Gündem İslam’ın tüm insanlığa bir çağrısı da barıştır

İslam’ın tüm insanlığa bir çağrısı da barıştır

15.07.2014 - 02:30 | Son Güncellenme:

Kuran’ımız, “Birbirinizin hak ve hürriyetleri önünde boyun eğin” diyor. Müminlere yapılan bu çağrı önceki ilahi ve beşeri sistemlerde de var. Ancak ne acıdır ki barış arzu edilen kapsamda gerçekleşemiyor.

İslam’ın tüm insanlığa bir çağrısı da barıştır

İslâm; Yüce Allah’ımızın insanlığın dünya ve âhiret mutluluğunu sağlaması için gönderdiği son ve evrensel kıldığı Hak dindir. Bir amacı da insanlar arası ilişkileri dengeye oturtmak olan bu Hak dinin tüm insanlığa yönelik bir çağrısı da barıştır.
İsmi gibi içeriği ile de barış olan İslâm, omurgasını oluşturan Kuran’da şöyle buyurmaktadır:
“Ey inananlar! Barışı sağlayıcı bütün atılımları benimseyerek / topluca barışa girin./ Birbirlerinizin hakları ve hürriyetleri önünde boyun eğin. Şeytan’ın adamlarını /barışa aykırı yolları izlemeyin. Çünkü şeytan size, bozgunculuğu apaçık bir düşmandır. Eğer size gelen hakikat belgelerini idrak ettikten sonra (barıştan) saparsanız iyice bilin ki Allah sorgulamaya gücü yetendir, hikmet sahibidir.”
Bütün insanlarla barış yapılması için Kuran’ın müminlere yaptığı bu çağrı temelde ilâhî vahye dayanan bütün önceki ilâhi şerîatler ve de beşeri sistemler tarafından yapılmaktadır. Ama ne acıdır ki barış arzu edilen şekilde ve ihtiyaç duyulan kapsamda gerçekleştirilememektedir. Çünkü barış ancak ve ancak insanlığın kabul ettiği ortak değerleri ve görevleri etkili bir şekilde hayata geçirmekle sağlanabilir.
Evrensel olan İslâm’ın kabulüne, beşeri akıl ve bilimin genelleştirdiği onayına göre insanlığın ortak değerleri tarihi asırlarda olduğu gibi dönemimizde de temel haklar ve hürriyetlerdir. İnsanlığın kabul ettiği müşterek görev de sosyal adâleti sağlamaktır.

Temel haklar ve sosyal adalet
İslâm, temel hakları ve hürriyetleri takdis ederek ve sosyal adâleti amaçlayarak, barış ortamını oluşturmuştur.
O, Yüce Allah’ımızın yaratırken varlığımıza yerleştirdiği, şerîatlarıyla de görevleştirerek ebedî mutluluğumuza aracı kıldığı insan hakları ve özgürlüklerini tanır, O’nun yüklediği mali görevleri yaparsak barış gerçekleşir. inanç ayrılığı barışa engel değildir.
Can ve mal dokunulmazlığı, vicdan ve din özgürlüğü, özel hayatın gizliliği, inanılan değerleri yayma, âdil yargı, düşünce, öğrenim-eğitim ve örgütlenme hakkı, şeklinde özetlenebilecek haklar ve hürriyetler, hukuken ve fiilen hayata geçirilemezse, barışın gerçekleşmesi mümkün değildir.
Kuran’ımız; örneğin Mumtehine Sûresi’nin 8. âyetinde dini yaşama hürriyetimizi çiğnemeye kalkışan ve bizi yaşadığımız yurtlardan ve kurumlardan atmaya ve bu uğurda yardımlaşmaya çalışan insanları kendimize dost ve üzerimize yönetici edinemeyeceğimizi bildirirken, vurgulamaya çalıştığı gerçek budur. Kuran; mütecavizleri, zâlimler olarak tanımlamaktadır. Zâlimler nasıl barış yapabilirler?
Sosyal adâlet gerçekleştirilmedikçe, toplumsal yardıma muhtaç insanların toplum standartlarına göre belirlenecek ihtiyaçları giderilmedikçe de toplumsal barış sağlanamaz. Barışı sağlamak şöyle dursun anarşi dizginlenemez, kaos önlenemez.
Şanlı Peygamberimiz dini-mali görevler olan zekât, âciz akrabaya nafaka, yararlanılan mallardan ödünç verme yoluyla faydalandırma ve felaket anlarında yardıma koşma gibi sosyal adâleti gerçekleştirici görevleri yapmamanın tarihi toplulukları birbirlerinin kanını dökmeye, mallarını yağmalatmaya yönlendirdiğini açıklamaktadır. Malların dağılımında dengeyi oluşturan adâlet sağlanmazsa denge olan barış nasıl sağlanabilir?

Diğer ahlâkî prensipler
Barış için haklar ve hürriyetlere fiilen saygı ve yoksullarla dayanışma gerekli ise de yeter değildir. Bu sebeple İslâm, her vesile ile barışa yönlendirmektedir.
Mesela Kuran inancı ne olursa olsun haklar ve özgürlüklere saygılı tüm insanlara karşı adâleti ve ikramı öğütleyerek barışa katkı sağlamaktadır. Hangi amaçla olursa olsun yapılan barış çağrılarının kabul edilmesini ve inanç farklılıklarının barışa engel kılınmamasını emir buyurmaktadır.
Enfal Sûresi’nin 60. âyetinde şöyle buyrulur: “Eğer onlar barıştan yana eğilim gösterirlerse, sen de barıştan yana ol. Ve Allah’a güven. O, gerçekten her şeyi işiten, her şeyi hakkıyla bilendir.”
Yüce kitabımız Kuran-ı Kerim, İslâm dışı topluluklarla en güzel yöntemlerle diyaloğa girilmesini ve hatta gerektikçe onların affedilmesini öğütleyerek de barışa yol açmıştır. Kuran’ımızın “Sizin dininiz, size, bizim dinimiz bize” şeklindeki duyurusu da gerçekçi bir barış mesajıdır.

Haberin Devamı

Kuran’dan mesajlar

“Cezalandırmak isterseniz size yapıldığı kadarıyla cezalandırın. Eğer, sabır gösterir affa ve barışa yönelirseniz, böylesi davranış sabredenler için daha hayırlıdır.”(Nahl 16/126)

SORU CEVAP

Güzel söz sevap kazandırır mı?

Yalan ve benzeri çirkin sözlerin haram olduğunu ve günahkâr kıldığını biliyoruz. Peki güzel sözler sevap kazandırır mı?

Cevap: Bismillah... Biz ibadet denince yalnızca genelde namazı ve orucu anlıyoruz. Oysaki Rabbimizin ve Peygamberimizin bütün emirlerine uyuş ibadettir. Rabbimiz Kuran’da şöyle buyurur:” Ey Peygamberim! Kullarıma söyle: Sözün en güzelini konuşsunlar.” (İsra 53)
Görüldüğü gibi ilâhi bir emir olduğu için sözün güzelini, hatta en güzelini konuşmak da ibadettir. Büyük sevaplar sağlayıcıdır. Allah’ın yanı sıra insanların sevgisine erdiricidir. Çünkü güzel söz faydalı, sevdirici-sevindirici, yeterince söylenen ve muhatabın seviyesine uygun olan sözdür. Daha da önemlisi Peygamberimizin(s.a.) açıklamasına göre güzel olan söz, acı da olsa dosdoğru olan sözdür.
Rabbimiz doğru konuşmamızı emretmekte, doğru sözlüleri bağışlayacağını ve işlerini düzelteceğini şöylece vaat etmektedir:
“Ey iman edenler! Allah’ın emirleri ve yasaklarına aykırılıktan korunun. ve sözün doğrusunu söyleyin ki Allah işlerinizi düzeltsin ve sizin günahlarınızı bağışlasın...”(Ahzap 70-719)

Haberin Devamı

Müslüman bir istihbaratçının görev itibari ile diğer dinlere mensup bir kişi gibi yaşaması caiz mi?

Cevap: Bismillah...Asker kökenli olduğu yargısına vardığımız okuyucumuzun sorusunun cevabı bazı ayrıntıları incelemeyi gerekli kılmaktadır. Ancak ben sorunuza “İslâmi Kimliğimizi Korumak” isimli kitabımın 173. sayfasından bilgi aktarımı ile cevap vereceğim:
Hz. Ömer döneminde casusluk ve istihbarat hizmetleri iyi teşkilatlandırılmıştı. Bunun için bir kısmı İslâmiyeti kabul etmiş Irak ve Suriye araplar arasında kolayca vasıtalar bulunmuştu. Bunlar bu topraklarda asırlarca yaşadığından hiç bir şey onların bilgileri dışında cereyan edemezdi. Müslüman olduklarını ifşa etmemelerine izin verilmişti. Dış görünüşlerinde Zerdüşt veya Hıristiyanlara benzediklerinden istedikleri vakit düşman kuvvetleri arasına karışıp arzu ettikleri malumatı elde edebilmişlerdi. Yermük, Kadisiye ve Tikrit muharabelerinde bu casuslar çok kıymetli hizmetler ifa etmişlerdi.

Haberin Devamı

BİR DUA

Allah’ım! Beni hayatımın düzeni olan dinine göre yaşat. Yaşadığım dünyamı düzene koy. Dönüş ve ebediyen kalış yurdum olan âhiretimi mesud eyle. Allâh’ım! Senden cenneti isterim. Cehennem ateşinden Sana sığınırım.
Ey Rabbimiz! Bize dünyada güzellik ver. Ahiret’te de güzellik ver. Bizi cehennem azabından koru.

Uzlaşma önemli bir ameldir

Verdiğimiz ölçüler objektif ölçülerdir. İnançları farklı olan bütün insanlar için barışı sağlayıcı vasıftadır.
İslâm’ın içe dönük; Müslümanlara yönelik mesajları ise daha sıcak ve ayrıntılıdır. Mesela Kuran’ımız, kardeş olarak ilan ettiği müminlere ilk kardeşlik görevi olarak uzlaştırıcılığı yüklemiş, vuruşan gruplar arasında ezilenlerden yana tavır konularak ve de adâlet prensibi uygulanarak barışın sağlanmasını emretmiştir. Şanlı Peygamberimiz de barış anlamını içeren selam sözcüğünü kullanarak selamlaşmadan affedici olmaya kadar barışa yöneltici ve de cennete götürücü nice öğütler vermiştir. Barış eylemlerini de sevabı en büyük ameller arasında zikretmiştir.
Yazımızı bir hadisle bitirelim;
Allah şanını artırsın Peygamberimiz, sahâbilerine öğretmek amacıyla sorar:
- Size (farz olanların dışındaki) namaz, oruç ve zekât derecesinden daha üstün/daha sevaplı bir amel öğreteyim mi? Evet, evet öğret Ya Resûlellah! denildiğinde ise şöyle buyurur:
- Sözünü ettiğim amel, ihtilaflı kişileri-toplulukları uzlaştırmaktır. Ara bozmak ise kökten kazıyıcıdır. Saçın kökünü kazır demiyorum ha! Dînin (öğütlediği îman, ahlâk, adâlet va barış hayatının) kökünü kazıyıcıdır. (Tirmizî, Kıyame 57)

Güç - barış ilişkisi
İslâm’ın barışa çağrısını ve barışa yöneltici kurallarını özetlemeye çalıştık. Barışla ilgili olup barış kadar önemli bir nokta da barışın güçle sağlanabileceğidir. Bu sebepledir ki Kuran’ımızın Enfal Sûresi’nde önce kuvvet hazırlanılması, sonra da barışın kabullenilmesi emrolunmuştur.
Barış güçle sunulur, kabul edilir, korunur ama dilenilmez. Hakları ve hürriyetleri çiğneyen sömürücülerden barış dileyenler, barışı sağlayamaz, yalnızca zilletlerini artırırlar. Muhammed Sûresi’nde şöyle buyrulur:
“(İnancınız ve ahlâkî değerlerinizle) en üstünken (haklarınız ve özgürlüklerinizi) çiğneyen zâlimlere karşı gevşemeyin ve onlardan barış dilenmeyin. Allah sizinledir. Yaptığınız çalışmaların karşılığını eksiltmez.” İnançlarımızı ve yaşantımızı sorgulayacak yalnızca Allah’tır. Bizim vazifemiz adâlet saçarak, ikramlar yaparak barışa koşmaktır. Çünkü Kuran ifadesiyle “Barış daha hayırlıdır”. (Nisa 4/128)

Haberin Devamı

Not: Pek çok konuyu okuyarak veya dinleyerek öğrenmek isteyen okuyucularımıza web sitemizi ( www.ardev.org - Araştırma Dayanışma ve Eğitim Vakfı) ziyaret etmelerini tavsiye ederiz. Sorularınızı gazetemiz (ramazan@milliyet.com.tr) aracılığı ile de sorabilirsiniz.