festivali'nde 1990'lardan bu yana Türk sinemasının, büyük festivallerde ödül kazanmış yönetmen ve oyuncularına verilen özel bir ödüle; Türkan Şoray, Haluk Bilginer, Serap Aksoy, Muzaffer Özdemir ve Ahmet Uğurlu'yla birlikte layık görüldü. Hülya Avşar, ödülünü "Berlin in Berlin" filmindeki rolüyle 1993 yılında Moskova Uluslararası Film Festivali'nde almıştı.
Avşar'ın programı o kadar yoğun ki röportajlarına sadece yarım saat ayırabiliyor. Fotoğraf çekimlerinden sonra sohbete başladık. Oyunculukla ilgili sohbet o kadar sardı ki yaklaşık bir saat sürdü. Sonra 20 dakika da teyp kapalı devam ettik. Yani Avşar o gün sayemizde bütün randevularına geç kaldı.
Konu sinema olunca fotoğraf çekimini de röportajımızı da Shop&Miles Movie Theatre'ın koltuklarında yaptık.


Tamamen hislerime bakarım. Bir rolün beni yükseltmesi, okudukça bungee jumping yaparken gibi içinizin geçmesi lazım. Eğer öyle bir duygu varsa, yönetmeni kim olursa olsun, o filmi çekmek isterim.


Hayır. Bilinçlendikten sonra bu hisler daha çok ortaya çıktı. 15 sene önce günde üç sete gittiğim zamanlar oluyordu. O zaman bunları öne çıkarmam mümkün değildi. İlk filmimden sonra çok istek geldi. Para kazanmam lazımdı. O yüzden böyle seçici değildim. Ama son yıllarda yaptığım her şeyde duygularımı öne çıkardım.


Evet, var. Daha doğrusu karar veren değil okuyanlar var. Mesela dün evde saydım, 22 tane senaryom var. Hepsini okumuşum. İlk 10 sayfa beni sarıyorsa, önemli buluyorum o senaryoları. Önemsiz bulduklarımı da başı, ortası ve sonu diye okurum. Sonra hızlı hızlı tekrar bütünüyle okurum. Öyle bir okuma tarzım var. Eğer beni baştan sarıyorsa hiç atlamadan okuyorum. Sonra da bir başkasına okutuyorum. Çünkü dinlemeyi ve dinlerken kafamda çekmeyi tercih ediyorum.


Profesyonel insanlar değil. Kimi yakalarsam o.

"Ben 'set paydos' denildiği andan itibaren Hülya olurum"

Roldür sadece. Hani hep derler ya, "Hayatım boyunca ben o kişiliğe büründüm. Bütün bir yıl o rolden kurtulamadım." Ben hiç öyle bir oyuncu olmadım. Ben "set paydos" denildiği andan itibaren Hülya olurum. Hatta bazı yönetmenler "15-20 gün oyuncular bir arada olsun. O duyguları birbirlerine geçirsinler" der. Benim için hiç önemli değil bu. Sokaktan birini getirsinler karşıma, desinler ki "Bu senin baban, seni seneler önce terk etmiş. Sen de öyle oynayacaksın", 40 yıllık tanıdığım biri gibi oynarım. Bana öbür türlü şeyler saçma geliyor. Belki doğrusu odur ama bilemem.


Duygusunu kapıyorsam hiçbir şeye hazırlanmıyorum. Çünkü kamera karşısında her şey çok değişiyor bende. Mesela karşımdaki iyi bir oyuncunun mimikleri beni çok ilgilendirir. Onun oyununa göre kendimi hazırlarım. Bu konuda hakikaten çok başarılıyım.


Kamera karşısında tek sahnelerimde yönetmenin eline doğru oynuyorum. Oyuncuyu karşıma almam. Çok yaptım bunu ama ilk defa sana söylüyorum. Mesela tek çekimlerde karşındaki kişiyle konuşman lazımdır. Ona bakarak konuşmam gerekiyorsa oyuncuyu iplemiyorum, "Sen zahmet etme" diyorum. İyi bir oyuncuysa onun gözü, hareketi, mimiği bakışı, her şeyi bana pas gibi geliyor ve ben de gol atıyorum. Futbol gibi. İyi bir oyuncuyla karşılıklı oynamak dünyanın en büyük zevkidir.

"Eleştirmenlerde bana karşı hepbir ısırma duygusu vardır "

Eğitimin oyunculuğu bozduğuna inanıyorum. Zaten sinema oyunculuğunun eğitimi nasıl olur onu da bilmiyorum. Mesela Kutluğ'un filmindeki kızlarla prova yaptık, çok başarılıydılar. Hele Behiye rolündeki, geleceğin en başarılı oyuncularından biri olacak. Ben böyle bir şey görmedim hayatımda. Bu tür oyuncuları Avrupa ya da Amerikan filmlerinde görebilirsiniz sadece. İkisini de ağzım açık izledim. O kadar iyiler ki.


Ekip çalışması. Yurtdışıyla ilgili bir ekip çalışması yoktu. "Neden yurtdışında bir film çekmiyorum?" diye hep beklediler. Gerçi benim hiç öyle bir arzum olmadı. Bundan sonra da olacağını zannetmiyorum. Şimdiye kadar Türk olduğumuz için, aksanlı İngilizce konuştuğumuz için bir sürü sebebimiz vardı. Ama Tarkan'a yapıldığı gibi bir ekip çalışması yapılsaydı her şey farklı olurdu. Sonuçta Banderas'ın da, Penelope Cruz'un da aksanı var. Buna rağmen kendilerini tanıtabildiler. Ben İngilizcemi yeterli görüyorum uzun metrajlı bir film için. Olmasa da oyuncu koçları var, onlarla çalışabilirim.


Ben Türk sinemasının haksızlığa uğradığını düşünüyorum. Bundan üç-beş sene öncesine kadar ödüllerin de önemi yoktu. Her şeyde bir kulis söz konusuydu. Şimdi inanıyorum ki, verilen ödüller çok ciddi ve sinema için veriliyor. Hakkımdaki sinema eleştirileri fiziğime ve popüler hayatıma karşı yapıldı. Eleştirmenlerde bana karşı hep bir ısırma duygusu vardır.


Sinemadan aldığım her ödül bana onur veriyor. Mimik ödülü, saçı-kaşı güzeldi ödülü... Hiç fark etmez. Yeter ki üstünde sinema yazsın. Çok mutluyum. Sinemaya bu kadar aşık olan Şakir Eczacıbaşı'nın bu işin başında olması bana ayrı bir onur veriyor. Ama bu sene çok ödül alacağım. Yiğit, bunu yaz mutlaka. İleride ödülleri topladığımda "Hatırlıyor musun, seninle bir gün sinema üzerine sohbet etmiştik. O gün de bu ödüllerden bahsetmiştim" diyeceğim. Sonra da birlikte kutlamaya gideceğiz.


Hayır, oyunculuğum iddialı. Bazı geceler oturup ağlamak istiyorum. Özledim yaa oyunculuğumu. Şimdi bir dizi filmim var. Haziranda iki sinema, kasımda da başka bir sinema filmim var. Kasımdakini Mustafa Altıoklar çekecek. Bir tanesi Ali Özgentürk'ün, diğeri Kutluğ Ataman'ın. Üçü de bana o kadar uygun ki. Avazım çıktığı kadar bağıracakmışım gibi hissediyorum.


Mustafa Altıoklar'ın filmi oyunculuğumu ortaya koyabileceğim bir hikaye. Yedi ayrı kişiyi oynayacağım. "İki Genç Kızın Romanı"nda olağanüstü bir duygu, annelik var. Ali Özgentürk'ünki ise bir aşk ve Pera Palas hikayesi. Orada kırılmışlık, aldatılmışlık var. O anlamda da çok şey yaşadım ve onları da oraya koyacağım.


Süreyya Duru'yla. Hayatımın yönetmeniydi. Osman Seden ilk filmimi çekmişti. O öldüğü zaman ailemden birini kaybetmiş gibi üzülmüştüm. Aslında bütün yönetmenlerimle sorun çıkmadan çalıştım. Fakat Tomris Giritlioğlu çok zor bir yönetmen. Bir filmde çekim saatlerinin belirsizlikleri beni çok yorar. O zaman kimse benden iyi bir performans beklemesin. Bana kalırsa günde bir sahne çekerim. İleride yönetmenlik yaparsam oyuncularıma bunu kesinlikle sağlayacağım. Günde iki sahne çekip bırakacağım. Gitsinler özel hayatlarını yaşasınlar. Eşlerini, sevgililerini görsünler, sevişsinler, öpüşsünler ki bana enerjik gelsinler.


O ne yaptı biliyor musun? Her gün öğleleri oyuncularına iki saat uyku vakti verdi. Herhalde bunu hiçbir yönetmen yapmadı. Eğer gece sahnesi yoksa akşam saat yedi denildiğinde paydos etti seti. Kimse iş sonrası setten konuşmayacaktı. Havadan sudan kakara kikiri muhabbet ediyorduk. Her şeyden kopuyorduk. Günde üç-dört sahne çekip uyurduk.


Mesela Aytaç Arman'la çok iyiydik. Fatma Girik'in iyi bir oyunu vardır. Mehmet Aslantuğ çok iyiydi. Bütün rol arkadaşlarım iyiydi ama özelleri bunlar. Bazı oyuncular da rol çalar. Mesela iki kişi oynuyor. Birinin lafı var. Onun en önemli diyalog kısmında karşıdaki elini kaldırsa, kafasını çevirse seyirci ona bakar. Böylece en önemli diyaloğunuz güme gider.


Direkt ikaz ederim. Zaten rol çalınmasına izin vermem. Kaba tabiriyle oyunculuğun bütün kulisini, piçliğini bilirim. Bir daha çektiririm. Yine de vermem.


O benim mimiklerimi ve duygularımı birleştirdiğim neredeyse tek filmdi. Ve öyle ödül aldım. Hep mastürbasyon sahnesi sayesinde diye yazdılar ama değil. O, bizim magazine uygun bir sahneydi. Asıl ödül hiç konuşmadan oynadığım roldü.


Seve seve. Keşke şimdi çekseydim o filmi.


Yok ama çok daha farklı sahneler katılabilirdi. Sinemaya şimdiki bakışımla eksiklikler görüyorum. Eminim Sinan Çetin de öyle görüyordur. Oyunculuğumda da çok eksik şeyler var.


"Berlin in Berlin"deki mastürbasyon sahnesini çekerken zorlandım açıkçası. Seyirciden değil ama yanımdaki ışıkçıdan, kameramandan çok tedirgin oldum. Bunun dışında o filmde sadece mimiklerimle oynadım.


Televizyonda oynarsa bakıyorum. Gözümü kapama ihtiyacı hissediyorum. Utanıyorum. Bazılarında da öyle kendime bakıyorum. Bir kere çok rüküşüm orada. Başımızda o kelebek tokalar. Neyse ki sadece bir filmde yapmışım onu.


Ed Harris'i çok severim. Keldir meldir ama beni çok etkiler. Eskiden Meryl Streep derdim şimdi çok az film çekiyor. Şu anda yaş olarak en güzel zamanları bence. Karakter oyuncuları hariç öyle çok bayıldığım birileri yok. Son zamanlarda Matt Damon'ı çok beğeniyorum. Ülke sineması olarak da İspanyol sinemasından bir-iki film izledim, çok beğendim. "Konuş Onunla"yı izledim, beni çok etkilemişti.


Evet. Mesela evde çok film seyrediyorum. Kaya da çok meraklıdır. İtiraf ediyorum, kaçak maçak çok film seyrediyoruz. Çünkü bazı filmler gelmiyor buraya. Çok da merak ediyorum. Çoğu filmi biz vizyona girmeden izlemiş oluyoruz. Ne yapayım, yapıyorum o hatayı. Daha çok Zehra için sinemaya gidiyorum. Görmediğim çocuk filmi kalmadı. Eve gelince bir film koyup yarısında uyumazsam izliyorum. Festivalde de bana önerilen üç film var, gidip seyredeceğim.

Yazarlar