Pazar 3 bin kadınla birlikte gömülen imparator

3 bin kadınla birlikte gömülen imparator

07.07.2002 - 00:00 | Son Güncellenme:

3 bin kadınla birlikte gömülen imparator

3 bin kadınla birlikte gömülen imparator





Kendi gözünle gördüğün bir şey, sorduğun yüz sorudan değerlidir" diyor bir Çin atasözü.
Döndüğümden beri yüzlerce soru işittim Çin’e ilişkin. Ve her soruyu bu atasözüyle yanıtladım: "Gidin görün!"
Ne biliyorsunuz Çin hakkında?
Çin milli takımı, kalabalık nüfus, "Bütün Çinli çocuklar aynı anda zıplasa yeryüzünde deprem olur" efsanesi, ping pong, kung fu, Pekin ördeği, Çin Seddi, Mao vs.
Hepsini sıfırlayın ve gidin.
Hoş, 10 günlük bir gezide bir ülke ne kadar anlaşılabilir ki? Hele Çin gibisi? Hele dil engeli nedeniyle halkla iletişim de bu kadar zorken...
O yüzden bu yazı dizisinde size sadece bazı tanıklıklar aktaracağım.
Çin Gazeteciler Cemiyeti’nin davetiyle Çin seferine çıkmadan Ankara’da bize bir yemek veren Büyükelçi Kuangyi Yao demişti ki: "2 bin yıl önceki Çin’i görmek istiyorsanız Şian’a gidin. 200 yıl önceki Çin’i görmek istiyorsanız Pekin’e gidin. Bugünkü Çin’i görmek istiyorsanız Şangay’a gidin."
Üçüne de gittik ve gördük "Dragon’un 3 yüzü"nü...
Tıpkı efsanevi Dragon gibiydi Çin ülkesi: Ne aslandı, ne kuş, ne yılan, ne kapitalist, ne sosyalist...
Aslan pençeli, yılan gövdeli, balık pullu, geyik boynuzlu, ejder dilli bir tuhaf yaratık. 3 kent üzerinden Çin’in 3 yüzünü anlatacağım size. Bugün en eskisinden başlıyoruz. Dünden bugüne uzanacağız.

Melekler gelip size "Öbür dünyaya giderken yanınızda bir şeyler götürebileceğinizi" müjdelese ne alırdınız?
Sevdiklerinizi? Televizyonunuzu? Cep telefonunuzu?
Çin’e adını veren ilk imparator Çin Şhi Huang bu soruyu büyük açgözlülükle yanıtlamış: "Her şeyimi!"
13 yaşında imparator olmuş Çin. Sene milattan önce 247. Yani günümüzden 2 bin 250 yıl önce.
Tahta geçer geçmez insanlık tarihinin o en eski, en karşı konulmaz merakına teslim olmuş; "öbür dünyadaki hayat"ın hazırlığına girişmiş.
Li Dağı’nın eteklerinde, öldükten sonra yaşayacağı sarayın inşaatını başlatmış. 49 yaşında ölen imparatorun ahretteki dergahı için 720 bin Çinli, tam 36 yıl taş taşımış.
Çin insan teri, emeği ve acılarından kurmuş, kendisini öbür dünyaya bağlayacak sırat köprüsünü...

Yeryüzündeki Çin diyarının bir modelini inşa ettirmiş yeraltına. 56 kilometrekarelik bu arazide yeryüzündeki dağların, ovaların, nehirlerin benzerlerini yaptırmış. Sarı nehrin sularını sırdan akıtmış.
Kütüphanesindeki kitapları bambuya yazdırmış. Sonra kendine en uzun ömürlü metal sayılan bronzdan dökme bir atlı makam arabası yaptırmış İmparator Çin. Bir ton ağırlığında, kışın sıcak, yazın soğuk olan, kaplumbağa şeklindeki bu araç, günümüzün zırhlı güvenlik arabaları gibi kendisinin sürücüyü görebileceği ama sürücünün kendisini göremeyeceği şekilde tasarlanmış.
Çin yaşlanınca diğer insanlar gibi küçüleceğini düşündüğünden bu arabayı ve atlarını da küçük boyutlarda ısmarlamış. Arabanın üstündeki şemsiyeye, güneşin konumuna göre şekil değiştirebilen bir düzenek yaptırmış. İçine ipek havlulara benzeyen bronz mendiller koydurmuş. Arabayı 34 kişilik şeref kıtasının korumasına vermiş.
Sonra kendisini ahrette koruyacak silahlı orduyu kurmuş Çin. 8 bin askerin topraktan heykelini yaptırmış. Her biri değişik boyda, tipte, rütbede... Hiçbirinin yüz ifadesi, saçı, bıyığı birbirine benzemiyor. Rütbelerini saç biçimlerinden ve etekli üniformalarından anlıyorsunuz.
Cengaverlerin eline bronz yaylar, kargılar vermiş. 2 metrelik generallere zırhlı üniformalar... Altlarına üzengisiz, yağız Moğol atları.
Bu toprak heykelleri odundan ateşle 1000 derecede pişirmişler. Ve "pişmiş toprak" anlamına gelen Terra Cotta ordusu böyle kurulmuş. Her bir heykel rengarenk boyanmış, 11 koridor boyunca 4’lü sıralar halinde hazırola dizilmiş.
Aralarında hiç kadın yok. Çünkü kadınları canlı "rica etmiş" Çin. 3 bin de kadın imparatorla birlikte mezarına diri diri gömülmüş; Çin’i öbür dünyada dinlendirmek, eğlendirmek için.

Gittiği yerde huzur içinde olabilmek için bu muhteşem kentin üzerini ağaç ve toprakla örttürmüş "ilk imparator". Sırrını kimseler bilmesin diye de döneminde yazılmış bütün kitapları yaktırmış, alimleri öldürtmüş, isyan eden öğrencileri kılıçtan geçirmiş. Adeta tarihi durdurmuş kendisiyle.
Lakin zulmettiklerinin "ahı tutmuş" ötede. Mezarında rahat vermemişler Çin’e. Sonraki hükümdar gelip kılıçtan geçirmiş Terra Cotta ordusunu... Ve pişmiş topraktan askerler 2 bin yıllık bir uykuya çekilmişler. Kendini ebediyen koruyacak bir toprağın kucağında, paramparça.

2 bin yıl sonra...
1974 yılının 29 Mart günü bitmiş büyük uyku. O sabah kuraklıktan kavrulan Şian’da 4 yoksul köylü su bulmak için kuyu kazarken pişmiş toprak parçaları bulmuş, götürüp yetkililere sormuş. Uzmanlar bölgeye gelince bunun 20. yüzyılın en büyük arkeolojik keşiflerinden biri olduğu anlaşılmış.
25 yıllık kazılar boyunca, en az inşaatta çalışanlar kadar ağır bir çalışma yapmış Çinliler; parçaları birleştirmek için bu kez.
Tarihi miras kabul edilip UNESCO koruması altına alınan, İmparator Çin’in binlerce minik parçaya ayrılmış paramparça ordusu yeniden ayağa kaldırılmış. 8 bin askerin her birini parçalarından yeniden yaratabilmek için 3 arkeolog birer yıl çalışmış.
Ve Çin’in askerleri, birer birer uyandırılıp yeryüzüne çıkarılmış. Gün ışığına çıkan parçaların renklerini kaybettiğini fark eden arkeologlar kazılara 10 yıl ara verip, renkleri yaşatacak bir formül arayışına girişmişler. Sonunda bir teknik bulunmuş ve Çin ordusu, siyah-beyaz bir resim renklenirmiş gibi bu yıl ilk kez renkleriyle sergilenmeye başlamış.
Gerçi askerlerin 1000 tanesi hala toprak altında. Model şehir de... Ama 13 hanedanlığın başkenti olan Şian şimdiden yılda 1,5 milyon turist çeken bir turizm merkezine dönüşmüş.
10 yıl sonra dünyanın en muhteşem müzelerinden biri olacağı kesin.

Bu mucizeyi keşfeden o 4 çinli mi? Her birine 5’er Yuen vermiş devlet. Bu, iki günlük erzak parasına tekabül ediyor.
Şimdi hayatta kalan ikisi, müze kapısında kitap imzalıyorlar. Hâlâ yoksullar ama ünlüler bugün...
Tıpkı Çin gibi.
Aslında bu öyküde Çin’i anlamayı kolaylaştıran çok şey var.
Zulüm... Sabır... Her gelen iktidarın bir öncekini yıkma adeti... İlk imparatordan sonuncuya dek sürecek bir kanlı gelenek...
Napolyon’un "uyuyan dev" diye tanımladığı Çin de uyanıp renkleniyor bugün, tıpkı 2 bin 200 yıllık Terra Cotta ordusu gibi.
15 yıl öncenin tek tip elbiseleri hatıra amacıyla bile saklanmıyor artık. Yeni hükümdar eskinin kurduğu düzeni kılıçtan geçiriyor.
Çin ülkesi rengarenk giysilerle yabancılara açılıyor.

Çin mutfağına düşkünümdür. "Ama Çin’de yiyemezsin" diyorlardı.
Gerçekten de Çin’de ilk gittiğimiz lokantalarda mönüyü görünce şaşırdık; hiç Türkiye’deki Çin lokantalarına benzemiyordu: İşkembeler, at etleri vs..
Sonra anlaşıldı ki, Sincanlı mihmandarımız yemeğimize domuz eti karışır endişesiyle bizi normal Çin restoranı yerine Çinli Müslümanların Türkistan mutfağına yaslanan lokantalarına götürürmüş. Nihayet gerçek bir Çin restoranıyla buluşunca tanıdığımızdan da lezzetli bir mutfakla karşılaştık.
Yemek geleneksel Türk mutfağındaki gibi ıslak mendillerle açılıyor. Yemeğe yeşil yasemin çayı eşlik ediyor, küçük kaplar bittikçe dolduruluyor. Alkol sevenlere de pirinç rakısı...
Ne çayda şeker var ne de sofrada ekmek ya da tuz. Bu 3 beyazın yokluğu, Çinlilerin zayıflığını da açıklıyor.
Sofranın üzerinde dönen bir platform var. Bunun üzerine Türk mezelerini andıran boyutta 8 çeşit yemek geliyor ilkin. Herkes oradan tabağına alıyor. Bittikçe yenileri geliyor.
Tam bir "Gözünüz doysun" seansı.
Bu adetin, Çin’in tarihindeki ağır bir kıtlık döneminden miras olduğunu öğreniyoruz. Yiyecek şöleni o kıtlık dönemini bir daha yaşamamak içinmiş.
Çorba en sonda geliyor. Ona kadar her türden sebze ve et: Ördek, balık, tavuk, kırmızı et... Tümü bir arada.
Tabii meraklısı için fazlası da var: Her hayvanın vücuda faydalı olduğuna inanan Çinliler; domuz, maymun, kurbağa, yılan, akrep hatta fare eti de yiyorlar.
Kuzeyde listeye köpek ekleniyor, güneyde ise kedi.
Domuz etlerin en ucuzu. Köpek pahalı olduğundan habersiz yemeniz pek mümkün değil.
Ayrıca inek kuyruğu, sığır kıkırdağı, deve tabanı, yengeç kıskacı, denizanası haşlaması gibi spesiyaller de var.
"Karınca bile yeniyor" diyor mihmandarımız: Proteini yüksekmiş. Güney Çin’de yağda kavurup pilavın üstüne koyuyorlarmış. Çinliler arasında "Karınca yediysen öpme beni, dişlerinin arasında kalmıştır" diye esprisi yapılıyor.
Kahvaltıda süt ürünleri, yoğurt, peynir yok.
Akşamları ise yemeğe en geç 18.00’de oturup, 20.00’de kalkıyorlar.
Çubukların bütün zarafetine rağmen biraz fazla iştahlı ve gürültülü yiyorlar; höpürdeterek ve arada tükürerek.
* * *
Günümüzde pirincin egemenliği kırılıp et daha sık yenir oldukça minyon Çinliler de gürbüzleşmeye, uzamaya ve göbeklenmeye başlamışlar.
Avrupa’da Demirperde’nin arkasından ortaya çıkan McDonald’s kuyrukları 1991’den beri Çin Seddi’ni de aşmış durumda...
İsyanın başkenti sayılan kızıl bayraklı Tiananmen Meydanı’nda Mao’nun resminin karşısında Amerikan atıştırma ürünlerinin bayrağı dalgalanıyor bugün. Sadece Pekin’de 81 McDonald’s hizmet veriyor.
Ekmek, peynir, turşu, mayonez tanımayan ve geleneksel Çin mutfağıyla yetişmiş yeni kuşak her nasılsa hamburgeri pek seviyor.
Kediler, köpekler ve karıncaların kurtuluş günü yakın.
Sığırlar kaçın: 1 milyar yeni cellat geliyor.