Gündem Kıyametin sonrası

Kıyametin sonrası

13.02.2020 - 07:00 | Son Güncellenme:

Yerleşim bölgelerinin hiçbirinde su ve elektrik yok. Gördüğümüz binalar ya yıkılmış ya da o kadar harap ki sanki üflesen yıkılacak gibi görünüyor. Herkes çok gergin. Her an bir yerde birileri kavga etmeye başlayabiliyor...

Kıyametin sonrası

Plakası sökülmüş, bulandığı çamur nedeniyle rengi belli olmayan bir arazi aracının arka koltuğunda oturuyorum. “Sen sarışınsın” diyorlar, pek değilim oysa. “Çok belli olur yabancı olduğun o yüzden dışardan görülmeyecek şekilde otur” uyarısı nedeniyle ben ortadayım. Solumda tercümanımız, sağ tarafımda İdlib’deki yerel sivil yapılanmanın temsilcisi oturuyor. Kod adı Ammar. Onun da elinde ve çantasında fotoğraf makineleri var. Belindeki 9 mm’lik tabancanın kabzası ara ara sırtındaki parkanın etek yırtmacından görülebiliyor. Kameraman Ahmet Akpolat ön koltukta. Zaman zaman elindeki akıllı telefonla görüntüler çekmeye çalışıyor. Önde, yine sivil yapılanmanın bize tahsis ettiği şoförün hemen sağında, vitesin yanında dolu ve mermi namluda bekleyen bir AK-47 var, bir tane de aracın bagajında. Şoför sürücü koltuğunun arkasına bir hücum yeleği asmış. Ellerimle fark ettirmeden yokluyorum, yelekte dolu dört AK-47 şarjörü var.

Kimlikleri bıraktık

Yola çıkalı 2 saat oldu. Cilvegözü sınır kapısından geçip, Babelhava kapısına geldik. Burada kontrol Hizbut-Tahrir Şam militanlarının elinde. Kapıda kimlik kontrolü yapıp bize orada geçerli bir “ziyaretçi” kartı veriyorlar. Kimliklerimizi kapıda bırakıp yola devam ediyoruz. Kimliklerle birlikte sanki her şeyi geride bırakmış gibi bir ruh hali içinde yola koyuluyoruz.

Ahmet tercümana dönüp soruyor: “Ammar fotoğraflarımızı çekmişti. Onları alabilir miyiz?”. Tercümanımız bize o fotoğrafların bir tehdit teşkil etmediğini, Ammar’ın aynı zamanda yerel yönetimin medya ofisinin başında olduğunu, fotoğrafların da o çerçevede çekildiğini söylüyor içimizi rahatlatmak için. Gülüyorum kendi kendime. “İdlib’in dış mahallelerindeyiz. Canımızı teslim etmişiz Ammar’a. Arabayı istese oradaki radikal grupların birinin karargahına çekip bizi teslim etmesi işten bile değil. Fotoğraf da ne ki!” cümleleri geçiyor aklımdan. Ammar sınıra yakın bir yerdeki kontrol noktasında fotoğrafları bize yollayacağını söyleyince konu kapanıyor.

Üflesen yıkılacak

Yol boyunca Türk Silahlı Kuvvetleri’ne ait zırhlı araçların, iş makinelerinin yanından geçiyoruz. Tanklar, zırhlı personel taşıyıcılar, greyderler, çimento ve inşaat malzemeleri taşıyan TIR’lar, yardım kamyonları İdlib istikametinde ilerliyor. Karşı yönden ise akın akın Suriyeliler Türkiye sınırına yakın noktalara ilerliyor. İçinden geçtiğimiz kasabalar ve köylerde gördüğümüz binalar ya yıkılmış ya da o kadar harap ki sanki üflesen yıkılacak gibi görünüyor.
Yollar çamur içinde. Aslında yol demek pek mümkün değil geçtiğimiz yerler. Belki bir zamanlar orası yol imiş ama aradan geçen zamanda binaların arasındaki çukurlarla ve tümseklerle dolu izler haline gelmiş. Trafik akışı diye bir şey yok. Araçlar hızlarına göre o yol denen izlerde sağdan soldan kısaca boş buldukları yerlerden ilerliyorlar. Yol boyunca çeşitli kontrol noktalarından geçiyoruz. Her birinde Hizbut-Tahrir Şam militanları bu keşmekeşi idare etmeye çalışıyor ama başarılı olduklarını söylemek pek mümkün değil.


10 km yaklaştık

HTŞ militanları tamamen hâkî kıyafetler giyiyor, menşeileri belirsiz. Farklı farklı orduların giydiği askeri kamuflaj kıyafetleri bunlar. Hepsinin ellerinde AK-47’ler var. Her bir kontrol noktasında araba hafifçe yavaşlıyor. HTŞ militanları arabanın içine doğru eğilip gözle kontrol ediyor bizi Ammar’ı görünce selam verip yolu açıyorlar. Ve biz İdlib’e doğru ilerlemeye devam ediyoruz. Kent merkezine 10 km kala Ammar daha ileriye gidemeyeceğimizi söylüyor. İlerisi artık çatışma bölgesi. Kurşunun, bombanın, roketin nerden geleceği belli değil.

Biz de bulunduğumuz son noktada araçtan inip yolun sağ ve soluna sıra sıra dizilmiş göçmen çadırlarına ilerliyoruz. Fırsattan istifade ben de Ammar ile konuşarak bölgedeki günlük hayatı anlamaya çalışıyorum.

Yerleşim bölgelerinin hiçbirinde su şebekesi çalışmıyor. Yani senelerdir musluklardan su akmıyor. Su ihtiyacı açılan kuyulardan karşılanmaya çalışılıyor. Elektrik yok. Şam yönetimi yine yıllardır bölgeye elektrik vermiyor. Elektrik ancak jeneratörler vasıtasıyla sağlanabiliyor. Onun için de mazota ihtiyaç var. Aynı mazot ısınma için de kullanılıyor. İnsanlar ya sağdan soldan topladıkları çalı çırpılar ile ya da doğrudan mazot yakarak ısınmaya çalışıyor. Mazot burada her şey demek. Üstelik fiyatı da hiç ucuz değil. Litresi 1 dolara satılıyor. Sağda solda kurulan tezgâhlarda pet şişelerde satılan mazotun rengi ise neredeyse kahverengi. Ama her tezgâhın önünde muhakkak 2-3 kişilik bir kuyruk da göze çarpıyor. “Mazot nereden geliyor peki” diye sorduğumda pek hoş bir soru sormamış olduğumu fark ediyorum tepkisinden. Ses tonu düşüyor ve bir iki mırın kırının ardından “Menbiç ve civarından diyor. “Yani PKK’nın elindeki yerlerden mi?” diyorum. Bu kez konuşmadan sadece başını evet anlamında sallayarak yanıt veriyor. “Peki ya hâlâ açık kalmayı başarabilmiş dükkânlardaki gıda malzemeleri ve diğer ticari mallar?” diye sorunca bu kez yer adı sayısı artıyor. El Bab’dan, rejim kontrolündeki kentlerden ve yine PKK’nın elindeki yerlerden… Belediye hizmeti diye bir şey de yok. Yol boyunca üst üste yığılmış çöp torbaları var. Çöp dağları artık katlanılmaz seviyeye gelince sivil toplum kuruluşlarının inisiyatif almasıyla bir kampanya çerçevesinde toplanıyor. Sonra bir sonraki kampanyaya kadar, artık ne zaman olursa, çöp dağları yığılmaya devam ediyor.

Enkaz hükümeti

İdlib sivil yönetiminin -ki bu sivil yapıya buradaki insanlar “enkaz hükümeti” adını vermiş- asayiş için oluşturduğu yapıya Şurta deniliyor. Yerleşim birimlerinde asayiş çok önemli bir sorun. Uyuşturucu kaçakçılığı, insan kaçakçılığı, silah kaçakçılığı gibi büyük ve organize suçlar pek dile getirilmese de bölgede gündelik bir olay haline gelmiş. Ama büyük meseleleri bir yana bırakın çok daha basit bireysel sorunları çözmek bile neredeyse imkânsız. Çünkü herkes çok gergin. Her an bir yerde birileri kavga etmeye başlayabiliyor. Hele de düzensiz bir şekilde araziye yayılmış çadırları hesaba kattığınızda asayiş sorunu içinden çıkılamaz hale geliyor.

Yeniden yola çıkıp Cilvegözü sınır kapısına doğru hareket ediyoruz. Sarada kasabasından geçerken ezan okunmaya başlıyor. Gayri ihtiyari saatime bakıyorum, tahmin ettiğim gibi daha namaz vakti değil. “Nedir” diye soruyorum Ammar’a, yanıtlıyor: “Rejimden bir yeri daha aldık.” Orada öğreniyorum İdlib’deki muhaliflerin her zaferlerini bu şekilde duyurduklarını ve kutladıklarını.

Ele geçirdikleri yerlere ilişkin görüntüler gösteriyorlar yol boyunca. Evet buralar bir zamanlar yerleşim birimleriymiş. İnsanların yaşadığı, ekip biçtiği, çoluk çocuklarını büyüttükleri, aşık olup seviştikleri yerler. Şimdi ise benzerlerini Hollywood filmlerinde görebileceğiniz kıyamet sonrası görüntüler yansıyor oralardan. Üzerinde dumanlar tüten yıkıntılar ve onların arasında bazen bir taşın bazen bir kalasın altından görülen, bir el bir ayak… Parçalanmış cesetler, parçalanmamış cesetler, cesetler, cesetler...

Video izletti

Sonra Ammar bir ara telefonundan başka bir video gösteriyor bana. Salı günü İdlib merkezinde düşürülen bir rejim helikopterinin vurulma ve düşüş anı. Yüzüne bakıyorum bir duygu ifadesi bulmak için. Buz gibi soğuk bakıyor gözleri. Videonun devamı da var. Helikopter enkazından çıkarılan pilotun yanmış cesedinin bir motosikletin arkasında sürüklendiği görüntüler. Aynı soğuk ve donuk gözlerle izliyor bunları da… Ürkerek fark ediyorum ki daha şimdiden benzer bir bakış benim gözlerime de yerleşmiş.

Haberin Devamı

‘Yanınızdayız'

Milli Savunma Bakanlığı, Twitter’dan “Bölgemizde barışın anahtarı olan TSK; Esad rejiminin zulmü altında hayatta kalma mücadelesi veren, terör örgütleriyle bağlantısı olmayan İdlibli kardeşlerinin yanındadır. Herkes gözlerini kapatsa da asil Türk milleti mazlumlara desteği sürdürecektir” mesajını paylaştı.

Kıyametin sonrası