Kültür Sanat Barış Kerem Bahar: Hiç tatmadığım bir meyvenin lezzetini ilk kez hissediyor gibiydim

Barış Kerem Bahar: Hiç tatmadığım bir meyvenin lezzetini ilk kez hissediyor gibiydim

09.02.2021 - 10:44 | Son Güncellenme:

Nisan ayında başkent Ankara ilk defa gerçekleşecek bir etkinliğe hazırlanıyor. Ankara Müzik ve Güzel Sanatlar Üniversitesi'nde ünlü viyola sanatçısı Barış Kerem Bahar'ın öncülüğünde gerçekleştirilecek olan 1. Ulusal Viyola Günleri, bu özel enstrümana dair pek çok etkinlikleri bünyesinde barındıracak. Viyola sanatçısı, akademisyen kimliklerinin yanı sıra üç kitaba da imzasını atmış bir yazar olan Barış Kerem Bahar ile müzikal yolculuğunu, Turkish Viola Society ve 1. Ulusal Viyola Günleri'ni konuştuk. İçinde bulunduğumuz pandemi dönemindeki hissiyatı hakkında konuşan Barış Kerem Bahar, hayata bakışını da bir sanatçı hassasiyetiyle ifade etti.

Barış Kerem Bahar: Hiç tatmadığım bir meyvenin lezzetini ilk kez hissediyor gibiydim

İhsan Dindar - milliyet.com.tr / ihsan.dindar@milliyet.com.tr

Haberin Devamı

 

Söyleşimize, okurların hakkınızda daha fazla fikir sahibi olabilmeleri açısından Barış Kerem Bahar kimdir? sorusuyla başlamak istiyorum. Sanırım hikâye çok küçük yaşlarda İzmir'de başlıyor.

Trabzonlu bir baba ve Sivaslı bir annenin çocuğu olarak İzmir’de doğdum, büyüdüm ve üniversite bitene dek İzmir’den ayrılmadım.  Hala en sağlam dostluklarım çocukluğumda İzmir’de biriktirdiklerimdir. Büyüdükçe daha da iyi anladım ki insan gittiği yere kendini götürüyor, bir yerden sonra bulunulan mekânlardan çok kim olduğunuzla alakalı bütün bir hayat ancak yine de hayatımın büyük bir kısmı orada geçtiği için İzmir’in ayrı bir önemi var benim için.

 

 "Yaradılışla ilgili bir durum"

Bu noktada biraz geçmişe dönüp şunu öğrenmek istiyorum viyola maceranız nasıl başladı ve gelişti?

Haberin Devamı

Okumayı çok erken öğrenen, farklı alanlarda merakları olan bir çocuk olarak ilkokulda oldukça başarılı bir öğrencilik hayatım oldu. Benim dönemimde ilkokul 5. Sınıftan sonra Anadolu Lisesi sınavları olurdu. İzmir çapında yapılan sınavlarda dereceye giren oldukça başarılı bir öğrenci olarak o dönem çok az sayıda olan Anadolu Lisesi sınavlarını kazanmıştım. İngilizce Hazırlık sınıfına başladığım sırada bir gün Konak’ta babamla birlikte yürürken bir ilan gördüm. Devlet Opera ve Balesi Çocuk Korosu için sınav yapılacaktı. Ailesinde hiç müzisyen olmayan birisi olarak koronun ne demek olduğunu bile doğru düzgün bilmiyordum. İçimden bir şeyler beni o sınava doğru itti ve giriş sınavlarını kazanmamla birlikte sihirli bir dünyanın kapıları benim için aralanmış oldu.  Operaya olan merakım o günlere dayanmaktadır.  Operalarda oynamaya başladığımdaysa orkestra çukurundaki enstrümanlarla tanışma fırsatım oldu.

Bir adım ileri götürmek ve konservatuvara girmek istediğimdeyse ailem başta onaylamadı. Kendilerince haklı olarak hiç tanımadıkları bir sistem ve mesleğe çocuklarını yönlendirmek istemediler. İnat ettim, hatta konservatuvar giriş sınavlarına tek başıma gittim ve kazandım. Enstrüman seçimini ise yine ben yaptım o dönem. Çok da bilinmeyen bir enstrüman olan viyolayı istedim. Nedeni hep sorulur bana, herkes keman piyano isterken viyolayı seçmiş olmam enteresan geliyor insanlara. Sanırım biraz yaradılışla ilgili bir durum. Okula giriş tercihim gibi kendi yolumu kendi hislerimle kendim çizmek isterim. Dramatik ve sıcak tonunu sevmiş olmamın yanı sıra herkesin seçtiğinden farklı olanı seçme isteği de viyolaya yönelmemde önemli bir rol oynamıştır. Üniversiteyi İzmir’de bitirdikten sonra yüksek lisans ve sanatta yeterlik eğitimim için İstanbul Üniversitesi’ne devam ettim ve çok değerli hocalarla çalışma fırsatım oldu. Lisansüstü eğitimim sırasında Türkiye’deki farklı konservatuvarlarda çalışarak kendimi akademisyen olarak da geliştirme fırsatı buldum. Akademisyenliğin sonradan karar verilerek başlanacak bir şey olmaması gerektiğini düşündüğümden o dünyaya adım atmak için olabildiğince erken hareket etmeye çalıştım. Nitekim her öğrenci, öğretmenin de kendisini geliştirebilmesi için önemli bir fırsattır derim her zaman. Sadece mesleki olarak değil elbette, hayatın kendisinin başlı başına ve sürekli bir eğitim olduğunu düşünüyorum.

Haberin Devamı

Barış Kerem Bahar: Hiç tatmadığım bir meyvenin lezzetini ilk kez hissediyor gibiydim

Haberin Devamı

Sonrasında iş bir "Viyola Kitabı" yazmaya kadar ilerliyor anladığım kadarıyla... Peki bununla beraber içinde viyolanın olduğu bir albümü de gelecekte dinleme imkânımız olacak mı?

Yüksek Lisans eğitimim sırasında hâlihazırda çokça okuyan biri olarak viyola üzerine ne kadar az kaynak olduğunu fark ettim ve bu konu üzerine çalışmaya başladım. Tematik kitaplar kitapevlerinde var ancak ne yazık ki birçoğu insan için dekorasyon malzemesi olmaktan öteye gitmiyor. Bir de tabi okuma alışkanlığının arttırılması gereken bir ülkede yaşıyoruz. Ben istedim ki alanı viyola olmayan biri de alıp okuduğunda keyif alsın, fikir sahibi olabilsin. Hala bana gelen mesajlarda görüyorum ve çok mutlu oluyorum ki hedefime ulaşmışım. Müzisyenler ve müzik alanındaki öğrenciler için kaynak yaratmak ve bu kaynakların kullanılabiliyor olması ise ayrı bir haz.

İçinde viyolanın olduğu bir albüm üzerine dönem dönem çalışmalarım oldu ancak yapılmışı yapmaktansa yeni bir şeyler yakalamak peşinde olduğum için bekledim. Şimdi önümüzdeki dönem için geliştirdiğim çok önemli bir proje var. Zamanı geldiğinde keyifle paylaşacağım.

Haberin Devamı

 

Viyoladan söze devam edip konuyu Turkish Viola Society ve devamında 1. Ulusal Viyola Günleri'ne getirmek istiyorum. Öncelikle Turkish Viola Society'den bahsetmeniz mümkün mü? Devamında da Ulusal Viyola Günleri fikri ortaya nasıl çıktı bunu öğrenmek isterim.

Meslek toplulukları aynı meslekten insanların çalışmalarını paylaşabilmeleri ve kendilerini geliştirebilmeleri için oldukça önemli. İnsan bir işe çok fazla odaklandığında yakın çevresinde ya da uzakta olan gelişmeleri fark edemeyebiliyor oysa bizim işimiz paylaştıkça gelişiyor ve güzelleşiyor. 

1968 yılında kurulan International Viola Society dünyadaki en köklü ve sürekli enstrüman topluluklarından biri. Her yıl bir ülkede Uluslararası Viyola Kongresi (IVC) düzenleniyor ve viyolacılar çalışmalarını paylaşıyor. Ben de 2019 yılında Polonya’da düzenlenen 46. Uluslararası Viyola Kongresi’ne davet edilmiştim. Hem Türkiye’deki viyola eğitimi üzerine bir sunum yapmış, hem de içerisinde Türk eserlerinin de bulunduğu bir konser sunmuştum. 19 ülkenin resmi olarak temsil edildiği bu toplulukta neden Türkiye’de olmasın diye düşünüldü ve kurucu başkan olarak görevlendirilmemle birlikte Turkish Viola Society’nin temelleri atıldı. Ülkemizdeki önemli ve farklı alanlardan viyolacılardan oluşan harika bir yönetim kurulu oluşturduk. İlk projemiz olarak ise Ulusal Viyola Günleri’ni hazırladık. Temelde amacımız huzurla ve güler yüzle aramızda olacak herkese kapımızın açık olduğu, farklı eğitimlerden, bölgelerden ve kurumlardan viyolacıların birbiriyle iletişim kurabilecekleri, çalışmalarını paylaşabilecekleri bir platform oluşturmak. Diğer taraftan bu paylaşımları uluslararası platformda bu alandaki önemli kişilere ve kurumlara sunabilecek bir kapı açmak. Bu mesleğe adım attığım ilk andan itibaren yapmak istediğim şeyleri yavaş yavaş gerçekleştirebilme fırsatı bulmanın onuru ve mutluluğunu yaşıyorum da diyebiliriz.

Barış Kerem Bahar: Hiç tatmadığım bir meyvenin lezzetini ilk kez hissediyor gibiydim


Nisan ayında Ankara Müzik ve Güzel Sanatlar Üniversitesi'nde ilki gerçekleştirilecek olan Ulusal Viyola Günleri fikrinde müzikseverleri nasıl bir içerik bekliyor?

Turkish Viola Society yapılanırken birinci önceliğimiz sadece yorumcular değil eğitimcilerin de bizlerle birlikte olmasıydı. Türkiye’de farklı okullarda farklı standartlarda viyola üzerine eğitimler veriliyor ve hepsi çok değerli. Eğitmenliğin ömür boyu öğrencilik demek olduğunun da farkında olursak bu çalışmalarda bizlerin de öğrenip kendimizi geliştireceğimiz çok şey var. 6 gün sürecek etkinliklerimiz içinde Eğitim Fakülteleri, Güzel Sanatlar Fakülteleri, Güzel Sanatlar Liseleri ve Konservatuvarlara yönelik paneller ve çalıştayların yanı sıra önemli viyolacıların konserleri de yer alacak. Yani aslında farklı jenerasyonlardan viyolacıları bir araya toplayacağız ve bunun için hepimiz çok heyecanlıyım. Pandeminin gidişatına göre sınırlı sayıda izleyici kabul edebileceğiz ancak her ihtimale karşı tüm etkinlikler aynı zamanda çevrimiçi olarak da takip edilebilecek. Bu projeyi sunduğumda gerçekleştirebilme imkânı veren Ankara Müzik ve Güzel Sanatlar Üniversitesi’ne de ayrıca teşekkürü bir borç biliyorum.

 

Ankara Müzik ve Güzel Sanatlar Üniversitesi'ne de değinmeden geçmeyelim. Siz burada aynı zamanda hocalık yapıyorsunuz. Bu yeni üniversite ve görevinizden biraz bahsedebilir misiniz?

Ankara Müzik ve Güzel Sanatlar Üniversitesi ülkemiz için gurur duyulacak önemli bir proje. 2017 yılında kuruldu. Rektörümüz Sayın Prof. Erol Parlak bu ülkenin yetiştirdiği en önemli sanatçı ve akademisyenlerden biri. Kültürel ve sanatsal olarak o kadar değerli topraklarda yaşıyoruz ki, bu ülkenin böyle bir tematik üniversiteye ihtiyacı vardı diye düşünüyorum. Halihazırda bu üniversitenin bir öğretim üyesi, aynı zamanda Turkish Viola Society başkanı olarak benim hedefim gerçekleştireceğimiz bu projeyle hem üniversiteye değer katmak, hem de uluslararası platformda örnek gösterilebilecek bir etkinlik haftası gerçekleştirilerek ülkemin en iyi şekilde temsil edilebilmesini sağlamak.

 

Az önce Viyola Kitabınızdan bahsettik ama sizin bunun yanı sıra başka kitaplarınız da var. Çocukluğundan beri notalarla büyümüş biri olarak kelimelerle aranız nasıl?

Schopenauer  Mutlu Olma Sanatı’nda der ki; “İnsanın neye sahip olduğu ya da ne hayal ettiği, ne olduğundan daha az önem taşır. İnsan esas olarak yalnızca kendisinden zevk alır. Benlik pek uygun değilse bütün zevkler safra tadı yayılmış bir ağızdaki lezzet gibidir. Yani En büyük mutluluk, kişiliktir.” Kitap okumayı yalnızca bir aktivite olarak görmemek, başka görüşlere, başka dünyalara açılan bir kapı, bir geçit, karakterimizi olgunlaştıracak, sağlamlaştıracak bir yol olarak görmek lazım. Bu yüzdendir ki salt enstrüman çalmak ya da salt resim yapmak bir kişinin sanatçı olmasına, daha da önemlisi mutlu olmasına yetmez, kendi mutlu olmayan kişi ise kimseyi mutlu edemez.  Okumak empati yeteneği ve farkındalığı geliştirir, zaten insanlığı empati ve zarafetin kurtaracağına inananım.

Okuyucu olmak küçüklükten itibaren kazanılan değerli bir yönelimdir, çok küçük yaşlardan itibaren enstrüman eğitimi alan kişilerin ustaları olarak gördükleri enstrüman hocaları tarafından okumaya yönlendirilmeleri şarttır.

Yazmak ise ayrı bir serüven. Eserleri vasıtasıyla yazarlarla tanıştıkça edebiyatın gücüne daha çok vakıf oluyor insan. Kendini ifade edebilmenin anahtarı aslında kelimeler. Faklı alanlarda yazmayı hep sevdim. Önceleri sinema üzerine yazdım, çok küçük yaşlardan itibaren dvd ve bluray koleksiyonu yapmamın da büyük etkisi vardı elbette. Ardından akademik konular üzerine yazmaya devam ettim, hala da ediyorum. Zaman içinde biriktirdiğim öykü ve şiirler ise sonunda bir kitap haline geldi. Hayranı olduğun Kieslowski’nin Dekaloglarına gönderme niteliğindeki ismiyle “Aşk Üzerine Uzun Bir Öykü” 2020 yılında basıldı. Devamı da gelecek. Hayatın doğal akışında ben de zihnimden çıkanları takip etmekten büyük keyif alıyorum diyebilirim.

Barış Kerem Bahar: Hiç tatmadığım bir meyvenin lezzetini ilk kez hissediyor gibiydim

7Önceki konserlerinize baktığımızda yanılmıyorsam barok dönem isimlerinin ön planda olduğu izlenimine kapıldım. Bu belki de çaldığınız enstrümanın doğası gereği... Ancak yine de Barok dönemle olan ilişkinizi sormak isterim. Bu dönemin müziği size neler hissettiriyor?

Çaldığım enstrümanın kökleri barok dönemdeki bazı enstrümanlara dayanıyor diyebiliriz. Elbette ki Türkiye’deki eğitimim sırasında da barok dönemi severdim ancak bu döneme özel olarak yönelmem lisansüstü eğitimim sırasında İtalya’ya olan bir ziyaretimde izlediğim bir konserle yoğunlaştı diyebilirim. Bir aydınlanmaydı benim için. Bugüne kadar dinlediğim şeylerden farklıydı, ya da icra edenlerin yüzündeki sadece mutlu olmakla ifade edilemeyecek kadar yoğun haz hissine şahit olmamıştım. Hiç tatmadığım bir meyvenin lezzetini ilk kez hissediyor gibiydim. Halihazırda Türkiye’de bir kurumda kadrolu olarak çalışırken her şeyi bırakıp barok dönem üzerine eğitim almak için İtalya’ya gittim.  Bu alandaki önemli bir okulda çok beğendiğim bir hoca olan Prof. Luca Morassutti ve daha birçok değerli müzisyenle çalışma fırsatım oldu. Barok döneme ait bir eseri yorumlamak için mutlaka stil hakkında fikir sahibi olmak, bazı şeyleri algılayabilmek için birkaç adım geri gitmeyi bilmek gerektiğinin daha iyi farkına vardım. Orada yaşadığım süre benim için çok değerliydi. Bu müziğin doğduğu mekanlarda öğrenmek, icra etmek hem bu enstrümana daha fazla yakınlaştırdı beni, hem de sımsıkı bağladı diyebilirim. Şimdi kendi bulunduğum kurumda kişisel çabalarla barok dönem üzerine seçmeli dersler veriyorum, kendi öğrencilerimle konu üzerine yoğunlaşabiliyorum ancak tabi ki daha fazlasını hedefliyorum.  Ülkemizde de önümüzdeki dönemlerde en büyük hayalim barok dönem üzerine hem yorumcu hem eğitimci olarak daha fazla çalışma yapabilmek.

 

Geçtiğimiz yıl Beethoven'ın doğumunun 250. yıldönümüydü ama ne yazık ki pandemi nedeniyle dünya genelinde yüzlerce etkinlik iptal oldu. Konserler açısından nasıl bir 2021 öngörüyorsunuz?

Pandemi beklenmedik bir durumdu ve ben insanların bu olağanüstü duruma olabildiğince uyum sağlayarak üretmeye devam ettiklerini düşünüyorum. Elbette bizim işimiz canlı performans yani o anda paylaşmak, birlikte nefes almak ve hissetmek ancak hayatta başımıza gelecekler her zaman hesaplanamıyor. Diğer taraftan sanatçılar da paylaşmanın yolarını arayıp buluyorlar. Mesela olur mu olmaz mı nasıl olur derken bir sürü çevrimiçi konser ve etkinlik gerçekleştiriliyor, ben yapılan bir çok etkinliği çok beğenerek takip ediyorum. 2021 yılında da en azından bir süre daha bu şekilde devam edeceğini düşünüyorum. Sonuçta hayatta önemli olan durmamak, devam etmek, her şeye her duruma rağmen.

 

Siz bu zor süreçte günlerinizi nasıl geçiyorsunuz? Pandemi tüm insanlığın biraz durulmasına, evlerine kapanmasına neden oldu. Bu süreçte neler hissettiniz?

Benim durumum pandemiyi yaşayan diğer insanlardan biraz daha farklı gelişti.  Aralık 2019’da yani  pandemiden hemen önce bir tür lenfoma olduğumu öğrendim. Ocak ayında hastaneye yattım ve ben yoğun bakımdayken pandemi ortaya çıktı. Yani maskeler ve dezenfektanlar çok daha önceleri hayatıma girmişti. Alanındaki uzmanlığının yanı sıra güler yüzü, olumlu yaklaşımı ve güvende hissettirmesiyle değerli doktorum Prof. Dr. Zeynep Arzu Yeğin ve ekibi sayesinde paniklemedim, stres yapmadım sadece akışına bıraktım. Kabullenebilmek çok önemli hayatta. İnsanların elinde olmayan sebeplerden dolayı yaşadıklarını atlatabilmeleri için önce sakin olmaları gerekiyor. Biz ne kadar plan yaparsak yapalım hayatın izin verdiği kadarını yaşayabiliyoruz. Bu söylediklerim negatif anlamda değerlendirilmemeli. Ben hayatın kendisini bir eğitim süreci olarak görüyorum ve sonuçlar değil süreçlerin kendisinin değerli olduğunu düşünüyorum. Tabi ki okumak yazmak ve üretmek bu süreçte benim için çok önemliydi. Son kitabımı hastanede tamamladım mesela. Enstrümanımdan bu kadar uzun süre ayrı kalmamıştım hiç, bazen sahip olduklarımızın değerinin farkına varmak için ufak ayrılıklar iyi gelebiliyor.

Herkesin evine kapandığı dönemde ben de tedavi sürecinde olduğum için doğal olarak projeler iptal edilmişti. Katılabildiklerime online olarak katılmak ise beni çok mutlu etti ve ayakta tuttu. İnsanoğlunun güçlü ve zayıf taraflarını keşfettiğim bir dönemdi de denilebilir. İnsanların iyi günde ya da kötü günde yanınızda olmalarından çok samimi olmalarının daha değerli olduğunu düşünüyorum.   Mesela hiç tanımadığınız biri sorgulamadan size gelip kan veriyorken diğer bir kişi siz yoğun bakımdayken söylediği geçmiş olsun sözünün hesabını sorabiliyor, eğilip bükülmediğiniz için. Ve buna bile gülümseyebiliyorsunuz, çünkü gecenin gündüze dönmesi kadar normal her şey, çünkü her insan kar tanesi gibi birbirinden farklı ve eşsiz. Herkesin kendine göre doğruları, kendini haklı gördüğü taraflar var, sınırları ve vazgeçişleri de elbette. Zor zamanlar size geçip gitmeyi öğretiyor ve sahip olduklarınızın, kendinize kattıklarınızın değerini. Bu tarz süreçler adeta gözünüze sihirli bir gözlük takmışsınız gibi herkesi ve her şeyi daha net görmenizi sağlıyor, kendinizi bile. Sonuçta hayattaki her şey kendimizle ilgili değil mi, mutluluklarımız, hırslarımız, üzüntülerimiz, kızgınlıklarımız bile… Bence pandemi dönemi de bu açıdan çok önemli bir süreçti herkes için. Umarım bir an önce pandemi biter ve yeni hayatlarımıza sahip olduğumuz özgürlüklerin farkındalığıyla devam edebiliriz.

 

Fotoğraflar: Elif Özüdoğru