Kültür Sanat Anneyle kurulan ilişki kaderi belirliyor

Anneyle kurulan ilişki kaderi belirliyor

01.08.2021 - 07:00 | Son Güncellenme:

Filiz Aygündüz yeni romanı “Annem Beni Görsün”de bir erkeğin annesiyle kurduğu ilişkiye odaklanıp o dönem yaşananların bugüne yansımalarını anlatıyor: “Anne-çocuk ilişkisi çok kıymetli. Çocuğun ilk bakım verenle, genelde anne oluyor bu kişi, kurduğu ilişki neredeyse bütün hayatını etkiliyor; ileriki yaşlarda yaşayacağı ilişkilerinin kaderini belirliyor”

Anneyle kurulan ilişki kaderi belirliyor

Efnan Atmaca - İnsan görülmek ister” Filiz Aygündüz’ün Doğan Kitap’tan çıkan son romanı “Annem Beni Görsün” bu cümleyle başlıyor. Ben de yazıya bu cümleyle başlamak istedim çünkü belki de bizi biz yapan her şeyin altında bu istek var. Hangimiz görülmek için yalan söylemedik, kendimizi farklı anlatmadık ve görüldüğümüzde mutlu olmadık? Aygündüz işte insanın özüne dair bu isteği usta işi bir romanla okurla buluşturuyor. Roman her ne kadar bir kadın yazarın mükemmel erkeği bulup onunla yaşadığı çalkantılı ilişkiyi anlatıyor gibi görünse de altında insanı anlatıyor, insanı irdeliyor, hatta deşiveriyor. Zeynep adlı yazarın yolculuğuna eşlik edip onunla sevinip onunla üzülürken birden o mükemmel erkeğe, Alp’e çeviriveriyoruz odağımızı. Kadın kahramana yaşattığı acıdan dolayı kızarken şefkatle sarıp sarmalayabiliyoruz onu. Dedim ya başında Aygündüz insanı deşiveriyor, insanı her yönüyle anlatıyor ve anlamamıza aracılık ediyor diye, “Annem Beni Görsün” işte bu yolculuğa davet ediyor okuru. Pek çok sürpriz var kitapta. Sadece görülmek isteği değil ölüm korkusu, kadın-erkek ilişkisi, kız kardeşlik, yalnızlık, mutluluk arayışı, özetle insana dair ne varsa kitabın uğradığı duraklardan.

Haberin Devamı

Kitabın adıyla başlayalım. Aslında kitabın adı “Annem Beni Görsün” konusu hakkında ipuçları da veriyor. Neden bu kadar önemli görülmek, özellikle anne tarafından?

Görülmeyi istemek psikolojik açıdan çok normal ve sağlıklı. Hepimiz görülmek istiyoruz. Ama tabii görülmenin sınırları var. Bir yandan Instagram gibi sosyal mecralarda görülmek var, bir de kişiliğinle, duruşunla, yaptığın işlerle görülmek. Nihayetinde herkes görülmek istiyor. O yüzden de kitap “İnsan görülmek ister” cümlesiyle başlıyor. “Annem Beni Görsün” adına gelince; anne-çocuk ilişkisi çok kıymetli. Çocuğun ilk bakım verenle, genelde anne oluyor bu kişi, kurduğu ilişki neredeyse bütün hayatını etkiliyor; ileriki yaşlarda yaşayacağı ilişkilerinin kaderini belirliyor. Çocuk, anne ile güvenli bir ilişki kurduysa yani 0-3 yaş arasında annesi acıktığında yemeğini verdiyse, sevgi istediğinde sevgisini gösterdiyse, her görmek istediğinde ona ‘Ben buradayım’ duygusunu geçirdiyse çocukla anne arasında güvenli bir bağlanma stili oluşuyor. Daha sonraki ilişkilerde de anneyle kurduğu bu tür ilişkiyi tekrarlıyor çocuk. Bu modeli yaşayacağı eş, arkadaş seçimleri yapıyor. Ama anne bir var bir yoksa, ihtiyaçlarının tümünü karşılamıyorsa kaygılı bir çocuk ortaya çıkıyor. Dolayısıyla yaşadığı ilişkilerde de kaygı ağır basıyor. Özetle anne-çocuk ilişkisi çok kıymetli ve o yüzden annelerimiz tarafından görülmemiz çok önemli. Kitap da adını buradan alıyor.

Haberin Devamı

Son yıllarda bugünkü sorunlarımızın altında hep çocukluk travmalarımız olduğuna dair savlarla karşılaşıyoruz. Doğru mu sizce? Çocukluk travmalarımız bugünkü bizi mi oluşturuyor?

“Bana çocukluğunu anlat,” diye çok beylik bir laf vardır. İçi boşaltıldı ama aslında çok kıymetli. Psikoloji yüksek lisansı yaparken özellikle gelişim psikolojisi dersinde çocuklukta yaşadıklarımızın bizi ileride nasıl etkilediği konusuyla hemhal oldum. Her şey gerçekten çocuklukta başlıyor. Hatta son dönem Psikiyatr Gülseren Budayıcıoğlu imzalı bir psikolojik dizi furyası var. O dizilerde de travmalar çocukluğa inilerek anlatılıyor. İnsanlar pandemi sürecinde kendilerine bakma fırsatı buldular. Çocukluğa kadar geri gidebilenler ki aslında zor bir şey bu, birtakım şeyleri gördüler. Yine Gülseren Budayıcıoğlu “Doğduğunuz ev kaderinizdir,” diyor. 50 yıllık psikiyatr, tüm o deneyimle söylüyor bunu. İçine doğduğumuz evde olup bitenler kaderimizi önemli ölçüde etkiliyor. Ama tabii bu demek değil ki o kaderi değiştiremezsin. Aldığın eğitim, okuduğun kitaplar, hayata bakışın, psikolojik sermayen o kaderi değiştirebilme imkânı veriyor. O kaderi değiştirme gücümüz her zaman var.

Haberin Devamı

Kitaptaki tüm karakterlerde bir sevilme ihtiyacı ve mükemmellik arayışı var. Esiri mi olduk mükemmeliyetçiliğin?

Hepimiz insanız, sonuçta sevme ve sevilme ihtiyacımız var. Dediğim gibi bu çok sağlıklı. Eskiden “Ben mükemmeliyetçiyim” cümlesi  insanın kendini övmek için kullandığı bir laftı. Ama mükemmel olmaya çalıştıkça pek çok şeyi kaçırabiliyor insan. Kitapta özellikle erkek karakter yani Alp gerçek olamayacak kadar mükemmel. Ben biraz onu deşmeye çalıştım. Bu devirde bu kadar güzel seven, yakışıklı, zarif, ince, kültürlü, bilgili bir erkek. Onu bu şekilde bilerek donattım çünkü gerçekliğini sorgulamak gibi bir derdim vardı. Aslında gerçek diye baktığımız şeyler ne kadar gerçek sorusunun da peşine takıldığım için romanda Alp’i özellikle mükemmel yapmaya çalıştım. Diğer karakterler sevmek ve sevilmek peşinde güzel bir hayat sürmeye çalışıyorlar.

Haberin Devamı

Kitapta Zeynep’in hikâyesini okurken, birden Alp’in hikâyesi içinde buluyoruz kendimizi. Bu ters köşeyi yapma amacınız neydi?

Aslında ben Zeynep’ten çok Alp’in hikâyesini anlatmak istedim. Annelerinin kendilerini görmesi, görülmek romandaki kadın-erkek herkesin ama en çok Alp’in dileği. Yola çıkarken aslında yazar bir kadının hayatının aşkını bulması ve bu ilişkide yaşadığı travmayı anlatmak istemiştim ama şimdi düşündüğümde Alp’i yazma isteği daha baskın çıktı. Ters köşe mi denir buna bilmiyorum ama Zeynep’ten çok Alp’in hikâyesi roman.

Alp’in hikâyesiyle buluştuğumuzda çok zor, yakıcı, yıkıcı bir durumla karşılaşıyoruz. Zeynep’ten çok Alp’i merak eder hâle geliyoruz…

Haberin Devamı

Roman boyunca Zeynep de çok acı çekiyor. Ama sonuna doğru ben de tamamen ağırlığı “Alp nasıl kurtulur” sorusuna verdim. Elbette Zeynep’in de mutlu olması önemliydi, çok severek yazdığım bir karakter oldu o ama öncelikle Alp kurtulmalıydı. Son dönem kalemim ona çalıştı.

Anneyle kurulan ilişki kaderi belirliyor

“İlişki iyileştirir”

Alp’in kurtuluş reçetesi karşısındakinin onu olduğu gibi kabul etmesi oldu. Kurtuluşun anahtarı herkesi olduğu gibi kabul etmekte mi?

Kesinlikle. Çünkü ilişki iyileştirir diye bir söz var. İyi bir ilişkiden söz ediyoruz tabii. İyi bir ilişkinin içinde karşındakini olduğu gibi kabul etmek var. Orasıyla burasıyla oynamadan onu olduğu gibi kabul etmek… Zaten olduğumuz gibi kabul edildiğimizde hem çok mutlu oluyoruz hem de bu durum varsa yaralarımıza da çok iyi geliyor. Onun için romanın anahtarlarından biri de bu.

Bu söyleşinin uzun versiyonunu Milliyet Sanat dergisinin ağustos sayısında okuyabilirsiniz.