Kültür Sanat Hayat atölyesi

Hayat atölyesi

23.05.2002 - 00:00 | Son Güncellenme:

Hayat atölyesi

Hayat atölyesi

Hayat atölyesi

MURATHAN MUNGAN

Ev oturmaları, kahve gezmeleri
Yaşadığım şu gürültülü günler sırasında kaçırdığımı düşündüğüm filmi, Şişli Movieplex’te yakaladım. İyi bir öğleden sonrasını iyi bir film kadar anlamlandıran az şey vardır hayatta.
Hayat atölyesi
Bu yıl seyrettiğim en güzel filmlerden biri, "Dipsiz". Hem bir "bağımsız sinema" tadı var filmin, hem Patrica Highsmith romanlarının sırlarla dolu karanlık dünyasını andırıyor. Üstelik özel aydınlatmalarla yarısı gölgede bırakılmış, gerilim müziğiyle desteklenmiş görüntülerle değil, tersine olayların geçtiği çevrenin doğal güzelliklerinden alabildiğine yararlanan ışıltılı karelerle, iç açıcı görüntülerle yapıyor bunu. Gündelik hayatın akışını kesmiyor. İzlediğimiz hikâyenin tırmanan gerilimi, içinde geçtiği çevreyi ve hayatı başkalaştırmıyor. Her şey herkesin gözü önünde ama herkesten habersiz olup bitiyor neredeyse.
Filmin konusu hakkında uzun uzadıya konuşmak güç. Kendini azaltarak çoğaltan yapıtlardan. Klasik örgüdeki filmlerde olduğu gibi, filmin ilerleyen hikâyesi içinde bilmediklerimizle bildiklerimiz yer değiştirerek bize hayat ve insanlar hakkında her şeyi bilebileceğimiz duygusu vermiyor. Bilinmezliğin sade, gösterişsiz, çoğu zaman dilsiz dünyası gücünü sürdürüyor. Tıpkı filme adını veren kulübün adı gibi: "The Deep End".
Film, kendi yarattığı beklentilerin sonucunda merak ettiklerimizin yerine, bize hayat ve insanlar hakkında başka bilgiler veriyor. Dolayısıyla filmin sonunda "kaza mıydı, cinayet mi" sorusunun belirsizliğini koruması bile insanı rahatsız etmiyor. Kişilerin ve olayların bir yanı herkes için gölgede kalıyor gene.
Oğlunun "gay" olduğunu öğrenenen annenin ısrarı, müdahaleciliği, ailesinin birlik ve bütünlüğünü koruma telaşının zaman içinde nerelere evrildiğini izlerken, önceden hesaplanmamış yerlere çıkıyorsunuz. Anne ile oğulun arasında, aile olmanın sağlayamadığı yakınlığı, dayanışmayı birbirlerinin sırları sandıkları şeyleri öğrenmeleri sağlıyor. Anne oğlunun katil olduğunu sanırken, oğlu annesinin bir sevgilisi olduğunu sanıyor. Anne, gizliliğin dilini öğreniyor, yasağı tanıyor. Yasağı tanıdığında, oğlunu da anlayacağını varsayıyoruz. Şantajcı ile anne arasında kurulan ilişkiye ve gizli ortaklığa, önceden kodlanıp paketlenmiş hiçbir duygunun ışıldağının düşmemesi çok daha derin ve güçlü bir etki bırakıyor insanda.
Film, olaylar, durumlar ve kişiler hakkında hiçbir şeyi tam olarak söylemiyor. Kişilerin tutum ve davranışlarını gerekçelendirmiyor, yalnızca yoruma açık ipuçları sunuyor. Eksikleri, seyircinin kendi hayat bilgisiyle tamamlamasını istediği için, parçaları birleştirmek size düşüyor.
Daha çok bir Derek Jarman oyuncusu olarak bilinen, "II. Edwardödan "War Requiem"e dek onun birçok filminde irili ufaklı rollerde görünen İskoçya asıllı Tilda Swinton, çok güçlü bir kompozisyon çiziyor bu filmde. Onu seyrederken, Highsmith uyarlamalarına çok yakışacağını düşündüm hep. Sally Potter’ın Virgina Woolf romanından uyarlanan "Orlando"sundan bu yana, onu böyle güçlü bir rolde seyretmemiştik. Geçtiğimiz yıllarda sinema günlerinde izlediğimiz ressam Francis Bacon’ın yaşam öyküsünü anlatan filmdeki ufak rolüyse, onu ne kadar özlediğimizi anımsamamıza yaramıştı sadece. Hem yakışıklı, hem çekici, hem iyi oyuncu Goran Visnjic de var filmde. İçinde olup bitenleri, değişimleri, konuşmadığı sahnelerde bile seyirciye geçirmedeki ustalığı hayranlık uyandırıcı. Çok yakışıklı erkeklerin, aynı zamanda çok iyi bir oyuncu olmaları onları daha seksi kılıyor olabilir mi?

BELKİ BİR GÜN MUTFAKTA
Anadolu’nun çeşitli kentlerinde sahneye oyun koyan bir diğer arkadaşım Ayşenil Şamlıoğlu da Ankara’da oturur. Geçen gün onunla İstiklal Caddesi üzerinde M&N’de sabah kahvaltısı yaptık. Güzel, güneşli bir gündü. Cam kenarındaki masada oturup geleni geçeni seyrettik. Onu televizyon dizilerinden de tanıyorsunuz. Nitekim yoldan geçen bir genç kız, "şöhretimin arşa ulaştığı şu günlerde" benim yüzüme bile bakmadan gelip Ayşenil’le fotoğraf çektirdi. Tabii, ben "medyatik bir yazar" olmadığım için oluyor bütün bunlar.
Ayşenil Şamlıoğlu benim eski bir arkadaşım olduğu gibi, hem Antalya, hem Ankara yapımı olan Mustafa Avkıran’ın yönettiği oyunlarımda da oynamıştır. Son yıllarda adını daha çok yönetmen olarak parlattığını ve bu alanda birbirinden iddialı yapımlarla birçok ödül aldığını biliyorum. Onun deyişiyle, bir gün mutlaka benim bir oyunumu ayakları üzerine dikmek istiyor. Onunla çalışmak için kafamda "Mutfak" diye bir oyun tasarısı var. Kimi kocasından, kimi sevgilisinden, kimi eski iş yerinden ayrılmış kadınlar, Istanbul’da iş yerlerinin çok olduğu bir bölgede ev yemekleri yapan küçük bir lokanta açarlar. Oyun onun mutfağında geçsin istedim. Üç beş kadın karakter gözümde canlandı bile, tek kelimesini bile kâğıda dökmedim ama zaman zaman benim için gözlerimin ardında oynuyorlar.

EDEBİYAT HARİTALARI
Boğaziçi Üniversitesi Türk Dili ve Edebiyatı bölümü öğretim üyelerinden arkadaşım Nüket Esen, yeni evime geç gelenlerden. Yapı Kredi Yayınları tarafından yayımlanan Sabahattin Ali’nin yayımlanmamış öykü, yazı, şiirlerini derlediği kitabı getirmişti geçende. Hazırlamakta olduğu ikinci cildinde yazarın yayımlamamış mektupları ve mahkeme savunmaları yer alacakmış.
Nüket Esen, kendine bir çeşit uzmanlık alanı olarak seçtiği Ahmet Mithat Efendi ile özel olarak ilgileniyor. Onun romanlarında geçen semtler ve mahallelerle ilgili bir şehir haritası çıkarmaya çalıştığından söz etti. Anlattığı kadarıyla çok ilginç bir çalışma. Edebiyatın yalnızca ürünlerle değil, çeşitli yazarlar ve metinler üzerine yapılan araştırmalar, incelemeler, farklı yaklaşımlar içeren bütünlemelerle de zenginleştiğini unutmamak gerek. Metinlerarası ilişkilendirmeler üzerine kurulu kitap yazmaktan çok, "kitap yapmak" fikri etrafında örgütlenmiş özgün kitapların çoğalmasını ümit ediyor insan.

TABANCASINI DÜŞÜRMÜŞ YEİS
Arkadaşım Seyhan Erözçelik kitabını göndermiş: "Yeis". Bugüne dek yazdıklarını bir araya getiren bir toplam. Yıllar önce "Yeis ve Tabanca" adlı ilk kitabı çıktığında o günlerin popüler dergisi "Yeni Gündemöde "Zamane Şairine Yadigâr Kalan" başlığıyla kitabı tanıtan bir yazı yazmış ve Seyhan’ın şiirine dikkat çekmeye çalışmıştım. Daha sonra, Bülent Erkmen’in nefis bir kitap tasarımıyla "Hayal Kumpanyası" çıktı. "Gül ve Telve" kendini sarmal biçimde katederek kendine katlanan kitaplara seçkin bir örnek oluşturan ama ne yazık ki hak ettiği yankıyı bulamamış bır kitaptı.
Seyhan Erözçelik bu kez tüm kitaplarını bir araya getiren toplamına "Yeis" diyor. Bölüm başlığımdan onun şiirini eksilttiği, azalttığı sonucu çıkarılmasın şimdi. Gelirken yollarda hepimiz bir şeyler bırakırız, bir şeyler düşürürüz. Seyhan da tabancasını düşürmüş, çok mu?
İyi bir şair. İyi bir kitap. Mutlaka kitaplığınızda bulunsun.

ANTİGONE HER ZAMAN
Arkadaşım Sosi Dolanoğlu’nu sıkıştırıp duruyorum. Üzerime hiç vazife olmadığı halde duramayıp gene telefon açtım, "Çevirini ne zaman bitireceksin?" diye. Sosi Dolanoğlu son yılların en parlak çevirmenlerinden. Birçok zor ve iyi kitabı dilimize kazandırdı. Belçikalı yazar Henry Boachau’nun benim ayıla bayıla okuduğum bir roman var "Oidipus Yollarda" diye. "Bana Göre Aşk Hikâyeleri" adını verdiğim seçkiye ondan da bir parça aldım. Sosi yazarın devam romanı olan "Antigone"nin çevirisi üzerinde çalışıyor ne zamandır. Bu romanın Fransa’da sahneye uyarlandığını ve büyük sükse yaptığını okudum.

EKSİK KİTAPLIĞIN TAMAMLAYICILARI
Arkadaşım İnönü Bayramoğlu gelmişti geçende. DTCF Tiyatro bölümü mezunu olan Bayramoğlu, ilkin tiyatro yapmış, Anadolu’nun çeşitli yerlerini gezmiş, ardından arkadaşlarıyla birlikte bir tiyatro dergisi olan Agon’u çıkarmış. Şimdi Ankara Dost Kitabevi Yayınları’nın Gösteri Sanatları dizisini yönetiyor ve birbiri ardına ilginç kitaplar çıkarıyor.
Türkiye’de tiyatro ile ilgilenenlerin, eğitimini yapanların yakın bir tarihe kadar en önemli sorunlarından biri, tiyatro tarihinin önemli dönemeç kitaplarının dilimize çevrilmemiş oluşuydu. Kimi öğretim üyelerinin kitaplarındaki alıntılar ya da onlar hakkında bilgi veren diğer kaynaklarla yetinmek zorundaydınız. Johan Huizinga’nın "Homo Ludens", Martin Esslin’in "Absürd Tiyatro", Jan Kott’un "Çağdaşımız Shakespeare" gibi sürekli kaynak olarak gösterilen kitaplarını Türkçede bulamazdınız. Yukarıda andığım kitaplar sırasıyla Ayrıntı, Dost, Mitos - Boyut tarafından yayımladı ama bu kez de bunların ardından gelenleri izlemekte yayın dünyasının gönülsüz davrandığı görülüyor. İnönü Bayramoğlu, sanırım kendi dizisi ölçüsünde bu açığı kapatmaya çalışıyor. Yayın programında Elizabeth Wright’tan "Postmodern Brecht", Patrice Pavis’den "Gösterimlerin Çözümlenmesi" gibi kuramsal ağırlıklı kitaplara yer verirken, son yıllarda senaryo yazarlığıyla da öne çıkan Tom Stoppard’ın ve benim en sevdiğim oyun yazarlarından biri olan Sam Shepard’ın oyunlarını da yayımlıyor. Yazı yazan herkese Sam Shepard’ın oyunlarının okunmasını özellikle salık veririm.
Tiyatroda kuramsal çalışmanın önemi hiçbir zaman tam olarak kavranmamış, üniversite yayınları yetersiz kalmış, büyük yayınevleri bu konuda gönülsüz davranmıştır. Son yıllarda Mitos - Boyut ve Dost bu açığı kapatmak konusunda önemli bir iş yapıyorlar.

FÜTURSUZ OYUNCULUK
Arkadaşım İpek Bilgin Ankara’da oturur, Devlet Tiyatrosu’nda oyuncudur ve oyunculuk sanatı üzerine iki tane önemli kitap çevirmiştir: Eric Morris ve Joan Hotchkis’in "Rol Yapmayın Lütfen"i ile Eric Morris’in "Fütürsuz Oyunculuk". Konuyla yakından ve uzaktan ilgisi olan herkesin en azından göz atması gereken önemli kitaplar bunlar.
İpek Bilgin her yazdığımı okuyarak heyecanımı paylaştığım, görüşlerine özel bir değer verdiğim, zevkine, zekâsına güvendiğim arkadaşlarımdan biridir. Daha önce Adana’da, şimdi de Eskişehir’de birer oyun sahneye koydu. Oyunculuk sanatı ve teknikleri üzerine derinlemesine düşünen biridir. Hem kuzenimi, hem yeğenimi konservatuvar sınavlarına hazırlarken, "oyuncu çalıştırıcısı" olarak başarısına da tanık olmuştum.






KÜLTÜR & SANAT