Gündem Davranışlara yansıyan ruh güzelliği: Nezaket

Davranışlara yansıyan ruh güzelliği: Nezaket

04.06.2018 - 01:30 | Son Güncellenme:

Nezaket, duyguyu şık ve hoş bir ifadeye büründürerek sergilemek, ruh güzelliğini davranışlara yansıtmaktır. Nezaket, büyük imkânları hazırlayan küçük bir giriş kapısıdır. Bu kapıdan girince sadakat, vefa, şefkat, sevgi, anlayış, incelik ve empati ile karşılaşırız

Davranışlara yansıyan ruh güzelliği: Nezaket

Davranışlara yansıyan ruh güzelliği: Nezaket
Hızlı hayat temposu, selam vermenin ya da dostça bir kaç kelime etmenin ne kadar rahatlatıcı bir etkisi olduğunu neredeyse unutturdu. Her insan yaratılış itibariyle nezakete ve davranış inceliğine sahiptir. Fakat sahip olmak yetmiyor; aynı zamanda uygulamak gerekiyor. Nezaket duyguyu şık ve hoş bir ifadeye büründürerek sergilemek, ruh güzelliğini davranışlara yansıtmaktır. Nezaket bütün erdemlerin kaynağı, büyük imkanları hazırlayan küçük bir giriş kapısıdır. Bu kapıdan girince sadakat, vefa, şefkat, sevgi, anlayış, incelik ve empati ile karşılaşırız. Nezaket bir yiyeceği ikram etmek, fakat ısrar etmemektir. İnsanları dinliyor görünmek değil yüzlerine bakarak gerçekten dinlemektir.

Haberin Devamı

Nezaket, dostluğu perçinleyen asil bir erdem, niyet ve eylem arasındaki nazik bağdır. Zorla güzellik olmadığı gibi zorla nazik de olunmaz. Nezaket duruma, şartlara ve kişiye göre takınılan bir tavır değil bir hayat tarzıdır. Bütün bir insanlığı ve hatta mahlûkatı kucaklayan bir tutumdur.

Kuran’da nezaket

Yaşlı-genç, erkek-kadın, dost-düşman, köylü-şehirli, zengin-fakir, alim-cahil, canlı cansız farkı gözetmeden saygı göstermek, önemsemek, değer vermektir.

Kuran-ı Kerim fiziksel temizlikten mekan temizliğine, konuşmalardaki ses tonundan, yürüyüş ve misafir ağırlama adabına kadar nezaket anlayışına vurgu yapar. Nezakette ilk basamak Allah’a karşı takınılan tavırdır. Aksi bir durum insanı riyakâr kılar. Nazik olmak rabbani ahlakın bir gereğidir. Zira Allah el-Latif’tir, Zerafet ve ihsan sahibidir. el-Halim’dir, Kullarına karşı yumuşaklıkla muamele edendir. Nezaket aynı zamanda ilahi bir rahmet, Allah’ın fazlının bir simgesidir. “Allah’ın rahmeti sayesinde sen onlara karşı yumuşak davrandın” (Âl-i İmrân 159). Nezaket dua ederken kısık ses, verirken incitmeme, alırken kabalaşmamadır. Sağ elin verdiğini sol ele hissettirmeyecek derecede hayır hasenat titizliğine sahip olabilmektir.

Haberin Devamı

Bir dua

Allah’ım! Senden olgun bir iman, doğru bir inanç, bol ve helal rızık, huşû dolu bir kalp, seni anan bir dil, asla bozmayacağım samimi bir tövbe ve faydalı ilim niyaz ediyorum.

Zerafet ve nezaket müminin doğal halidir, öyle olmalıdır. Allah’ın kullarını O’nun hatırına saymak ve sevmek nezaketin en büyüğüdür, başta peygamberler olmak üzere Allah dostlarının nezih ahlâkıdır:

Bilmediğinde susar

‘Şüphesiz İbrahim, çok içli, yumuşak huyluydu’ (et-Tevbe 9/114); “Biz Yahya’ya daha çocukken doğru ve kuşatıcı düşünme yeteneği, katımızdan ruh inceliği ve arınmışlık vermiştik” (Meryem 19/14). Firavun’un karşısına çıkacak olan Hz. Musa’ya nezaket tembih edilmişti: ‘Onunla yumuşak bir dille konuşun ki, belki o zaman aklını başına alır veya korkar’ (Tâ hâ 20/44).

Nezaketin en temel ölçüsü insanın kendisi için istediği iyiliği başkası için de isteyebilmesi, kendisinin hoşlanmadığı bir şeyi başkası için de istememesidir. Nazik insan çok iyi bilmediği hususlarda susar, bilse de zorunlu olmadıkça öne atılmaz. Yanına gelen ondan memnun ayrılır. Fakir olsa da kıskanç değildir. Çok vefakârdır. Kusurları araştırmaz, aksine örter, kendi hatalarına odaklanır. Nezakette aşırılık sadeliği bozar. Hayatın her alanında dengeyi muhafaza etmek, nezaketin kaçınılmaz bir gereğidir.

Haberin Devamı

Peygamber Efendimiz, son derece nazik, zarif ve ince düşünceliydi. Yaşayış tarzları, karakterleri birbirinden ayrı olan insanların hepsinin gönlünü hoş tutmuş, her birine karşı nazik ve, anlayışlı bir tavır sergilemiştir.

Bir ayet

“Onlara, «Rabbiniz ne indirdi?” denildiği zaman, “öncekilerin masallarını” derler, kıyamet gününde kendi günahlarını tam olarak taşımalarından başka, bilgisizlikleri yüzünden saptırmakta oldukları kimselerin günahlarından bir kısmını da yükleneceklerdir. Dikkat edin, yüklendikleri günah ne kötüdür.” (en-Nahl, 16/24-25)

Terbiyenin ikizidir

Çevresindekilerin rahatsızlık verici davranışlarını güzellikle uyarmış ve büyük bir emekle onları eğitmiştir. Çocukları dikkatle dinlemek, kölelerin sofrasına oturmak, sadaka vermeyi soyluca yapmak, yanındaki kişiye dünyanın en önemli insanı olduğunu hissettirecek derecede hürmet göstermek, kendisine seslenen kimseye bütün vücuduyla yönelmek, Allah Resulü’nün nezaket sanatının ürünlerindendir.

Resul-i Ekrem’in evinde yetişen ve yıllarca ona hizmet eden Hz. Enes, onun eşsiz nezaketini şöyle anlatır: “Resulullah karşılaştığı kimseye önce kendisi selam verirdi. Tokalaşmaya önce kendisi başlar karşısındaki kişi elini çekmeden elini bırakmazdı. Kimsenin sözünü kesmezdi”.

Haberin Devamı

Sözün kısası nezaket, terbiyenin ikiz kardeşidir. Her ikisinin de temelinde başkalarına iyilik edebilme, bencilliğe hâkim olma düşüncesi yatar. Nezakete niyet edilmez, nazik olunur.

Davranışlara yansıyan ruh güzelliği: Nezaket

İşte kıble!

Mekke’nin fethedildiği gün, Hz. Peygamber, Mekke’nin en üst tarafından şehre girmişti. Yanında Üsame b. Zeyd, Bilal-i Habeşt ve Kabe’nin hizmetçilerinden Osman b. Talha da vardı. Devesini mescidin önünde çöktürdü. Osman b. Talha’dan Beytullah’ın anahtarını istedi. Osman b. Talha gidip anahtarı getirdi ve Kâbe’yi açtı. Ancak içeride birtakım suretler ve heykeller gören Hz. Peygamber içeri girmedi. Onların yok edilmesini istedi. Resim ve heykeller ortadan kaldırıldıktan sonra yanındakilerle birlikte içeri giren Hz. Peygamber oturdu. Allah’a hamd ve sena ettikten sonra tekbir getirdi. Kelime-i tevhidi okudu. Sonra öne doğru eğildi, göğsünü yanağını ve iki elini Kâbe’nin duvarına dayadı. Sonra tekbir getirdi, kelime-i tevhidi okudu ve dua etti. Bunu Kâbe’nin bütün köşelerinde yaptı. Sonra dışarı çıktı. Kâbe’nin kapısında iken yüzünü ona dönerek ‘İşte kıble, işte kıble!’ buyurdu.” (Nesâî, Menâsikü’l-hac, 132)

Haberin Devamı

İki soru iki cevap

- Zekât kimlere farzdır? Geçerli olmasının şartları nelerdir?

Bir kimseye zekâtın farz olması için o kimsenin Müslüman, akıl sağlığı yerinde, ergenlik çağına gelmiş ve bir yıllık borcundan ve aslî ihtiyaçlarından fazla, artıcı nitelikte “nisap miktarı” mala sahip olması gerekir. Artıcı olmaktan kastedilen, malın sahibine gelir, kâr, fayda temin etmesi yahut kendiliğinden çoğalma ve artma özelliğine sahip bulunmasıdır. Zekâtın farz olması için ayrıca nisap miktarı mal ya da servete sahip olduktan sonra üzerinden bir kameri yılın geçmesi ve yılsonunda da nisap miktarını koruması gerekir. Yıl içerisindeki artma ve azalmalar dikkate alınmaz. Zekât bu süre dolmadan önce de verilebilir. Zekât bir ibadet olduğu için niyetsiz yerine getirilemez. Ayrıca fakire verilmesi ve teslimi demek olan “temlik” de şarttır. Yemek hazırlayıp yedirmek gibi yollarla fakire zekât verilmiş olmaz.

Bir hadis

“Şüphe yok ki mümin ilk defa bir günah işlediği zaman o günah, onun gönlünde siyah bir nokta (yani kara bir leke) olarak belirir. Eğer mümin pişman olur, tövbe ve istiğfar ederse (leke silinir) kalbi yine parlar. Mümin günaha dönerse o leke de artar. Sonra büyüyerek bir kılıf gibi kalbini kaplar.” (İbn Mâce, Zühd, 29)

- Babası ile birlikte oturan kimse zekât ile mükellef midir?

İslam’da mülkiyetin şahsiliği esastır. Buna göre bir kimse babasıyla birlikte oturuyor olsa bile, zekâta tabi nisap miktarı kadar mala sahipse zekât ile mükelleftir. Ancak babası ile mallarını ayırmamışlar da ortak kazanıp ortak harcıyorlarsa, bu takdirde ellerindeki birikim üzerinde tasarruf yetkisine sahip olan kişi zekâtla yükümlü olur.

Sadabad Camii

Sultan Abdülaziz, harap haldeki Sadabad Sarayı’yla camiyi 1863 yılında yeniden inşa ettirmiştir. Aziziye Camii olarak da bilinen bu cami ile sarayın mimarlığını, başmimarlar Sarkis ve Agop Balyan üstlenmiştir.

Sadabad Camii’nin girişinde Sultan Abdülaziz’in 1863 tarihli tuğrası, tuğranın altında ise Ser Kenan Abdülfettah Efendi’nin hattı ile şair Kamil’in on mısralık manzumesi yer almaktadır.

Sadabad Camii, 19. yüzyılda Osmanlı mimarisine hakim olan dönemin Batı mimari etkilerini yansıtmaktadır. Ana hatlarıyla simetrik bir düzenlemeye sahip olan yapının kütlesi, harim bölümün kuzeyinde yer alan hünkâr mahfili ve konut bölümleri ile batı cephesindeki minareden oluşmaktadır. Harim bölümünün üzeri kubbeyle örtülüdür. Öteki bölümlerin üzerinde ise kırma çatı bulunmaktadır.

Selimiye’deki gibi

Çift sıra pencereye ve muntazam kesme taştan duvarlara sahip yanının üzerinde ahşap bir kubbe vardır. Kurşun kaplı kubbenin içine süsleme olarak çiçek desenleri yapılmıştır. Yakın tarihli sayılabilecek bu caminin ne yazık ki sadece mihraptaki süslemeleri günümüze ulaşmamıştır.

Kare planlı Sadabad Camii’nin minaresinden her biri yüz taş basamaklı iki ayrı merdiven yer almakta, birine caminin içinden, diğerine ise bahçeden girilmektedir. Mimar Sinan’ın ustalık eseri olan Edirne’deki Selimiye Camii’nde olduğu gibi, burada da iki kişi aynı anda birbirini görmeden şerefeye çıkabilmektedir. Buranın zarif sütunları ve sütun başlarıyla yapılmış gölgeliği, 1940’larda tamir edilirken sökülmüştür.

Davranışlara yansıyan ruh güzelliği: Nezaket

İstanbul’da 1939’da yaşanan depremde, minare alemi düşerek kubbeyi delmiştir. Sonraki yıllarda ise cami adeta yağmalanmış; kapı ve pencere kanatları ile kandilleri, kristal avizesi, kubbe ve kurşunları sökülüp alınarak camları kırılmıştır.

Bir namazgâhın da içinde yer aldığı bahçedeki mermer süs havuzu ise, 1974’lerde yok edilmiştir. Şerefe ile havuzdan geriye kalan parçaları 1997’de korumaya alınan ve her tarafı perişan vaziyette olan cami, 1997 yılı sonunda Sadabad projesi ile İstanbul Büyükşehir Belediyesi tarafından restore edilmeye başlanarak, 1998 Kasım’ında yeniden ibadete açılmıştır.

Sadabad Camii’nin biri Hünkâr, diğeri Vezir adlı iki iskelesi, derenin cami önünde kıvrıldığı yerdedir. Bir zamanlar yok edilen bu iki iskele, 1998’deki yenileme çalışmasında tekrar yapılmıştır.

Davranışlara yansıyan ruh güzelliği: Nezaket