Gündem Obezite 2000’li yıllarda başladı

Obezite 2000’li yıllarda başladı

23.09.2018 - 01:30 | Son Güncellenme:

Uzmanlar, kadında 80, erkekte 90 santimetre bel çevresine sahip olanları fazla kilolu, kadında 90 ve üzeri erkekte ise 100’den fazla olanları obez olarak tanımlıyor.

Obezite 2000’li yıllarda başladı

Uzmanlara göre ulaşım, eğlence, üretim ve tarım sektörlerinde gelişen teknoloji beraberinde yaşam biçiminin kolaylaşmasına ve fiziksel aktivitenin azalması ile beslenme alışkanlıklarının hızla değişimine yol açtı. Bu değişim olumsuz yönde seyretti ve 2000’li yılların başından itibaren obezite rakamları katlanarak artmaya başladı.

Haberin Devamı

Türkiye Endokrinoloji ve Metabolizma Derneği uzmanları tarafından hazırlanan “Obezite Tanı ve Tedavi Kılavuzu”nda obezitenin önlenmesi için toplumun tüm katmanlarını kapsayacak, uygulanması kolay ve ucuz yeni müdahale programlarının geliştirilmesi gerektiğine değinilirken, 80 santimetre bel çevresine sahip kadınların fazla kilolu, 90 santim ve üzeri olanların obez olduğuna dikkat çekiliyor. Bel çevresi 90 santimetre olan erkeklerin fazla kilolu, 100 santimetre üzerindekilerin obez olarak tanımlandığı belirtiliyor.

İstanbul Tıp Fakültesi İç Hastalıkları Anabilim Dalı Endrokrinoloji Bilim Dalı Öğretim Üyesi Prof. Dr. Kubilay Karşıdağ ise obezitedeki artışın en büyük nedeninin, yüksek karbonhidrat, yüksek gluten, düşük protein ve düşük lif içeren ithal buğday olduğunu söylüyor. Türkiye üzerinde tohum projesi yürütüldüğüne dikkat çeken Prof. Dr. Karşıdağ, “Ülkemizde oynanan tohum projesi bozulduğunda bizler daha doğru tohumlarla, ekşi maya ile mayalanmış ve katkı maddeleri kullanmaksızın yapılmış ekmekleri kullandıkça obezite ve ona bağlı hastalıklarının kat kat azaldığını göreceğiz” diyor.

Haberin Devamı

Türkiye’de 1980’de obezite ve diyabet rakamlarının tüm OECD ülkeleri ile aynı olduğuna dikkat çeken Prof. Dr. Karşıdağ, şu bilgileri paylaşıyor:

Anadolu buğdayları

“1980’den sonra ülkemizde hem obezite, hem de diyabet diğer ülkelere göre inanılmaz bir hızla artıyor. Bunu genetik veya yaşam alışkanlığı ile açıklamak çok zor. Komşu ülkelerle 100 sene önce aynı ülkenin vatandaşlarıyız. Yeme içme, kültürlerimiz oldukça benziyor. Onlarda hemen hemen aynı miktarlarda artış varken, niçin ülkemizde bu rakamlar füze gibi fırladı? Bu sorunun cevabı büyük oranda yediklerimizde saklı. Bunda aslan payını ekmek oluşturuyor. Türkiye’de kalorinin yarısı ekmekten alınıyor. Ekmek halen temel gıdalarımızdan biri. ‘Ekmek yemeyin’ demekle olmaz, ekmeğin nasıl olması gerektiği çok önemli. Ülkemizde kullanılan dış kökenli buğday, yüksek karbonhidrat, yüksek gluten, düşük protein ve düşük lif içeriyor. Buna siz, türlü katkı maddeleri ekleyip bir de sadece hızlı mayalanması ve kabarık olmasından başka bir katkı sağlamayan, doğru olmayan maya ile mayalarsanız, o ekmeği yiyen hiçkimse iflah olmaz. İnsulin direnci başta olmak üzere şişmanlıktan mide, bağırsak bozukluklarına kadar dünya kadar sorunla karşılaşırsınız.”

Haberin Devamı

İdeal ekmeğin, gerçek tam buğday, ekşi maya, su ve tuzdan oluştuğunu da vurgulayan Prof. Dr. Karşıdağ, şöyle devam ediyor:

“İstanbul Halk Ekmek yıllardır bu ekmeği yapıyor. Bunun bir basamak ötesi doğru buğdayı kullanmak. Türkiye’nin çok özel buğdayları var. Siyez ve Kavılca buğdayları bunlardan. Bu türler, yıllar içinde çeşitli hastalıklara, iklim şartlarına, kuraklığa, soğuğa direnç kazanmış Anadolu buğdayları. Lifi fazla, proteini fazla, gluteni düşük ve karbonhidrat oranı düşük türler. Yani bir buğdaydan ne isterseniz hepsi var. Peki niye yaygın değil? Çünkü çiftçi verimi düşük olarak kabul ediyor. Gerçekte öyle mi? Bu yıl Şanlıurfa’daki gönüllüler gösterdi. Bu buğdayı ektiğinizde dönümde 200 kilogram alıyorsunuz. Ancak, su (dolayısıyla elektrik), kimyasal gübre, böcek-zararlılara yönelik kullanmıyorsunuz. Sadece her çiftçinin kendisinin de rahatça üreteceği solucan gübresi kullanıyorsunuz. İthal kaynaklı tohumda verim 700 kilogram. Ancak bunu elde edebilmek için kimyasal gübre, tarım ilacı, su-elektrik gibi harcamalarınızın maliyeti 500 kilogram parasına eşit. Aslında elinizde kalan aynı rakam yani yine 200 kilogram.”

Haberin Devamı

‘Ne yiyorsanız yarısı sizindir’

Karşıdağ’ın obezite tedavisinde üç basit önlem adını verdiği kurallar şöyle:

1- Şeker ve yapılırken içine şeker konulmuş her şey, pirinç pilavı, meyve suyu dahil her türlü gazlı içecek, pastane ürünleri, bakkal raf ürünlerinden uzak durmak.

2 - Ne yiyorsanız yarısı sizin, yarısı sizin değil ona dokunmayın!

3- Her gün 45-60 dakika yürüyüş yapmak.

‘Kitlesel eğitim şart’

Türkiye Obezite Araştırma Derneği Başkanı Volkan Demirhan Yumuk, obezitenin ciddi iş gücü kaybına neden olduğunu belirterek, şöyle konuşuyor:

“Obezite, sakat bırakan, ömrü kısaltan, ekonomik yönden topluma yük olan, yaşam boyu sürecek bir hastalık. En büyük sorunumuz doğru beslenmeme ve hareketsizlik. Ekmek başta olmak üzere kalorili gıdaları ölçülü tüketmiyoruz. Her gün 30 dakika egzersiz veya 10 bin adım diyoruz. Egzersiz reçetelendirmeleri beslenme ve diyette olduğu gibi kişiye özel olmalı. İnsanlar kendilerince spor programı uygulamamalı. Olumsuz tabloyu tersine çevirmek için obezite alanındaki tüm paydaşlar bir arada hareket etmeli. Sağlık politikalarına birlikte karar vermek, önlem ve tedavi uygulamalarına tüm bileşenler katılmadan çözüm üretemekte zorlanırız. Obeziteden korunmak için alınan önlemler ve varolan hastaların tedavi edilmesi zaman içinde tabloyu önce durdurup daha sonra da tersine çevirebilir. Halkımız mutlaka yaşam tarzını değiştirmeli. Bunun için kitlesel eğitimler şart. Hem halkın, hem de ilgili sağlık personeli eğitimlerden geçmeli.”

YARIN

- Prof. Dr. Temel Yılmaz: Karaciğer işlenmiş gıdaları yeteri kadar filtre edemiyor.

- Prof. Dr. Muazzez Garipağaoğlu: Günde fazladan 140 kalori alan çocuk, bir yılda fazladan beş kilogram alıyor.