Gündem GÖKKUŞAĞI ÜLKESİNDE - Tavizsiz müzakere olmaz

GÖKKUŞAĞI ÜLKESİNDE - Tavizsiz müzakere olmaz

08.05.2013 - 02:30 | Son Güncellenme:

ANC üyesi ve devlet başkanı danışmanı Ebrahim Güney Afrika’da ‘sorunun’ nasıl ‘çözüme’ ulaştığını anlatmaya başlarken önemli bir noktanın altını çizdi: Taviz vermek istemiyorsanız, müzakere fikrinden vazgeçin

GÖKKUŞAĞI ÜLKESİNDE - Tavizsiz müzakere olmaz

Güney Afrika deneyimi, çatışma çözümü alanında en çok araştırılan örneklerin başında gelir. Oysa çözüm aranan “sorun”un kendisi, bütünüyle kendine özgüydü. Apartheid gibi bir rejim, 20. yüzyılın ikinci yarısında başka hiçbir ülkede mevcut olmadı. Buna rağmen, Afrika deneyiminin böylesine ilgi çekmesinin nedeni ne olabilir? Cevap oldukça basit: Bu “sorun”u çözmek için kullanılan usul ve yöntem.
“Çatışma çözümü” konusunda Güney Afrika’yla birlikte en fazla konuşulan örneklerden biri de “Kuzey İrlanda sorunu”. Bu sorunun çözümü sürecinde Güney Afrika deneyiminden yararlanıldığı biliniyor. Kuzey İrlanda sürecini incelemek amacıyla, DPI’ın aynı programı kapsamında Birleşik Krallık’a yaptığımız geziler sırasında, farklı kişilerden de duymuştuk bunu. Yine de dünkü görüşmede, Roelf Meyer’in anlattığı bir olayı dinlerken, biraz şaşırdım.
Meyer, özetle dedi ki; Kuzey İrlanda sorununun önde gelen tüm siyasi aktörleri, istişarelerde bulunmak üzere 1997’de bize geldiler. Görüşmeler yaptık. Sonra onları Cape Town yakınlarında özel bir yere götürdük. Orada bir hafta kaldılar. İlk kez burada birbirleriyle doğrudan konuşmaya başladılar; böylece müzakere fikrine ısındılar.
Güney Afrika süreci, çatışma çözümü konusunda müthiş bir laboratuar niteliği kazandı.
Bir haftadır, çözüm sürecine dair pek çok bilgi edindik. Geçmişte önemli görevler üstlenmiş, halen ANC yürütme komitesi üyeliği ve devlet başkanı danışmanlığı yapan Güney Afrika’nın önemli şahsiyetlerinden Ebrahim Ebrahim bir hususun altını önemle çizdi: Müzakereye başlamak istiyorsanız, tavizler vermeye hazır olmalısınız. Taviz vermek istemiyorsanız, müzakere fikrinden vazgeçin.

Haberin Devamı

Güney Afrika Başkan Yardımcısı Kgalema Petrus Motlanthe ile Başkanlık Sarayı’nda görüşmenin ardından...

Dönüşümlü başkanlık
Müzakere, bir sorunu uzlaşarak çözmek için kullanılan yöntemlerin üst başlığıdır. Uzlaşma ise, tarafların başlangıçtaki pozisyonlarından farklı bir noktaya gelmelerini ifade eder. Bu ise, ancak karşılıklı tavizlerle mümkündür.
Ebrahim Ebrahim’in, ANC’nin hangi konularda neden taviz verdiğine dair açıklamaları, müzakere sürecinin bu özelliğinin daha iyi anlaşılmasına yardımcı olacak cinstendir.
Hükümetteki Ulusal Parti’nin yönetim modeline ilişkin tekliflerinden biri, devlet başkanlığının sırayla siyahlar ve beyazlar tarafından üstlenilmesi, yani dönüşümlü başkanlıktı. Bu teklifin ANC ve siyah çoğunluk tarafından sindirilmesi imkansızdı. Ancak, beyazların yönetimden tümüyle dışlandıklarını hissedecekleri bir pozisyonda ısrar etmek de, müzakereleri tıkayabilirdi. Bu ise, iç savaşı göze almayı gerektiriyordu. Zira azınlık bir gruba dayansa da, ırkçı yönetim, dünyanın en güçlü ordularından birine sahipti. Ayrıca bir nükleer güç olduğu da biliniyordu. Sağlam ve etkili bir bürokratik aygıt kurmuştu. Bunlarla siyahların özgürlük talebini ve bu uğurdaki mücadelelerini yok edemezdi; ama uzun sürecek bir iç savaşı pekâlâ yürütebilirdi. Bu ise, yüz binlerce insanın canına mal olur ve ülkenin harap olmasına yol açardı.
Sonuçta uzlaşma, seçimlerin ardından bir ulusal birlik hükümeti kurmayı ve iki başkan yardımcılığından birini beyazlara vermeyi öngören bir formülde bulundu.
Müzakereler sırasında en çok tartışma yaratan meselelerden biri de, devletin idari yapısıydı. Beyazlar, federasyondan yanaydılar. Amaçları, çoğunlukta oldukları bölgeleri yönetmek ve böylece ayrıcalıklara dayalı egemenliklerini belli bölgelerle sınırlı da olsa fiilen sürdürmekti.
ANC ise, ademi merkeziyetçiliği bir ilke olarak savunmakla birlikte, tam da o nedenle federasyona karşıydı. Uzun müzakerelerin sonunda üniter devlet yapısı içinde geniş yetkili yerel yönetimler modelinde uzlaşma sağlandı.
Irkçı yönetim zamanında devletin sorumlu olduğu suçlar konusunda da benzer şeyler yaşandı. Ulusal Parti, kapsamlı ve şartsız bir af talep ediyordu. Siyahların haklı öfkesi dikkate alındığında, ANC’nin buna evet demesi düşünülemezdi.
Burada da, daha sonra kurulacak Hakikat ve Uzlaşma Komisyonu’nun temelini oluşturan, affa ancak sınırlı ve şartlı bir şekilde kapı aralayan esnek ve muğlak bir formülde bulundu.
Beyazların temel hedefi, kendilerini güvence içinde hissedecekleri tedbirleri, kuralları ve kurumları kabul ettirmekti. Siyahlar ise, taleplerini daha kolay gerçekleştirmenin yolunu ardına kadar açacak olan genel seçimlere kazasız varmaya kilitlenmişlerdi.
Müzakere süreci, meseleleri uzun uzun tartışmaya ve ortaya çıkacak krizleri sabırla aşmaya imkan verecek şekilde yapılandırıldı. Ana komisyonlar, alt komisyonlar, komiteler, arka kanallar, mutabakat belgeleri falan.

Haberin Devamı

Siyah-beyaz meşruiyeti

Haberin Devamı

Bütün bunlar olurken, tarafların hem kendilerinin hem de diğerlerinin tabanında var olan kaygıları, endişeleri, korkuları giderecek dili ve yöntemleri kullanmaya özen göstermeleri şarttı. Mandela’ya ve ANC’ye bu konuda daha fazla sorumluluk ve yük düştüğü tartışmasızdı. Esasen Mandela da, başından beri bunun farkındaydı; gereğini de, eşine az rastlanır bir bilgelikle yerine getirdi. Bu yüzden, esaret yılları sırasında, özellikle Robben Adası’ndayken Afrikan dilini bile öğrenmişti.
Öte yandan, ANC, siyahları sürecin her aşamasına dahil etmek için, özellikle Township’lerde faaliyet gösteren ve sayıları çok olan sivil toplum kuruluşlarını harekete geçirdi. Muhammed’in ifadesiyle, süreci aşağıdan yukarıya doğru kurmak, meşruiyeti ve sahiplenme duygusunu güçlendirdi.
De Klerk ve Ulusal Parti ise, “demokratik geleneklere yabancı olduğu için, kendi tabanıyla böyle bir ilişki kuramadı”. Ancak, beyazların huzursuzluğunun çok arttığı bir zamanda, süreçle ilgili bir referanduma başvurdu. “Müzakere sürecinin aynı şekilde devam edip etmemesi”ne ilişkin tek soruluk bu referandum, 17 Mart 1992’de, yani sürecin tam ortasında yapıldı. Sadece beyazların oy kullandığı referandumdan yüzde 68,7’lik bir oranla “evet” çıktı. Böylece, beyazlar açısından da sürecin meşruiyeti tartışması kapanmış oldu.
Sonuç olarak, kritik bütün aşamalar bir bir geride bırakıldı ve Güney Afrika yeniden kuruldu.