Cumartesi Kadınlığın kitabını yazsam yeniden...

Kadınlığın kitabını yazsam yeniden...

21.05.2005 - 00:00 | Son Güncellenme:

Yemek pişirmek çoğu evde kadınların vazifesi olarak görülüyor. Kadınlar da bunu böyle görüyor. Ben? Ben yemek pişirdim de ne oldu? Buyrun, afiyetle okuyun

Kadınlığın kitabını yazsam yeniden...

tubakyol@yahoo.com Bizim yazılı olmayan kurallarımızda şöyle yazıyordu: Kimse, sadece birlikte yaşıyor olmaktan ötürü birtakım kurallara uymaya zorlanamaz. Paradoks! Evet ama yürüdü. Yıllardır işe yarıyor. Şöyle izah edeyim: Yatma vakti, kalk borusu, akşam yemeği saati, cumartesi gecesi gezmesi, sinema günü falan yok. Birinin yapmak istediği şeyi diğeri de yapmak istiyorsa, ne âlâ. Yoksa, herkes kendi başına.Canınız istemiyorsa, kahvaltı hazırsa bile sabah kalkmayabilirsiniz. O akşam yemeği hazırlarken, siz TV izleyerek çekirdek çitleyip kola zıkkımlanabilirsiniz.Ben de o akşam tam da bunu yapıyordum. Fakat sevgilim yıllardır akşam işten eve gelip yemek hazırlıyor olmaktan mustarip, yanıma gelip, gayet sevimli bir ses tonuyla, bir gün de şu yemeği ben hazırlasam, onu nasıl da mutlu edeceğimi söyledi.Haksız mı? Değil. Akşam yemeklerini hep o hazırlıyor. Çünkü benim yemekle, onunki gibi bir ilişkim yok. Acıkınca bir sandviç hazırlıyorum kendime ya da bir konserve açıyorum ya da telefonla sipariş veriyorum... İşim bitiyor. Ama o, çoğu erkek gibi sıcak yemek hastası. Sıcak yemek istiyor. Peki. Birlikte yaşamak zor iş. Ne kadar da iyi anlaşsanız, hele bu birlikte yaşama halinden evvel her ikinizin de kendi evi olmuşsa... Zor, ne demek? Çok zor. Yemek yapmaya karar verdim. Yemek yapmaya karar vermek zorunda bırakıldığım için kızarak. O sinirle biraz fazla yemek yapmaya karar verdim. Abartarak öç alacağım. Hem de öyle "Tuğçe Tuğçe" yemekler, adı havalı-yapımı kolay mezeler, salatalar, ızgara et falan değil. Tencere yemekleri!Arkadaşlar, ben daha önce hayatımda taş çatlasın üç kez yemek pişirdim. Biri pilav, biri makarna, üçüncü de artık her ne haltsa... Bu kez biber-kabak karışık dolma yapacağım ve zeytinyağlı taze fasulye ile zeytinyağlı pırasa. Böylece sabah uyanıp markete gittim. Ne bulduysam aldım. Bozuk param yoktu, ev de yakın, taksiye binmedim. Böylece ilk golü yedim. O torbalar yolda sen bir ağırlaş... Elim, kolum, omzum koptu.Pes mi? Değil. Önlüğü taktım. Kolaydan başlayıp TV karşısında fasulyenin kenarlarını aldım. Bu esnada karşı terasa yeni taşınan ecnebilere "İyi bir Türk ev kadını nasıl olur?"u gösteriyorum. Ki onlar açmışlar biraları, yakmışlar nargileyi, ohh, gel keyfim gel. Ben? Bugün ev kadınıyım, çok mersi, almayayım.Sonra annemle telefon trafiği başladı. Onu nasıl yapacağım, bunu koydum, şimdi ne ekleyeceğim? Ki bu telefon paralarıyla bir ay çok rahat dışarıda yerdik yemeklerimizi. Birkaç öğün de ıstakoz yerdik. Ve mutfağa girdim Nihayetinde efendim fasulye ve pırasa pişti, soğumaya geçti. Bu esnada kabaklar oyuldu, dolmalık biberler temizlendi, iç hazırlandı, dolduruldu, pişmeye bırakıldı. Tabii iç arttı. Artan iç boşa gitmesin diye, ben de artık aşçı sayılırım ya hemen bir yemek uydurdum. Patlıcanları soyup doğradım, merak etmeyin tuzlu suya da koydum, sonra artan içle bir de patlıcan yemeği pişirdim. Hesapta tüm bu işler bittikten sonra maniküre pediküre gidilecek, fön çektirilecek, eve dönülüp elbise giyilecek, masa hazırlanıp şarap açılacaktı. Hiç takatim ve vaktim ve ayrıca böyle bir mood'um, daha daha ayrıca da hiç iştahım kalmadı.Romantik yemek yatınca, Yiğit ve Aycan'ı (onları hatırlarsınız, bizim eski stajyerler) aradım. "Bir sürü yemek yaptım" dedim. Hiçbir mana veremediler bu işe ama geldiler. Daha kapıdan girerken, "Açız ama beğenmezsek o saniye tok oluruz" dediler. Bilmez miyim? Asıl bu yüzden çağırdım onları. Bir tek onlar bütün gün uğraşıp pişirdiğim yemeklerle ilgili en hakiki fikirlerini söyleyecek kadar "terbiyesizler". Zeytinyağlılara bayıldılar. Patlıcanın tadına bakmadılar ama dolmaları "ilk" için gayet başarılı buldular. Sevgilim de patlıcanı çok beğendi. Netice? Bu işi kıvırdım.Sonra? Kıvırdım ben bu işi Gece kusmaya başladım. Ertesi gün akşam 22.00'de yataktan çıkabildim. O da salondaki kanepeye uzanmak için. Bir sonraki gün yine akşam kalktım ancak. İnsanın vücudundaki her kemik, her kas demeti ayrı ayrı ağrır mı? Öyle bir ağrı, sızı. Bu yazının yazıldığı gün üçüncü zafer günümü kutluyorum ve hâlâ ağzıma bir lokma sıcak yemek koyabilmiş değilim. Pişirdiklerime bakamıyorum bile. Meyve yiyorum. "Yeter abarttığın" diyorsanız, abartmıyorum ama siz de haklısınız. Ateşimin çıktığına, titreme-terleme nöbetlerine bakılırsa, kim bilir, belki de zehirlendim. Ama niye diğerleri zehirlenmedi? Grip olmuşumdur belki de, ne bileyim?Her ne haltsa, görüyorsunuz işte yemek pişirmek tabiatıma aykırı. Bünye reddediyor. Ben ne yapayım? Midem, ah midem... Bugün hâlâ çoğu evde, yemek pişirmek kadınların vazifesi olarak görülüyor. Oysa bizim evde sevgilim yemek pişirdiği halde hiçbir zaman onun vazifesi olmadı bu iş. Ben bir tek kez bile "Bugün ne yiyeceğiz?" demedim ona. Kibar evlerde adet olduğu üzere "Ne zamandır kuru fasulye yemedik hayatım" diye imalarda da bulunmadım. "Bir evde yemek pişirmek ille birinin vazifesi olacaksa kadının vazifesidir" diye düşündüğümden olabilir. Ki çoğu kadın böyle düşünüyor, bunu vazifesi görüyor galiba. Her fırsatta kadın-erkek eşitliğinden bahseden annem benim yemek pişirmiyor olmamdan utanıyordu mesela gizli gizli. Nihayet yemek yapıyor olmama öyle sevindi ki, 40 kere ben aradıysam, 40 kere de o aradı; ben sevgilime "kadınlığımı" en iyi şekilde gösterebileyim diye. Bu nasıl bir takıntıysa, "kadınlık" takıntısı; farkındaysanız ben de şu yazıda illa ki vurguladım: Yemek pişirmeyi başardım. Altını çizdim, çizmeye de devam ediyorum: Mesele becerememek meselesi değil. Değil! Annem de sürekli bunu söyledi. "Kızım, sen yeter ki iste, en lezzetlisini yaparsın. Hem gör bak, terapi gibidir yemek yapmak. Öyle hoşuna gidecek ki. Öbür gün de şunu pişirirsin" diye ha bire gaz verdi. Elbette akşam sevgilimle konuşup ondan "Okey" alana kadar da içi rahat etmedi. (Annemle babam yurtdışında tatildeler. O yüzden böyle rahat rahat yazdım bunları. Nihayet bir yazımı okumayacaklar. ) * * * Yemek yapmak bir iş. Zor bir iş. Her akşam eve gelip hazır sofraya oturuyorsanız ve işyerinde ne kadar yorulduğunuzu anlatıp hazır yemeği kendinize hak görüyorsanız... Şöyle söyleyeyim: Ben ev kadınlığını kısmen idrak ettim. Yetti de arttı. Çok mersi. Almayayım: "Hu, karşı teras. Birkaç bira da ben kapıp geleyim, nargileyi paylaşalım, hı?" Ne bu kadınlık takıntısı Bir ev çekimi yapmıştık çok eskiden. Salonda kara tahta vardı. Evde yaşayan çift, işleri yüzünden az görüşebiliyormuş. Bu yöntemi bulmuşlar. Yazışıyorlarmış. Çok hoştu. Kara tahta, tebeşirler falan lise yıllarını, hatta bizim lisede bile kara tahta yoktu, ilkokul yıllarını hatırlatıyordu. Pek şirin. Ama bunu iletişim için kullanmak saçma tabii. Bana saçma gelmişti yani. Ne de olsa konuşur insan. Şu yemek hadisesinden sonra, nasıl denir, biraz utandım bünyemin bu kadar abartılı bir tepki vermesinden. Ama bir yandan da hastayım, özür dileyecek değilim. Şu kara tahta, baş ucuna post-it bırakma, cep'ten mesajlaşma iletişimi iyi fikir gibi geldi. Haberi kesip buzdolabına yapıştırdım: "Evlere ıstakoz servisi başladı." Sevgilim görünce güldü. "Çok pahalı" dedi, "başka bir şey ısmarlasam?" Oysa ben ona ısmarlamak niyetindeydim. Bir daha dolma falan yapamam diye, özür mahiyetinde. Eksiklenmeyeyim diye. "Bak, ıstakoz servisi bile var evlere, canın ne isterse, söyle yeter" manasında.Biz yine en iyisi konuşalım. Böyle hiç anlaşamıyoruz. Bir daha dolma pişireceğimi hiç sanmıyorum, sana ıstakoz ısmarlayayım mı? Ben yemek pişirmemin ikinci zafer gününde hâlâ yataktan çıkamamışken, İclal Aydın'ın yazısını okudum. "Kullanmadığımızı kaybediyoruz. Yani hareketsiz geçirdiğimiz, tembellik ettiğimiz her gün, başta kemiklerimiz olmak üzere, vücuttaki dokular ciddi hasar görüyor. Kemikler, kaslar ve beyin kullanılmadıkça varlık nedenlerine yabancılaşıyor ve işlevlerini kaybediyor." Aynı gün Akşam'ın ekinde bir haber: "Tembeller şeker hastası oluyor."Bir yemek pişirmekle hasta olduğuma göre kesin benim kemikler, kaslar ciddi hasar görmüş. Tembelliğim zaten malum. Şeker de kapıda. Depresyondayım. Bari beyinden geriye kalanı kurtarayım. Manik olmak zorundayım. Üff, kalkmak zorunda mıyım? manik depresif köşe