09.05.2019 - 08:15 | Son Güncellenme:
E. Nida Dinçtürk / ecmnda@gmail.com
Mahir Ünsal Eriş iki yeni öykü kitabı, ‘Kara Yarısı’ ve ‘Sarıyaz’ ile okurlarının karşısında. ‘Kara Yarısı’, Eriş’in yenilerine ek olarak, bazı öykülerini elden geçirerek bir araya getirdiği bir kitap. ‘Sarıyaz’ ise her biri çok şey anlatan öykülerden oluşuyor. Bu öykülerin arasındaki boşlukları kaldırdığınızda pekâlâ bir roman olarak da okuyabileceğiniz bir tür denemesi bu... Mahir Ünsal Eriş, aynı anda çıkagelen “Kara Yarısı” ve “Sarıyaz”ı anlattı.
- Neden aynı anda iki kitap? Latife Tekin de benzeri şekilde iki kitap birden yayımlamıştı.
Aynı anda çıkmaları tesadüf eseri oldu. Bu kitaplar farklı zamanlarda yazıldı. ‘Kara Yarısı’ yazıldıktan sonra elimde bekliyordu. Fakat ben ‘Sarıyaz’ın fikri zihnimde belirdiği andan itibaren büyük bir coşkuyla onu yazmaya başladım. ‘Kara Yarısı’ndan aslında vazgeçmiştim. Eğer ‘Sarıyaz’ı çıkarıp, ‘Kara Yarısı’ için de “Dur bakalım sonra yaparız” deseydim bir daha eski bir dosyayı yayınevine sunmakta tedirgin olurdum. Biraz Latife’nin de aynı anda iki kitap çıkarmış olmasından cüret alarak yayınevine böyle bir şey teklif ettim. Başta bu fikirden çok hoşlanmadılar. Çünkü bunun dağıtım, tanıtım ve satış süreçlerinde daha sancılı bir şeye dönüşeceğini, Latife Tekin deneyiminde zaten görmüşlerdi.
- Sarıyaz’ı yayınevi öykü başlığıyla yayımladı ama roman olarak da değerlendirilebilir...
Bu biraz “Tavuk mu yumurtadan çıkar, yumurta mı tavuktan?” gibi ve o kadar umurumda değil ki. Tamam, romanın kabul edilmiş birtakım yapısal özellikleri ve kendi doğruları var. Keza öykülerin de öyle. Ama yazarken formla çok ilgilenmiyorum. Kendi metnimin içinde oyunlar kurma meselesini eğlenceli buluyorum. “Sarıyaz”da anlatılan hikâyelerin hem toplamda bir bütünlük oluşturması hem de müstakilen kendi hikâyelerini anlatması ya da “Sarıyaz”da adı geçen postacı Mehmet’in “Kara Yarısı”ndaki bilmem ne hikâyesinde görünmesi gibi önceki yazdığın metinlerden ilmekler alma fikrini çok eğlenceli buluyorum. Ve evet edebiyat, okuru için çok eğlenceli bir şey ama yazan taraf olarak beni de eğlendirmesini istiyorum. Metinlerle oyun kurmak, kafamda kurduğum o hikâyeler evreninin gerçeklik duygusunu da güçlendiriyor.
İkincisi galiba daha geçerli. Ben aslında hiç mekân kurmadan düşünüyor ve anlatıyorum hikâyeyi. Bir hikâyeyi meydana getirirken her şeyden önce hikâyenin kendisini, sonra bu hikâyeyi oluşturan insanları ve onların sınıfsal kimliklerini düşünüyorum. Çünkü kendi yazma maceramda bunu çok önemli bir yere koyuyorum. İnsan sınıfının dilini konuşur, yansıtır ve ben anlattığım bir hikâyede oraya dokunan, oranın başrolü olan sınıfın dilini, en az hikâyenin kendisi kadar düşünüyorum. Fakat mekân bu kadar yoğunlaştığım bir şey değil. Sanırım zihnimde kurduğum hikâyeler ve onlar üzerinden derinleştirmeye çalıştığım karakterler kendi mekânlarını seçiyor. Benim zihnimde bir sanal gerçeklik oyunu gibi, mahsusçuktan bir şehir var ve oradan kendilerine bir mekân tercih ediyorlar gibi düşünüyorum. Onların seçtiği mekânı olabildiğince incelikle anlatmaya çalışıyorum tabii ama karakterlere mekan yakıştırmıyorum, onlar gelip bir şekilde mekâna oturuyor zaten.