Kültür Sanat Üzgün olmasına rağmen kendini bırakmamıştı

Üzgün olmasına rağmen kendini bırakmamıştı

30.05.2021 - 07:00 | Son Güncellenme:

.

Üzgün olmasına rağmen kendini bırakmamıştı

Telefonum çalmaya başladı. Arayan Zühre’ydi. “Ben de seni arayacaktım,” diyerek açtım telefonumu. “Komiserim merhaba, nasılsınız, çok geçmiş olsun. Sizi çok aradım ama bir türlü ulaşamadım.”

Haberin Devamı

“Teşekkür ederim Zühre, iyiyim, boyunlukla dolaşıyorum.”

“Hani siz gece Muğla’ya gidecektiniz, ne oldu da fikrinizi değiştirip Yalıkavak’a gittiniz?”

Bu konu herkesin kafasını karıştırmıştı anlaşılan. Bir polisin buna neden böyle şaşırdığını anlamak da benim için şaşırtıcıydı. “Evet öyle düşündüm. Sonra alkollü olduğum için Muğla’ya gitmeye doğrusu üşendim. Ayrıca sabah erkenden Metin’in karısıyla görüşürüm ve marinaya bakarım diye düşündüm. Yarın ‘bana da biraz zaman kalır belki’ dedim.”

“Anlıyorum, peki marinada neler oldu? Çok merak ettim.”

“Evet hem aramışsın, hem mesaj atmışsın gördüm. Teşekkür ederim ama kendime yeni yeni geliyorum. Marinaya gidince bir bakmak istedim, belki tekne oradadır diye. Çünkü sen eşinin ‘onun sağı solu belli olmaz, devamlı kontrol etmek gerekir’ dediğini söylemiştin. Bir şansımı denemek istedim ben de. Ayrıca hem de biraz yürüyüş yapmak, yediğim o nefis köfteleri hazmetmek için iyi gelir diye düşünmüştüm. Düşünebiliyor musun aradan o kadar zaman geçti daha yeni yeni acıkıyorum. O kadar yemişim ki, bu saate kadar tok tutmuş beni o köfteler. Neyse tesadüfen gördüm tekneyi…”

Haberin Devamı

“Sonra?”

Sonrasını da anlattım Zühre’ye, heyecanla dinledi.

“Neyse komiserim daha kötüsü olabilirdi, ucuz atlatmışsınız yine de, tekrar çok geçmiş olsun. Yapacağım bir şey var mı? Galiba amir, dosyaya Seza Komiser’i de dahil etmiş, öyle mi?”

“Evet, öyleymiş.”

“Peki şimdi ne olacak?”

“Zühre işin yoksa gelip beni alır mısın? Bu arada sen neredesin pardon?”

“Bodrum’dayım ama yola çıkmak üzereydim zaten. Birazdan yola çıkarım. Ne oldu?”

“Şu Metin Caner’in karısıyla konuşmamız lazım.”

“Bugün mü, kimse konuşmamış mı?”

“Mümkünse bugün, çünkü konuşmamız lazım gibi geliyor. Kimse konuşmamış.”

“Seza Komiser?”

“Seza daha dosyayı iyi bilmiyor, o ancak pazartesi hakim olacak gibi görünüyor. Ne dersin bugün gidebilir miyiz?”

“Hemen geliyorum o zaman.”

“Ya da bir dakika bir dakika, senin gelmen uzun iş şimdi. Ben kendi aracımla gelirim, seninle Yalıkavak’ta buluşuruz.”

“Peki, nasıl isterseniz…”

“Hemen çıkıyorum, yaklaşınca seni ararım.”

Haberin Devamı

“Yalnız siz iyi misiniz, biraz daha dinlenmeniz gerekmiyor mu? Ayrıca araç kullanmanız sakıncalı olabilir.”

“Sen ayak mı sürüyorsun yoksa?”

“Estağfurullah komiserim, sizi düşünüyorum o yüzden…”

“Kullanırım sorun değil, zaten sadece görüşeceğiz, dikkatli olurum merak etme.”

“Tamam komiserim bekliyorum.”

Zühre haklı olabilirdi. Araç kullanmak biraz riskliydi. Ama artık geri dönmek ayıp olurdu. Soytarının ağzına düşüp dalga geçmesi, isteyeceğim son şey olurdu.  Soytarı artık soytarılıktan vazgeçtiyse, o zaman başka tabii…

Ama huylu huyundan vazgeçer miydi, işte bundan emin değildim.

Akşam olmuştu. Yalıkavak’ta Zühre ile buluşup maktul Metin Caner’in marinaya yakın Mahmut Efendi Caddesi üzerindeki, diğer kurbanların evlerine oranla daha mütevazı görünen geniş bahçeli, iki katlı müstakil evine vardığımızda saat akşam yediye geliyordu. Zühre geleceğimizi önceden haber verdiği için bizi bekliyorlardı. Metin Caner’in karısı Demet Hanım dış kapıyı otomatikle açtıktan sonra bizi evin giriş kapısında siyah giysiler içinde karşıladı. Caner ailesinin biri erkek diğeri kız iki yetişkin evladı vardı. Otuz beş yaşındaki oğulları İstanbul’da bir finans kuruluşunda çalışıyordu. Otuz yaşındaki kızı ise kocasından bir süre önce boşanmış, annesiyle birlikte Bodrum’da oturuyorlardı.

Haberin Devamı

Demet Hanım ve kızı Deniz’in gözleri ağlamaktan kıpkırmızı olmuştu. Demet Hanım bu perişan durumuna rağmen güzel ve bakımlı bir kadındı. Siyah saçlarını arkadan toplayıp iğreti bir topuz yapmıştı ama bu ona daha çekici bir hava vermişti.

 

Bizi salona buyur ettiler. Salon oldukça sade döşenmişti. Krem rengi koltuklara yerde eskitilmiş, bordo tonların ağırlıklı olduğu, büyükçe, el dokuması bir Uşak halısı eşlik ediyordu. Halı kahverengi parkelere ayrı bir zarafet katmıştı. Büyük mermer bir şömine, salonun bir duvarının neredeyse yarısını kaplıyordu. Üzerini de gümüş rengi metal kenarlı birçok fotoğraf çerçevesi süslüyordu. Ünlü ressamların baskı tablolarından bazıları duvarlara asılmıştı. Deniz ve yelkenli temalı tablolardı bunlar. Ayvazovski, Gudin, Jacobsen, Diyarbakırlı Tahsin gibi ressamların imzalarını görebilmiştim.

Haberin Devamı

Bir başka duvarda çok güzel bir Bodrum gravürü yer alıyordu. Ayrıca bol bol yelkenli tekne tabloları ile yine yelkenli bibloları salonun bir köşesine ayrı bir hava katıyordu.

Demet Hanım, bunlara dikkatle baktığımı görünce, hemen açıklama yapma gereği duydu. “Metin bir denizciydi. Rahmetli babasından gelen bir özellik. Babası da hem yelkenli tutkunuydu ve hem de deniz ticaretiyle uğraşırdı. Bu yelkenli tekne tutkusu babasından genetik olarak geçen bir mirastır Metin’e. Metin bu tutkusunu yakın arkadaşlarına da aşılamıştı,” dedi. Aklıma Orhan Aksoy geldi. O da bir yelkenli tutkunuydu. Ama bunu yüksek sesle söylemenin şimdi pek zamanı değildi. Demet Hanım akıllı, kültürlü bir kadındı; leb demeden leblebiyi anlayan cin gibi biriydi. Üzgün olmasına rağmen kendini bırakmış birine benzemiyordu. Sizin hareketlerinizi gözlemliyor ve hemen ona göre gardını alıyordu. En azından ilk izlenimim böyleydi.

 ARKASI YARIN...