Ekonomi Bilginin önemini farkettik

Bilginin önemini farkettik

28.07.1997 - 00:00 | Son Güncellenme:

Bilginin önemini farkettik

Bilginin önemini farkettik

Ekonominin çarklarının yalnızca bilgi ile döneceği 2000'lerde Türkiye, bilgi teknolojilerinin önemini kavradı. Kamu hantallığına rağmen pek çok kişi, kurum ve özel sektör firması, teknolojiye yatırım yapıyor.

Batı ölçeğinde "iyi" Türkler'in sayısı tırmanıyor. 150 yılda üretebildiğimiz patenti, 3 günde yaratan ABD'nin ezici üstünlüğüne rağmen, "teknoloji bizim işimiz değil" kompleksini üzerimizden attık.

Türkiye'nin teknoloji envanteri, bulunduğu coğrafyadaki ülkelerin ilerisinde. Bugün pek çok dalda teknoloji ihraç edecek duruma geldik. Ancak Batı'nın Mars'a koştuğu çağda bu ilerlemenin hızı yetersiz.

Çağ dönüşürken, gelecek bin yılda varolabilmek için yeni üretim fonksiyonlarını kavramak gerekiyor. Bunu başaran firmalarımız var. Teknolojinin ve sanayinin geleceğini tartışmaya başladık.

Türkiye üniversitelerinde doğup büyüyen ve dünya çapında buluşlarıyla ancak yabancı üniversitelerde hayat bulan bilim kadınlarımızdan biri de Neva Çiftçioğlu. Ankara Üniversitesi Mikrobiyoloji araştırmaları yaparken keşfettiği bakteriler üzerinde uzmanlaşan Çiftçioğlu şimdi NASA dahil pek çok Amerikan üniversitelerinde konferanslar veriyor. Finlandiya Koupio Üniversitesi'nde Milliyet'in sorularını cevaplayan Neva Çiftçioğlu, sessiz ama parıltılı bir bilim kadını portresi çiziyor.
Hücre kültürü ve monoklonal anikorlar üzerine ders veren Çiftçioğlu'nun çalışmaları, Mars'tan gelen mikroorganizmaların tanımlanmasında büyük önem taşıyor. "Nonobakterilerin niteliğinin keşfi pek çok hastalığın tedavisinde işe yarayacak" diyen Çiftçioğlu, Türkiye'de bu tip çalışmaların fiziksel imkanların olmasına karşın, üniversitelerin buna önem verecek anlayışta olmamasından yakınıyor. (Zafer Arapkirli)
TOSUN TERZİOĞLU

"İnsan hayatında olduğu gibi tarihte de kaybedilmiş bir anın yanıp yakılmayla bir daha geri geldiği görülmemiştir. Bir tek saatin kaybettirdiği şeyi bin yıl bile geri getiremez."
Zweig, bu sözleri İş Bankası yayınlarından çıkan "Yıldızın Parladığı Anlar" kitabının "İstanbul'un Fethi" bölümünün sonunda söylüyor. Türklerin dünya tarihinin kilometre taşlarını döşediği çağların çok gerisinde kaldık. Ancak "Bilginin Milleniumu" yaklaşırken acaba biz bu kaçınılmaz eşiğin neresindeyiz. Türkiye'nin her nasılsa kurulmuş "nadir" kurumlarından biri olan Tübitak'ın Başkanı Prof. Dr. Tosun Terzioğlu'na göre Türkiye'de devlet misyonunu ve kendisini yeniden tanımlamadan kritik eşiğin aşılması pek de mümkün görünmüyor. Bilginin ve teknolojinin belirleyeceği geleceğin dünyasında sağlıktan tarıma, enerjiden eğitime kadar tüm alanlarda yaşanan değişim nasıl bir küresel insan ortaya çıkaracak. Türkiye bu değişimin içinde nasıl yer alacak. Terzioğlu bu soruların yanıtlarını umutlu bir dille değerlendiriyor.

"Küreselleşme enformasyon teknolojilerinin bize getirdiği bir zorunluluk. Bundan kaçış yok. Herşey değişecek ve dönüşecek. Televizyon yayınları, internet, megainternet, sanal ofisler, elektronik ticaret, paranın bilinen anlamda formunu kaybetmesi ve tabii ki hukuki kavramların değişmesi.
Diyelim ki internet aracılığı ile İtalya'daki bir şirkete software üretiyorum ve satıyorum. Acaba tümüyle elektronik ortamda 'veri' olarak yaratılan bu ürünü nasıl vergilendireceğiz. Tüm detayların kaydedildiği bir ortamda kişisel yada kurumsal bilgilerin bir başkasının yada devletin eline geçmesini nasıl engelleyeceğiz. Yani yeni bir "enformasyon hukuku" ihtiyacı ortaya çıkacak. Moleküler biyoloji ve gen mühendisliği bu gün problem olarak görülen bir çok şeyi çözecek. Ancak tüm bunlar için iyi eğitimli ve yaşamı boyunca eğitilecek yani standart çalışma süreleri azalmış, esnek bir insan tipi gerekecek. Mavi yakalılar yerini tümüyle beyaz yakalı bir iş gücüne bırakırken üretim daha da artacak. Bunun en son örneğini geçenlerde konuştuğum Northen Telecom'un Başkanı söyledi. On yıl önce şirket çalışanlarının yüzde 70'inin üretim, yüzde 30'unun da bilgi süreçlerinde yer aldığını belirten Başkan bu gün bu oranlarının tam tersinin gerçekleştiğini ancak üretimin daha da yükseldiğini açıkladı. Dünya çapında 350 bin personele sahip olan Siemens'in yalnızca gelecek yıl için şirket içi eğitime ayırdığı bütçenin 1 milyar mark olduğunu belirtirsem her halde durumun ciddiyeti kendiliğinden ortaya çıkar. Geleceğin fabrikasında iki canlı olacak. İnsan ve köpek. İnsanın görevi köpeği beslemek, köpeğin görevi ise insanı makinadan uzak tutmak."

"1996 Yılının başından itibaren ar - ge çalışmaları için sanayiciye teşvik veriliyor. Dolayısıyla bir sanayici ar - ge harcamalarının bir bölümünü kamu kaynaklarından finanse edebiliyor. Ancak bunun için öncelikle sanayicinin ar - ge'nin temel bir ihtiyaç olduğunu bilmesi gerekiyor. Çünkü dünyada esas olan şirketlerin rekabeti. Bu gün Türkiye'de cirosunun yüzde 8'ini araştırma faaliyetlerine ayıran şirketler var. Arçelik bu konuda öncü bir kuruluş. Yer yer üniversitelerle proje bazında çok iyi bir işbirliği kurabildi. Tübitak'ın Marmara Araştırma Merkezi'de sözleşmeli ar - ge çalışmaları yapmakta. Bu gün Alman ve Fransız Savunma Bakanlıkları için yazılım programı üretebilecek hale geldi. Bütçesinin yüzde 80'nini bu projelerden sağlıyor. Diğer önemli bir çalışma 'Üniversite - Sanayi Ortak Araştırma Merkezleri Programı'. Sanayicilerden oluşan bir gurubu ihtiyaçları doğrultusunda akademisyenlerle biraraya geteriyoruz. Bu bağı ise Tübitak kuruyor. Üniversitenin bu beklentiyi bir projeye dönüştürmesini ve fizibilitesinin yapılmasını istiyoruz. Eğer sonuç olumluysa sanayicinin ve Tübtak'ın finansal katkılarıyla bir araştırma merkezi oluşturuyoruz ve 7 yıl boyunca kaynak sağlıyoruz. Önümüzdeki sonbahara bu şekilde oluşturulmuş iki üç merkez hayat bulacak. Programdaki temel sorun sanayici ile akademisyenler arasında sosyo - kültürel bariyerlerin olması. Sanayici üniversiteye başvurmaktan çekiniyor. Üniversite ise işbirliğinden 'bağış'anlıyor. Türk Akademisyenlerin bir bölümü sanayiciyi, kapasitesini yeteklerini tanımıyor, toplumdan kopuk, fildişi kulesinde yaşıyor." BİLİM Merkezi Vakfı'nın bir amacı var. Türkiye'ye bilim merkezleri kazandırmak. Dünyanın geçtiğimiz yüzyılda başlattığı ve ülkede bilimsel ortamın yeşermesine katkıda bulunan bilim merkezleri, nihayet ülkemizde de olacak.
Vakıf Başkanı Ersin Arıoğlu'nun hayatını adadığı projenin ilk adımı, Bilim Şenliği oldu. Binlerce gencin katıldığı bu şenliklerde, tahminlerin üzerinde ilgi uyanınca, Bilim Merkezi Projesi hızlandı. Arıoğlu, "bilim gerçek sermayedir" diyor. İstanbul'da Teknik Üniversitesi'nin kampüsünde, insanların, bilimi görerek algılayacağı bir merkez kurulacak. Halen dünyada 443 faal bilim merkezi var ve 63 yeni proje devreye giriyor. Yılda 120 milyon kişinin gezdiği bilim merkezlerinde, hayatımızı kuşatan bilime dair ne varsa, görerek, deneyerek, işiterek, dokunarak öğretiliyor.
Patent fakiri Türkiye'nin bu kötü talihini kırmada ve bilimi, kültürün bir parçası haline geritmekte büyük önem taşıyan bu merkez 20 milyon dolara malolacak. Gelecek yıl başlayacak inşaat, 2001'de bitecek.
Dünyanın sayılı bilim merkezlerini gezdim. Çoğunda saatlerimi, hatta günlerimi geçirdim. Kitaplarda okuduğumuz, evimizde, işimizde kullandığımız bilim ürünlerinin prototiplerini, çalışma ilkelerini, fikir modellerini inceledim.
Ders araçlarının hala kilit altında tutulduğu okullardaki öğrencilerin, böylesi bir bilim merkezi sayesinde toplumsal sıçramanın nüvesini oluşturacağına inanıyorum.

ÇİN'İN İNTERNET'İ:
900 bin okulun ve dünyanın en büyük 10 gazetesinden China People's Daily'in internete geçirilmesi projesini Koç - Unisys gerçekleştiriyor. Genel Müdür Bülent Gönç, bu projeyle ilgili anlaşmayı imzaladı bile. Böylece Çin'in sanal dünya ile tanışmasını Türkiye gerçekleştirecek.
DEPREM MÜHENDİSLİĞİ: Boğaziçi Üniversitesi Deprem Mühendisliğini Batı ölçeğinde ciddiye alıyor. Bu amaçla Princeton Üniversitesi ile anlaşma imzaladılar. Türkiye Deprem Vakfı da ülkemizin deprem haritası ve araştırmalarıyla, felaket öncesi tedbir projeleri üzerinde yoğunlaşıyor.
2010 SANAYİİ: Ali Akurgal, "Bilgi Teknolojilerinde Türkiye'nin Şansı" üzerine hazırladığı projeyle, 2010 yılında sanayimizin neleri üreteceği konusunda çalışıyor. Yeni ürün teknolojilerini erkenden planlayarak dünya pazarlarında lider durumuna geleceğini savunan Akurgal, Ar - Ge kültürü oluşmasının önemine değiniyor.
TÜRKİYE 2002 PROJESİ: Bilişim Sektörü'nün Eylül'deki büyük buluşmasında, InterNet firması Genel müdürü Zafer Kurdakul, Türkiye'nin 2002'de ulaşacağı hedeflerle ilgili grup çalışmasının sonuçlarını açıklayacak. Bilgi sektörünün sanayi, insan kaynağı ve eğitim gibi konularda ülkeye getireceği yararları anlatacak.
TEKNOLOJİ LİDERİ: Bilgisayarlı mimari dizayn konusundaki en geniş organizasyonu olan MAD -CAD fuarında, bina maliyetlerini yüzde 25 ucuzlatacak bir model geliştirdiği için Pelin Atasoy adlı Türk mimar, teknoloji lideri seçildi. Atasoy'un bu başarısı, CADALYST adlı dergide sayfalarca anlatıldı.
STRATEJİ ÜRETİMİ: Türkiye Bilişim Vakfı, bilgi toplumunda Türk teknolojisinin varacağı noktaları, çok geniş ve kapsamlı bir çalışmayla kamuoyunun vitrinine çıkarıyor. Vakıf Başkanı Faruk Eczacıbaşı, hukuktan endüstriye, nitelikli işgücüne dek pek çok konuda politika oluşturduklarını belirtiyor.
KALİTE SİSTEMLERİ: KALSİS, Dönüşen Türkiye için somut verilerden yola çıkarak, 2010'da ülkenin varacağı noktayı tahmine yardımcı olacak senaryolar üretiyor.
PROJE ODAKLI YÖNETİM: İstanbul Proje Yönetim Derneği, 16 Ağustos'ta Alarko Merkezi'nde Türkiye projesini tartışmaya açıyor. Proje odaklı anlayış çerçevesinde ele alınacak ülke yarını, Dr. Thomas Johns'un sunumuyla tartışılacak.

Batı, Boyle Maritto'nun basınç yasalarını metalurji uygulamalarına sokup dev toplar üretirken biz, Tophane'deki Macar ustaların gayrimüslimliğini, çatlayan topların gerekçesi yapıyorduk. Nitekim bilime, teknolojiye olan bu ilgisizlik, bize bir imparatorluğa maloldu. Cumhuriyet'in ardından bu açığı kapatabilmek için eğitimin önemini kavradık. Daha ziyade teknoloji ürünü ithalatında odaklaştık.
Açtığımız fen mektepleriyle, Batı ile aramızdaki teknoloji uçurumunu kapatma yönünde gayretlerimiz oldu. Fakat bu, çok geç kalmış bir adımdı. Avrupa'nın 17. Yüzyıl'da başladığı bilim seferberliği, sanayi toplumunun omurgasını yarattı. Türkiye'nin dününde, bilime dair elle tutulur çok az somut adım var.
Hayvancılık ve tarım ülkesi olmasına rağmen, kendine ait bir genetik kod üretemedi, ırk geliştiremedi. Teknik üniversitelerin yaygınlaşması sayesinde ancak uygulamalı bilimlerde ihtiyaç duyulan insan gücü yaratıldı. Fakat araştırma ve geliştirme konusu ihmal edildi.

Dışa açık büyüme dönüşümü sayesinde Türkiye, 1980'den bu yana çok hızlı bir teknoloji atağına girdi. Bu, göreceli bir hız kuşkusuz. İcat ve patent alanında dev adımlarla giden Batı'ya göre, minik bir hamle. Fakat en önemli gelişme, tekonoloji harikalarına bakıp geliştirdiğimiz, "Aradaki farkı kapatamayız" cümleleriyle kendini belli eden, toplumsal aşağılık kompleksini yavaş yavaş üzerimizden atıyoruz.
Tekstil, makine gibi alanlarda Türk damgası taşıyan ürünler sözkonusu. Mühendislik eğitiminde arayışlar var. Meslek Liseleri ve üniversitelerimizde konfeksiyon bilim yerine, ısmarlama eleman yetiştirme projeleri sözkonusu.
Teknolojinin önemini kavrayan özel sektör, Ar - Ge sayesinde ayakta durabileceğini kavradı. Gümrük Birliği ve dünya pazarlarında rekabette varolabilmek için teknolojiye yatırım artık, "zaruret" olarak görünüyor.

2010'da dünyaya damgasını vuracak 4 temel endüstriden sözediliyor. Biyogenetik, uzay, icada dayalı elektronik ve yazılım. Geçmişteki hantallık, bazı trenleri kaçırmamıza yol açtı. Uzay veya genetik teknolojileri için 50 yıllık açığı kapatmak zor. Ancak İrlanda, Hindistan, İsrail, Vietnam, Malezya gibi ülkelerin başardığı bir olgu var. Yeni üretim fonksiyonu olan bilgi üzerine yoğunlaşmak. Bilgi endüstrilerinde, örneğin yazılım sektörü gibi alanlarda Türkiye, dönüşümünü sağlayabilirse, kural koyucu ülkeler arasına girme şansına sahip.
2010 yılı sanayi stratejileri arama konferanslarında ortaya çıkan sonuçlar da bu tezi doğrulyor. Tekstil veya tarım olsun, her alanda teknolojininin bilgiyle buluşacağı yakın gelecekte, şimdiki pozisyonu korumak için dahi, teknolojiyi milli seferberlik haline getirmek, kaçınılmaz bir zorunluluk.