18.08.2019 - 07:50 | Son Güncellenme:
Bülent Buda
Yürümek için iki
bacağınızın olması
yeterlidir. Gerisi fasa fisodur.
(Özdemir İnce)
1920’li yılların sonlarına doğru Alanya’nın Tahtacı Köyü’nden İzmir’in Damlacık Mahallesi’ne geldi. Uzaktan bir akrabası yatacak yer verdi. Okuma yazması yoktu. Kordon boyunda limanda, Kemeraltı’nda meyve sebze hallerinde yük taşımacılığı (Hamallık) pazar günleri de Bayramyeri Pazaryeri’nde sebze, meyve satıcılığı, Karabağlar, Balçova, Narlıdere, Bornova meyve bahçelerinde, tarlalarında uzun yıllar ürün toplayıcılığı yaptı. Sert karakterli, çalışkan bir adamdı. Bir süre sonra Damlacık’a Girit’ten göç etmiş Saliha Hanım’la evlendi. 1930’dan 1942’ye kadar 3 çocukları oldu. Yaşam zor, yıkıcıydı. Kahvehaneden dönüşmüş tek odalı bir eve 5 lira kira ödeyerek yaşam savaşı veriyorlardı. Eşi Saliha Hanım, pazar tezgahlarında bağ bahçe işinde hep onunla birlikteydi. Alanyalı Mustafa’nın okuma yazması yoktu. Ama hiç ödün vermediği bir yaşam felsefesi vardı. Her yere yürüyordu. Bornova’ya, Balçova’ya, Karabağlar’a mesafe ayırmaksızın yürüyordu. Hayatın akışı hızlıydı. Yaşlandıkça inadına yürüyordu. Elinde torbalarla bağ bahçe, mevsimin en iyi otlarını toplayarak zıpkın gibi eve yürüyerek dönüyordu. Çok para kazanmadı. Çok konuşmadı. Hatta hiç birşey anlatmadı. Ama çok yürüdü. Bir gün Damlacık Yokuşu’ndan Bayramyeri’ne doğru yokuşu tırmanırken bir genç adam koluna girdi. “Çek kolunu, ben kendim çıkabilirim” diyerek bir biçimde bozdu genç adamı. İyice yaşlandığı yıllarda kızının yanındaydı. Bir sabah erkenden kahvaltısını yaptı. Koydu evin anahtarını cebine. Aldı eline torbaları düştü yollara. Öğleye doğru dolu torbalarla döndü eve. Asansör arızalıydı. Duraksamadan tırmandı merdivenlere. Kızı evde değildi. 4. kattaki dairenin önüne geldi. Anahtarlarını çıkardı. Soktu yuvaya. Döndüremedi... Öldü. yaşı 92’ydi. O babamdı!...
O sert adamla bir kez kucaklaştık. Fenerbahçe’ye transfer olmuştum. 1965 yılı, ilk kez evden ayrı düşecektim. “Hoşçakal baba” dedim. Sarıldı, sıktı ve gözpınarlarındaki iki boncuk damlasını gördüm. Koluma düştü. Direncim, sevgiye yenik düştüğü zamanlardan biriydi.
Frederich Gros, Paris’te bir üniversitede felsefe profösörü. Geçenlerde, ‘Yürümenin felsefesi’ isimli kitabını edindim. İsmi gibi kitabın bütünü felsefe ve de ünlü filozoflara donatılmış. Nietzsche-Rimbaud-Rousseau-Kant ve de Gandi. Yıllar önce biryerlerde okumuştum. ‘Adımların başladığımda, düşüncelerim harekete geçiyor’ diyordu. Kitabın 62. sayfasının başlığı, ‘Yürüyenin gündüz düşleri’ şöyle başlıyor, ‘Rousseau, sadece yürürken gerçek anlamda düşünebildiğini, aklını toparlayabildiğini, yaratabildiğini ve esin bulabildiğini söyler. Bir masa ve sandalye görmek bile midesini bulandırıp, cesaretini kırmaya yeter. Fikirler uzun yürüyüşler esnasında gelir aklına. Cümleler, yoldayken sıçrar dudaklarına. Patikalar, harekete geçirir hayal gücünü’. Kitabı okurken, babamı anımsadım. Filozofların felsefeye dönüştürdüğü yürümek eylemini üzerine kitaplar yazıldığı... Okuma yazması olmadan yaşam biçimine dönüştürmüş. Alanyalı Mustafa ardında tek miras bıraktı. Yürümek! Şimdilerde tepe tepe o mirası kullanıyorum. Yürüyorum... Bu yazı son yürüyüşlerimin birinde kafamda tasarlandı. Eve döndüm yazdım. Az kalsın unutuyordum. Damlacık yokuşundan, Bayramyeri’ne çıkarken Alanyalı Mustafa’nın koluna girmek isteyen genç adam bendim...
İyi pazarlar, esen kalın...
Otobiyografi
1902’de doğdum
doğduğum şehre dönmedim bir daha
geriye dönmeyi sevmem
üç yaşımda Halep’te paşa torunluğu ettim
on dokuzumda Moskova’da komünist üniversite öğrenciliği
kırk dokuzumda yine Moskova’da Tseka-Parti konukluğu
ve on dördümden beri şairlik ederim
kimi insan otların kimi insan balıkların çeşidini bilir, ben ayrılıkların
kimi insan ezbere sayar yıldızların adını
ben hasretlerin...
Yüz dolarlık İngilizce
Karadeniz’den gelen Temel, İstanbul’da gece kulübüne girer. Kulüp, güzel Rus kadınlarıyla doludur. Temel, yer içer eğlenir. Tam kalkarken karşısına güzel bir Rus kadını gelip oturur. Bir süre konuşmadan karşılıklı bakışırlar. Temel sorar, ‘İngilizce bilir misin?’ ‘Biraz’ der kız. ‘Ne kadar?’ Kız kıkırdar, ‘100 dolar kadar’
Yol Türküsü
Alnımızda yanar gençliğin tacı
Yorgunluğun anasını satarız
Elimizde neşemizin kırbacı
Ufukları önümüze katarız
Göğsümüz kuvvetli, gönlümüz temiz
tükenmez yolları tüketiriz biz
Ne saray, ne hamam, ne han isteriz
nerede gün batarsa orada yatarız...
Özlü sözler
- Acınmaktansa, kıskanılmak daha iyidir.
(Heredot)
- Yuşamak olma ezelirsin. Sert olma kırılırsın. (Victor Hugo)
- İnsanoğlu bir tek ızrabı iyi tanır. Kendi çektiği. (La Rochefoucauld)
- Dalkavuklardan sakınınız. Çünkü onlar insanın boş kaşıkla besler. (Casino De Gregrio)
- Başını acemi berbere teslim eden, pamuğu cebinden eksik etmesin. (Türk Atasözü)